Yıl: 2013, Cilt: 29, Sayı: 4
Tüm Sayı(PDF)
Araştırma makalesi
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Süleyman Kargın, Murat Çakır, Ebubekir Gündeş, Faruk Aksoy, Naile Kökbudak, Mehmet Aykut Yıldırım, Didem Taştekin, Mehmet Balasar
Araştırma makalesi
Özeti
Sürrenal Kitlelerde Ağırlık İle Malignite Arasındaki
ilişkinin Araştırılması
Our SurgIcal ExperIences In Adrenal Masses:to InvestIgate
relatIonshIp Between WeIght To MalIgnancy
Bu çalışmada kliniğimizde cerrahi tedavi gören sürrenal kitleli
hastalar cerrahi yönden değerlendirilmiş ve sürrenal kitle boyutları
ile malignite arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu çalışmada Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
kliniğinde Nisan 2002-ocak 2012 yılları arasında sürrenal kitle nedeni
ile ameliyatı yapılan 55 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi.
Hastalar cinsiyet, yaş, kitle lokalizasyonu, yapılan cerrahi işlem, kitle
boyutu, kitle ağırlığı ve patolojik tanı açısından irdelendi. Hastaların
26’sı(%47,2) erkek, 29’u(%52,8) kadın idi.Olguların 24’ünde (%43,6)
sağ, 28’inde(%50,9) sol ;3(%5.5)’ünde bilateral sürrenal kitle tespit
edildi. Hastaların 25’ine (%45,4) laparoskopik; 26’sına (%47,2) açık
transperitoneal girişim ile cerrahi uygulandı. Patolojik incelemede
piyeslerin ölçüldüğü 20 olgunun çıkarılan kitle ağırlığı ortalama
67.35gr(1.76-500) idi. Çıkarılan kitlelerin ortalama kitle boyutu 5,6 cm
idi. Sürrenal kitlelerin değerlendirilmesinde kitle boyutu kadar ağırlığı
da tanıya yardımcı olabilir.Bu kitleler son yıllarda tanı yöntemleri
ve laparoskopik cerrahinin gelişmesi ile başarılı bir şekilde tedavi
edilebilmektedir.
In this study we evaluated for surgical intervention in patients
surgically treated for adrenal masses and adrenal malignancy with
the relationship between the mass. In this study,adrenal mass the
data were retrospectively analyzed 55 patients who underwent
between April 2000-January 2012 in Necmettin Erbakan University
Konya Meram Medical Faculty, General Surgery Department. Patients
gender, age, mass localization, surgical interventions, mass size,
mass weight and pathological diagnosis were evaluated. All of 26
patients (47.2%) were male and 29 (52.8%) were female.In 24 cases
(43.6%) on the right, 28 (50.9%) on the left and 3 (% 5.5) patients
had bilateral adrenal mass was detected. 25 patients (45.4%) were
operated laparoscopic and 26 patients (47.2%) underwent surgery
with open transperitoneal venture. Pathological examination of the
mass weight of the specimens extracted from 20 cases per measured
67.35gr (1.76-500), respectively.In this cases mean mass size was
5.6 cm. The evaluation of adrenal masses as size to weight of the
mass may be helpful in the diagnosis. Recently theese masses can
be treated successfully diagnostic methods with the development of
laparoscopic surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Preterm Eylem Ve Preterm Erken Membran Rüptüründe Serum Ferritin Düzeyleri
Emine Nuray Ulular, Salim Erkaya, Neslihan Yerebasmaz, Burak Karadağ
Araştırma makalesi
Özeti
Preterm Eylem Ve Preterm Erken Membran Rüptüründe Serum Ferritin Düzeyleri
Serum FerrItIn Levels In Preterm Labor And Preterm Rupture Of
membranes
Tedavi yöntemlerindeki gelişmelere rağmen günümüzde preterm
doğum (PD) ve preterm erken membran rüptürü (PEMR) insidansı
azaltılamamaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, preterm eylem
(PE) ‘in etyolojisinde enfeksiyonun yerini desteklemektedir. Bir akut
faz reaktanı olan ferritin, akut enflamasyon ve enflamatuar süreçte
yükselmektedir. Çalışmanın amacı, 25-37. gebelik haftasındaki PE
ve PEMR olgularındaki serum ferritin düzeylerinin aynı haftalardaki
sağlıklı gebelerdeki serum ferritin düzeylerine göre yüksek olup
olmadığını araştırmaktır. Çalışmamıza 25-37. gebelik haftasında olan
51 sağlıklı gebe, 51 PE ve 51 PEMR tanısı alan gebe dahil edildi.
Hemogram ve ferritin ölçümleri için venöz kan alındı. Her üç gruptaki
olguların serum ferritin, hemoglobulin, beyazküre ve platelet değerleri
karşılaştırılmıştır. Hem PE grubunun hem de PEMR grubunun ferritin
değerleri (sırasıyla 14.71±14.70 ve 12.29±10.89) sağlıklı gebe
grubuna göre (6.05±4.33) istatistiksel olarak anlamlı derecede daha
yüksektir (p<0,005). Ancak PE grubu ile PEMR grubunun ferritin
değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktur. Sonuç
olarak, bir akut faz reaktanı olan ferritin, enfeksiyonun yüksek sıklıkla
eşlik ettiği PE ve PEMR olgularında yükselmektedir. Serum ferritin
düzeyi bu olguların tanısında ve izleminde güvenli bir belirteç olarak
kullanılabilir
Despite major advances in the field of obstetrics and progress
of other obstetric complications, current treatment modalities are not
able to decrease the incidence of preterm labor (PL) and preterm
premature rupture of membranes (PPROM). Recent studies support
the role of infection in the etiology of PL. As an acute phase reactant
ferritin levels increase in acute inflammation and inflammatory
process. The aim of this study is to compare serum levels of ferritin
in patients with PL and PPROM at 25-37th weeks of gestation
and healthy controls. This study includes 51 healthy women and
51 patients with PL and/or PPROM. Venous blood samples were
taken for measurement of complete blood count and ferritin values.
Serum ferritin, hemoglobin, white blood cell and platelet values of
three groups were compared. In both PL group and PPROM group
serum ferritin levels were higher than control group (14.71±14.70,
12.29±10.89 and 6.05±4.33 recspectively) and the difference was
statistically significant (p<0.005) but serum ferritin levels showed
no statistically significant difference between the PL and PPROM
groups. In conclusion, ferritine as an acute phase reactant increases
in PL and PPROM patients. Serum ferritin levels can be used as a
marker in diagnosis and follow up of these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Nilüfer İlhan, Esra Ayhan Tuzcu, Özgür İlhan, Mutlu Cihan Dağlıoğlu, Mesut Coşkun, Nesrin Atçı, Işıl Davarcı, Cahide Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörokutanöz Hastalığı Olan Çocuklarda Oküler Bulgular
Ocular FIndIngs Of ChIldren WIth Neurocutaneous DIsorders
Nörofibromatozis tip 1 (NF 1) ve tuberoskleroz (TS) tanısı ile takip
edilen çocuklarda oküler bulguların sunulması amaçlandı. Çalışma
pediyatrik nöroloji kliniğinden konsültasyonla göz kliniğine gönderilen
31 çocuk hasta üzerinde prospektif olarak yürütüldü. NF1 tanılı 22
olgunun 16’sı (%72.7) erkek, altısı (%27.3) kız olup yaş ortalamaları
9.9±4.2 (3-16 yıl) idi. TS tanılı 9 olgunun 2’si (%22.2) erkek, 7’si
(%77.8) kız iken yaş ortalamaları 5.5±3.6 (1.5-12 yıl) idi. Snellen
eşeline koopere olabilen NF 1’li 20 hastanın sağ göz ortalama görme
keskinliği 0.93±0.14 (0.4-1.0), sol gözde ise 0.94±0.14 (0.4-1.0) iken,
TS’li 7 hastanın sağ göz ortalama görme keskinliği 0.84±0.22 (0.4-
1.0), sol gözde ise 0.85±0.19 (0.5-1.0) idi. NF 1’li çocuklarda %40.9
miyopi, %4.5 hipermetropi, %18.1 astigmatizma; TS’li çocuklarda ise
%11.1 miyopi, %22.2 hipermetropi, %11.1 astigmatizma saptandı. NF
1’li bir olguda keratokonus nedeniyle vizyon bilateral 0.4 iken TS’li
bir olguda hipermetropik astigmatizma nedeniyle vizyon sağ gözde
0.4, sol gözde 0.5 idi. NF 1’li tanılı olguların 14’ünde (%63.6) iriste
Lisch nodülü tespit edildi. Bilateral optik gliom saptanan 5 (%22.7)
hastanın yaşları ortalama 7.6±4.4 yıl arasında değişmekteydi.
Tümörlerin hepsi intraorbital yerleşimli olup olgular asemptomatikti.
Optik gliom dışında olgulardan birinde (%4.5) bilateral miyelinli sinir
lifleri, birinde (%4.5) geçirilmiş beyin ameliyatı nedeniyle gelişen
bilateral optik atrofi saptandı. TS’li dokuz çocuktan birinde (%11.1)
iriste sektöryel hipopigmentasyon mevcuttu. Oküler bulguların sık
görüldüğü bu hastalıklarda detaylı oftalmolojik muayene önem arz
etmektedir. Refraksiyon kusuru ve optik gliom açısından hastalar
mutlaka göz hekimleri tarafından değerlendirilmelidir.
Ocular findings in children with neurofibromatosis type 1 (NF 1)
and tuberous sclerosis (TS) are presented. The study was conducted
prospectively and comprised 31children who were referred from
pediatric neurology clinic to the ophthalmology clinic. Sixteen of 22
patients with NF1 (72.7%) were male and 6 (27.3%) were female and
the mean age was 9.9 ± 4.2 (3-16 years). Two of 9 patients with TS
(22.2%) were male and 7 (77.8%) were female, the mean age was 5.5
± 3.6 (1.5-12 years). Twenty of children with NF1 had cooperation to
the snellen chart, the mean visual acuity of the right and left eye were
0.93 ± 0.14 (0.4-1.0) and 0.94 ± 0.14 (0.4-1.0), whereas the mean
visual acuity of 7 patients with TS was 0.84 ± 0.22 (0.4-1.0) at the
right and 0.85 ± 0.19 (0.5-1.0) at the left eyes. Percentages of myopia,
hyperopia and astigmatism in children with NF 1 were 40.9%, 4.5% and
18.1%, respectively. Percentages of myopia, hyperopia, astigmatism
in children with TS were 11.1%, 22.2% and 11.1%, respectively. In a
NF 1 patient with keratoconus, his visual acuity was 0.4. Also another
patient with TS had diminished visual acuity of 0.4 at the right eye
and 0.5 at the left eye because of hyperopic astigmatism. Iris Lisch
nodules were detected in 14 (63.6%) of children with NF 1. Five
cases (22.7%) had bilateral optic glioma, the mean age was 7.6 (3-15
years). All tumors were located at intraorbital and the patients were
asymptomatic. Except optic glioma, it was found out that one patient
(4.5%) had bilateral myelinated nerve fibers and the other one (4.5%)
had bilateral optic atrophy due to previous neurosurgery. Sectorial
iris hypopigmentation was determined in one (11.1%) of nine children
with TS. Detailed ophthalmic examination has a great importance
in patients with TS and NF 1 because of ocular findings which are
commonly seen. Patients should be evaluated by ophthalmologists in
terms of refractive error and optic glioma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Doğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine Etkisi
Burak Subaşı, Halil Özcan, Serkan Pekçetin, Büşra Göker, Suphi Tunç, Beyhan Budak
Araştırma makalesi
Özeti
Doğum Eğitiminin Doğum Kaygısı Ve Korkusu Üzerine Etkisi
Effects Of DelIvery EducatIon On ChIldbIrth AnxIety And Fear
Bu araştırmada amaç gebelerde doğum öncesi eğitim, fizyoterapi
ve psikoterapi temelli müdahalelerin doğum süreci ile ilgili korkular ve
kaygılar üzerine etkilerini incelemektir. Gebeliğinin son trimesterinde
olup; daha önce doğum yapmamış anne adayları çalışmaya alındı.
Katılımcılar ilk olarak uzman bir psikiyatrist tarafından muayene edildi,
ardından katılımcılara sosyodemografik veri formu ile birlikte Wijma
Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği (W-DEQ), Beck Depresyon ve Beck
Anksiyete Ölçekleri (BDI ve BAI) uygulandı. Sonrasında bu kişilere
her biri 60 dakika süren 3 ayrı seansta doğum öncesi ve sonrasında
yaşanabilecek fiziksel ve ruhsal sıkıntılar, doğum sırasında doğumu
kolaylaştırmak için yapılabilecek egzersizler hakkında bilgilendirme
yapıldı ve soruları yanıtlandı. Sonuçlarda grubun yaş ortalaması
27,2±3,6 olarak bulunmuştur. Gebelik haftası ortalama 35,7±2,3
olarak bulunmuştur. Yapılan ilişki analizinde sosyodemografik
özelliklerle (yaş, gelir düzeyi, eğitim seviyesi vs.) W-DEQ puanları
ile arasında ilişki bulunmamıştır. İlk değerlendirmedeki W-DEQ puanı
(W-DEQ 1) ile BAI puanları arasında pozitif yönde ilişki saptanmıştır.
Yapılan Wilcoxon testi analizinde katılımcıların W-DEQ’dan aldıkları
puanlara bakıldığında toplam ölçek puanları da dahil tüm puanlarda
eğitim öncesi ve sonrası puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık vardır. Sonuç olarak doğum öncesi eğitimin son trimesterdaki
gebelerde doğum korkularının doğumla ilgili olumsuz düşüncelerinin
azalmasına yardımı olduğu bulunmuştur.
The aim of this study is exploring the effects of childbirth
education, physiotherapy and psychotherapy-based interventions on
fears and worries about childbirth and labour. Expectant mothers in
the last trimester of gestation those did not have a delivery before
were taken to the study. At first the participants were examined
by a psychiatrist than sociodemographic data form Wijma Delivery
Expectancy/Experience Questionnaire (W-DEQ), Beck Depression
and Beck Anxiety Inventories (BDI, BAI) were applied. Then 3 sessions
each taking 60 minutes on possible physical and mental problems
before birth were done, an exercise plan and recommendations for
facilitating delivery were given to participants, information about
possible physical and psychological problems after childbirth were
given and their questions on these issue were answered. In results
mean age of the group was found as 27.2±3.6. The mean gestational
age was 35.7±2.3. Socio-demographic characteristics (age, education
level, income level, etc.) was not found significantly correlated with
the W-DEQ scores. W-DEQ 1 scores were positively correlated with
BAI scores. In Wilcoxon test analyses W-DEQ 1 and W-DEQ 2 scores
including all the subscales were significantly different p<0.001. As
a conclusion on expectant mothers having their third trimester of
pregnancy, education before childbirth was found helpful in reducing
fears and negative thoughts related to childbirth.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozlu Hastalarda Serum Homosistein, Asimetrik Dimetil Arginin Ve Nitrik Oksit Düzeyleri
Zehra Akpınar, Sevil Kurban
Araştırma makalesi
Özeti
Multipl Sklerozlu Hastalarda Serum Homosistein, Asimetrik Dimetil Arginin Ve Nitrik Oksit Düzeyleri
Serum NItrIc OxIde, HomocysteIn, AsymmetrIc DImethylargInIne Levels In PatIents WIth MultIple SclerosIs
Multipl skleroz(MS), santral sinir sisteminin otoimmünnörodejeneratif
bir hastalığıdır. Kronik inflamatuvar bir süreçle
karekterizedir. Demiyelinizasyon-remiyelinizasyon, aksonal ve
nöronal hasarla giden MS’in doğası tam olarak aydınlatılamamıştır.
Patofizyolojisinde oksidatif stresin de rol oynadığı MS’de nitrik
oksit(NO), homosistein(HCY), asimetrik dimetilarjinin(ADMA) gibi
ajanların rolü araştırılmaktadır. Bu çalışma ile relapsing remitting
seyirli MS’lilerde NO, HCY, ADMA düzeylerini ölçerek sağlıklı
kontrollerle karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmaya 28 kadın, 15 erkek
43 MS hastası ve aynı yaş grubunda olan 18 kadın, 11 erkek sağlıklı
gönüllü dahil edildi. Serum HCY seviyeleri kromosistem kit kullanılarak
ve serum ADMA seviyeleri Chen ve arkadaşlarının tariflediği metod
kullanılarak HPLC tekniği ile ölçüldü. NO ölçümü kat no: 1 756 281
kit kullanılarak gerçekleştirildi. Elde edilen verilerin istatistiksel
analizinde SPSS 16.0 paket programı kullanıldı. Serum ADMA düzeyi
ortalamaları MS hastalarında kontrollerinkinden düşük, HCY ve NO
ortalamaları ise MS lilerde kontrollerinkinden yüksek bulundu, fakat
bu farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı değildi(p>0.05). Hastalık
süresi ve özürlülük skorları(EDSS) ile ADMA, NO, HCY ortalamaları
arasında da anlamlı bir korelasyon bulunamadı. Gelecekte bu
parametrelerin değişik MS form ve evrelerindeki hastalarda özellikle
de akut atak döneminde araştırılmasının tedavi stratejileri açısından
yol gösterebileceği düşünüldü.
Multiple Sclerosis (MS) is an autoimmune-neurodegenerative
disease of the central nervous system. It is characterized by a
chronic inflammatory process. The nature of MS, continuing with
demyelination and remyelination, axonal and neuronal damage, has
not been enlightened precisely. The oxidative stress plays role in the
pathophysiology of MS. Along with this; the role of agents such as
nitric oxide (NO), homocystein (HCY), asymmetric dimethylarginine
(ADMA) has been researched. In this study, we aimed to compare
patients of relapsing remitting MS with healthy controls by measuring
NO, HCY, ADMA levels. 43 MS patients of whom are 28 females and
15 males along with 18 healthy female, 11 healthy male volunteers
with the same age group have been included to the study. Their serum
HCY levels have been measured with chromsystem kit ( fluorescence
detector) and their serum ADMA levels have been measured with
HPLC technic by using the method described by Chen and his
friends. The NO measurement has been realized by using kit (level
no: 1 756 281). The SPSS 16.0 package program has been used
for the statistical analysis of acquired data. While the averages of
serum ADMA level have been found lower than their controls among
MS patients, the HCY and NO averages have been obtained higher
than their controls. However, these differences were not statistically
significant (p>0.05). A meaningful correlation cannot be obtained
between the period of disease and disability score (EDSS) along
with the ADMA, NO, HCY averages, either. It has been thought that
the research of these parameters among patients with various form
and phases of MS, especially in the acute attack periods, might be
indicative in terms of treatment strategies in future.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pulmoner Emboli Hastalarında Ayrıntılı Ekokardiyografik Değerlendirme
Zeynettin Kaya, Abdullah Tuncez, Mehmet Tekinalp, Mustafa Karanfil, Mehmet Kayrak, Kurtuluş Özdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Pulmoner Emboli Hastalarında Ayrıntılı Ekokardiyografik Değerlendirme
ComprehensIve EchocardIographIc EvaluatIon In Acute
pulmonary EmbolIsm
Çalışmamızın temel amacı akut pulmoner emboli (PE) hastalarında
konvansiyonel ve doku doppler ekokardiyografik parametrelerdeki
farklılıkları değerlendirmektir. Tanımlayıcı ve kesitsel çalışmamıza,
Ocak 2010 ve Temmuz 2010 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi
Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nde akut PE tanısı konan 54 hasta
ve hastalar ile benzer demografik özellikleri ve komorbiditeleri olan
sağlıklı 29 gönüllü dâhil edildi. Hasta ve kontrol grubunun geleneksel
iki boyutlu ve doppler ekokardiyografik verileri yanında doku doppler
ekokardiyografik parametreleri kaydedildi. Hasta ve kontrol grubunda
elde edilen değişkenler karşılaştırıldı. Hasta ve kontrol grupları
arasında demografik özellikler ve komorbiditeler açısından istatiksel
farklılık yoktu. Hasta grubunda sağ ventrikül (SğV) ejeksiyon
fraksiyonu (EF) belirgin düşük (46.2 karşı 60.5; P<0.001), sistolik
pulomoner arter basıncı anlamlı yüksek (45 mmHg karşı 24.7 mmHg;
P<0.001) ve inferior vena cava (İVC) kollaps indeksi istatiksel anlamlı
düzeyde düşük (0.36 karşı 0.62; P<0.001) tespit edildi. Pulsed wave
doku doppler tekniği ile değerlendirilen SğV miyokard performans
indeksinin (MPİ) akut PE hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı
düzeyde arttığı (0.53 karşı 0.43; P<0.001), SğV E/Em oranının
anlamlı olarak daha yüksek olduğu (6.5 karşı 5.0; P=0.04) ve SğV
izovolümetrik relaksasyon zamanının anlamlı şekilde uzadığı(67msn
karşı 57msn; P<0.001) tespit edildi. Özellikle SğV EF, İVC kollaps
indeksi, Sm, MPİ, E/Em gibi ekokardiyografik parametreler akut
PE olgularının tanısında kullanılabilecek değişkenler olarak tespit
edilmiştir.
The main aim of the study was to evaluate differences in
conventional and tissue doppler echocardiographic parameters in
patient with acute pulmonary embolism (PE). Our descriptive and
cross-sectional study population included 29 healthy voluntary
controls and 54 patients with diagnosis of acute PE who were
admitted to Selcuk University, Meram School of Medicine Hospital
between January 2010 to July 2010. Two-dimensional and doppler
echocardiaographic parameters, tissue doppler parameters were
recorded and these parameters were compared between patient
and control groups. There was not statistically significant difference
between two groups with regard to demographic features and
comorbidities. Right ventricular (RV) ejection fraction (EF) was
detected to be significantly lower (46.2 vs. 60.5; P<0.001), whereas
systolic pulmonary artery pressure was found to be significantly
higher (45 mmHg vs. 24.7 mmHg; P<0.001) and inferior vena cava
(IVC) collaps index was also found to be significantly lower (0.36
vs. 0.62; P<0.001) in patient group. RV myocardial performance
index (MPI) values were evaluated by pulsed wave tissue doppler
technique and significantly increased in acute PE group compared
to control group (0.53 vs. 0.43; P<0.001). Furthermore, RV E/Em
was found significantly higher (6.5 versus 5,0; P=0.04) and RV
isovolumetric relaxation time (IVRT) was significantly prolonged in
acute PE group compared to control group (67 msec vs.57 msec;
P<0.001). Especially RV EF, IVC collaps index, Sm, MPI, E/Em can
be used as different echocardiograhic parameters for the diagnosis
of acute PE.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
Şerife Yüksekkaya, Hatice Türk Dağı, Fatma Kalem
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Evlilik Çağındaki Kadınlarda Rubella
ıgg Pozitifliğinin Değerlendirilmesi
EvaluatIon Of Rubella Igg PosItIvIty Of MarrIage-Age Women
Kızamıkçık (rubella) çocuk ve erişkinlerde döküntü, ateş ve
lenfadenopati ile seyreden viral bir hastalıktır. Çocukluk döneminde
hafif semptomlarla geçirilen bu hastalık, virüsün gebelik sırasında
fetusa geçmesi ile konjenital kızamıkçık sendromuna yol açmakta ve
birçok anomaliye neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, evlilik
çağındaki kadınlarda rubella seroprevalansının belirlenmesidir.
Bu çalışmada, evlilik öncesi testlerini yaptırmak üzere birinci
basamak sağlık kuruluşlarına başvuran evlilik çağındaki kadınların
serumlarında rubella IgG antikorları prospektif olarak araştırılmıştır.
Electrochemiluminescence immunoassay yöntemi ile üretici firmanın
(Cobas, Roche, Almanya) önerileri doğrultusunda çalışılmıştır. Evlilik
çağındaki 18- 25 yaş arasında 963 kadın çalışmaya alınmıştır. Rubella
IgG antikorları 963 kadının 929’unda (%96.5) pozitif, 34’ünde (%3.5)
negatif olarak saptanmıştır. Konya’da kızamıkçık seroprevalansının
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Enfeksiyonu geçiren kişilerde oluşan
bağışıklık ömür boyu sürmektedir. Enfeksiyonu geçirmemiş ve
aşılanmamış doğurganlık çağındaki kadınlar risk altındadır. Evlilik
öncesi testleri yaptırmak üzere başvuran kadınların aşılanması
ile konjenital kızamıkçık sendromuna bağlı mortalite ve morbidite
azaltılabilir.
German measles (rubella) is a viral disease characterized by
rash, fever and lymphadenopathy in children and adults. This disease
is passed with mild symptoms in childhood, if the virus passes to
the fetus during pregnancy, it leads to congenital rubella syndrome
and can lead to many anomalies. The purpose of this study was to
determine the seroprevalence of rubella IgG antibodies in women of
marriage-age. In this study, Rubella IgG antibodies were investigated
in the serum of marriage-age women who had attended to step one
health care provider for premarital tests, prospectively. Tests were
performed by Electrochemiluminescence immunoassay (Cobas,
Roche, Almanya) according to the manufacturer’s recommendations.
963 women who were between18-25 years old in marriage age were
included in this study. Rubella IgG antibodies were positive in 929
(96.5%) and were negative in 34(3.5%) of them.The seroprevalence
of rubella have been found to be high in Konya. Immunity continues
during lifetime in individuals who suffered from infection but women
in marriage age who had not been infected and unvaccinated are at
risk. Vaccination of women attended for premarital tests may reduce
morbidity and mortality associated with congenital rubella syndrome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derleme
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
Kazım Gezginç, Tuba Korkmaz
Derleme
Özeti
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
The Causes And Treatment Of NonobstetrIc Acute Abdomen
ın Pregnancy
Günümüzde gebelikte akut batın hala tanısı kolay olmayan bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebe bir kadında gebelikte
oluşan fizyolojik ve anatomik değişikliklere bağlı olarak tanı koymak
ve tedaviye karar vermek zorlaşabilir. Ayrıca tanı amaçlı yapılacak
işlemlerin fetus için riskli olması nedeniyle bazı tetiklerden kaçınılır.
Gecikmiş teşhis maternal morbitide, mortalite, fetal kayıp ve erken
doğum riskine sebep olabilir. Cerrahi müdahale gerektirebilir veya
bazı durumlarda cerrahi müdahale zararlı olabilir. Gebelikte akut
batın insidansı 500-635 olguda 1 olarak bildirilmiştir. Gebelikte
nonobstetrik akut batın nedenleri arasında akut apandisit, intestinal
obstrüksiyonlar, akut kolesistit, kolelitiazis, inflamatuar barsak
hastalıkları, peptik ülser, akut pankreatit, hepatik rüptür, intestinal
obstrüksiyon, gebeliğin akut yağlı karaciğeri ve ağır preeklampsi
sayılabilir. Tanı ve tedavide hem fetus hemde anne hayatı önem
taşır. Erken tanı ve tedavinin uygulanması hem anne hemde fetus
açısından oldukça önemlidir.
Diagnosis of acute abdomen in pregnancy is still a difficult
situation. Due to physiological and anatomical changes of a pregnant
woman during pregnancy, the diagnosis and treatment can be difficult
to decide. In addition, some of the procedures used for the diagnosis
are avoided because of risk to the fetus. Delay in the diagnosis may
cause maternal morbidity, mortality, risk of fetal loss and can cause
premature birth. Surgical intervention may be required or surgical
intervention may be harmful in some cases. The incidence of acute
abdomen in pregnancy has been reported as 1 in 500-635. Among
the causes of nonobstetric acute abdomen in pregnancy are: acute
appendicitis, intestinal obstruction, acute cholecystitis, cholelithiasis,
inflammatory bowel disease, peptic ulcer, acute pancreatitis, hepatic
rupture, intestinal obstruction, acute fatty liver of pregnancy and
severe preeclampsia. The life of the mother and fetus are important
in the diagnosis and treatment. Early diagnosis and treatment are
very important for the fetus and the mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
Köksal Yuca, Mehmet Akif Eryılmaz, Kürşad Yasin Varsak, Hamdi Arbağ
Derleme
Özeti
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
ClInIcal EvaluatIon Of EpIstaxIs
İnsanların %60’ı hayatları süresince en az bir defa, spontan
olsun veya olmasın epistaksis ile karşı karşıya kalmakta ve bunların
%6’sı tedavi gerektirmektedir.(1) Epistaksis insidansı 10 yaş altı ve
50 yaş üstünde pik yapan bimodal dağılım göstermekte ve erkeklerde
bayanlara göre daha sık görülmektedir.(2,3) Endoskopik teknolojinin
gelişmesi ile birlikte değişen tedavi stratejilerini epistaksisli hastaya
yaklaşım algoritmaları ile kombine etmek komplikasyonları azaltarak
daha etkili tedavi olanakları sağlayabilmektedir.
Epistaxis, whether spontaneous or otherwise is experienced by
up to 60% of people in their lifetime, 6% requiring medical attention.
The condition has a bimodal distribution, with incidence peaks at ages
younger than 10 years and older than 50 years. Epistaxis appears
to occur more often in males than in females. With the evolution
of endoscopic technology new treatment strategies combined with
the use of stepwise epistaxis management plans can limit patient
complications and provide effective treatment possibilities.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Olgu sunumu
Amyand Fıtığı
Mehmet Saydam, Hüseyin Sinan, Muharrem Öztaş, Ahmet Ziya Balta, Mehmet Yıldız
Olgu sunumu
Özeti
Amyand Fıtığı
Amyand’s HernIa
Amyand fıtığı; inguinal fıtık kesesi içerisinde apendiks
vermiformisin bulunması durumu olarak tanımlanmaktadır. Amyand
fıtığı insidansı, tüm inguinal fıtık olguları içerisinde yaklaşık %1
oranındadır. Fıtık kesesi içerisindeki apendiksin enflame olup
olmamasına göre tedavi yaklaşımı değişmektedir. Biz de, bir olgu
nedeniyle, nadir görülen ve tedavi yaklaşımı açısından tartışmaların
devam ettiği Amyand fıtığı olgumuzu paylaşmayı amaçladık. Sağ
inguinal herni ameliyatı sırasında Amyand fıtığı saptanan hastanın
tedavisi ve sonucu değerlendirildi. Yirmi bir yaşındaki erkek
hasta, yaklaşık 1 yıldır mevcut olan sağ kasıkta ağrı ve şişlik
yakınmasıyla genel cerrahi polikliniğine müracat etti. Hasta sağ
inguinal herni tanısıyla elektif olarak ameliyata alındı. İntraoperatif
eksplorasyonda Amyand fıtığı saptandı ve aynı kesiden apendektomi
ile birlikte polipropilen yama kullanılarak fıtık tamiri yapıldı. Hastanın
postoperatif dönemi sorunsuz seyretti ve 3. gün taburcu edildi.
Amyand fıtığı özellikle değişik tedavi modalitelerinin olduğu; tedavisi
konusunda fikir birliğinin tam olarak sağlanamadığı ve genellikle
intraoperatif tanı konulabilen olgulardır. Bu olgularda, uygun tedavi
yaklaşımına, cerrahın intraoperatif bulgularına göre karar verilmelidir.
Amyand hernia is described presence of appendices
vermiformis in inguinal hernia sac. The incidence of Amyand
hernia is approximately 1% of all hernias. There are many treatment
procedures of Amyand’s hernia. Since Amyand hernia is extremely
rare and there are many controversial surgical managements, we
wanted to share our case. We have encountered a Amyand hernia
case during right inguinal hernia repair surgery. Treatment method
and outcome were evaluated. Twentyone-year-old male patient was
suffering from right groin pain and swelling for almost one year. He
was operated with the diagnosis of right inguinal hernia, electively.
Intraoperative exploration revealed Amyand hernia, appendectomy
and hernia repair were performed using polypropylene patch with
same incision. The patient’s postoperative course remained without
complication and after 3 days he was discharged. Amyand hernia
which especially difficult to diagnose preoperatively, particularly in
terms of therapeutic approach, the debate continues, is extremely
rare entity. There is no current consensus about appendectomy and
using patch. We think that; regardless of the appendix is inflamed
or noninflamed, appendectomy should be done. If the appendix
is inflamed or perforated, prosthetic materials shouldn’t be used
and while repairing hernia, anatomic repair or biological materials
resistant to infection should be used.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Ali Dur, Şerafettin Demirci, Hacı Yusuf Güneş, Oral Akın, Feridun Koyuncu
Olgu sunumu
Özeti
Güreş Sonrası Gelişen Spontan Pnömomediastinum
Spontaneous PneumomedIastInum FollowIng A WrestlIng
Pnömomediastinum spontan olarak yada travma ile ilgili
durumlarda ortaya çıkabilir. Spontan Pnömomediastinum (SPM) nadir
bir durumdur ve tedavisi genellikle bu hastaların takibi ile sınırlıdır.
Acil servisimize göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile başvuran, güreş
sporcusu olan 15 yaşında erkek hastada SPM tespit ettik. Bu vaka
sunumumuzda pnömomediastinum gelişimi açısından travma yada
medikal müdahale öyküsü olmadan ve artmış vagal manevranın SPM’
a neden olabileceğini tartıştık.
Pneumomediastinum can develop spontaneously or in the
setting of trauma. Spontaneous pneumomediastinum (SPM) is a
rare condition and treatment of these patients is generally limited to
observation. We discovered SPM in 15-year- old male patient, who
had been wrestling, admitted to our emergency service with chest
pain and shortness of breath. In this case report we discussed that
in a patient without trauma, medical intervention for developing
pneumomediastinum, the increased vagal maneuver may lead to
SPM.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pankreas Yaralanmaları
Rahmi Kaya, Adnan Özpek, İsmail Kabak, Süleyman Kalcan, Koray Koşmaz, Orhan Alimoğlu
Olgu sunumu
Özeti
Pankreas Yaralanmaları
PancreatIc InjurIes
Bu çalışmada kliniğimizde künt travmaya bağlı gelişen pankreas
yaralanmalı olgularımızın tedavi ve takip sonuçlarını irdelemeyi
amaçladık. Pankreas yaralanmalarının büyük kısmı eksternal
drenajla tedavi edilebilen düşük dereceli yaralanmalardır. Pankreas
yaralanmalarının teşhisinde, Bilgisayarlı Tomografi %80 lik tanı
hassasiyetiyle en iyi yöntemdir. Pankreas yaralanmalarında, ana
pankreatik kanalın hasarlanmış olması mortalite ve morbiditeyi
artırmaktadır. Bu makalede, Nisan 2009 ve Aralık 2011 tarihleri
arasında kliniğimize yatırarak tedavi ettiğimiz künt travmaya bağlı
izole pankreas yaralanması bulunan ve hemodinamileri stabil 4 hasta
analiz edildi. Hastaların 3’ü erkek, 1’i kadın, yaş ortalaması 22 (17-
28) idi. Bunların 2’si opere edilirken, 2 hastaya non-operatif takip ve
tedavi uygulandı. Opere edilen hastalarda pankreas fistülü gelişirken,
non-operatif takip edilen hastalar herhangi bir komplikasyon
gelişmeden taburcu edildiler. Eksternal drenaj ve konservatif tedavi
düşük grade pankreas yaralanmalarında etkin tedavi yöntemleridir.
Most pancreatic injuries are minor and can be treated by external
drainage. CT represents the best noninvasive diagnostic method for
the detection of pancreatic injury, with sensitivity and accuracy of
at least 80%. Morbidity and mortality rates for isolated pancreatic
trauma are directly related to the presence of damage at the
pancreatic duct. This article is based on 4 patients who have applied
to our Department of General Surgery in Ümraniye Training and
Research Hospital between April 2009 and December 2011. Three of
the patients were men, and one of them was woman. The average age
of the patients was 22 (17-28). Two of them have undergone surgery
and drainage. Two patients have been treated with conservative
treatment. Pancreatic fistula was seen in two patients. External
drainage and conservative treatment are effective treatments for the
low grade pancreatic injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
Sabri Hergüner, Erdinç Çiçek, Fatih Kayhan, Arzu Hergüner
Olgu sunumu
Özeti
Bir Çocuk Olgu Nedeniyle Döngüsel Kusma Sendromu
A PedIatrIc Case WIth CyclIc VomItIng Syndrome
Döngüsel kusma sendromu (DKS), tekrarlayıcı bulantı ve kusma
atakları ile kendini gösteren bir durumdur. Belirtilerin başlangıcı
genellikle 4–6 yaş arasındadır ve kızlarda daha sık görülmektedir.
Ataklar çoğunlukla psikososyal ya da fiziksel bir tetikleyici ile ortaya
çıkar. Son yıllarda DKS ve migren arasında ortak bir patofizyoloji
olabileceği üzerinde durulmaktadır. DKS olan çocuklarda ve
annelerinde kaygı bozukluklarının sık olduğu gösterilmiştir. Bu
yazıda tekrarlayan kusma atakları nedeniyle kliniğimize başvuran 5
yaşındaki bir kız hasta sunulmuştur. Kaygı belirtileri ve kusma atakları
nedeniyle tedavi olarak bir seçici serotonin geri alım inhibitörü olan
essitalopram başlanmış ve tedaviden belirgin fayda görmüştür.
Cyclic vomiting syndrome (CVS) is characterized by recurrent
episodes of nausea and vomiting. Age at onset of symptoms ranges
between 4–6 years and there is a female predominance. CVS attacks
are generally associated with psychosocial or physical triggers. In
last years a shared pathophysiology between migraine and CVS has
suggested. Children with CVS and their mothers have elevated rates
of anxiety disorders. In this report, we presented a 5-year-old girl
who referred to our out-patient clinic because of recurrent vomiting
episodes. Because of her anxiety symptoms and vomiting attacks,
escitalopram, a selective serotonin reuptake inhibitor, was initiated
and she had significant improvement during treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Bayram Altuntaş, Mahmut Subaşı, Zeynep Paçin Türktarhan, Erkan Kaba, Özkan Çinici
Olgu sunumu
Özeti
Uzun Süreli Entübasyona Bağlı Trakeal Stenoz
Tracheal StenosIs Related To Prolonged IntubatIon
Uzamış entübasyon sonrası görülen trakeal stenoz, halen önemli
bir klinik sorun oluşturmaktadır. Etyolojisinin daha iyi anlaşılması,
entübasyon tüpü ve trakeostomi kanüllerinin modifiye edilmesiyle
beraber insidansı azalmıştır. Kırkaltı yaşında erkek hastada,
uzamış entübasyon sonrasında üç boyutlu tomografi ve bronkoskopi
ile trakea stenozu saptandı ve bronkoskopik dilatsayon işlemi
uygulandı. Dilatasyon sonrası stenozu nüks eden hastaya trakeal
sleeve rezeksiyonu uygulandı. Uzamış entübasyona bağlı trakeal
stenozlarda tanı ve tedaviyi vurgulamayı amaçladık.
Tracheal stenosis related to prolonged intubation is a important
clinical problem, currently. Its incidence has decreased with
recognition of its etiology and modifications in the endotracheal
and tracheostomy tubes. A tracheal stenosis related to prolonged
intubation was detected by three dimension computed tomography
and bronchoscopy in a 46-year-old man. Although the bronchoscopic
dilatation, stenosis recurred. Therefore the tracheal sleeve resection
was performed. We aimed to emphasize the diagnosis and treatment
in the tracheal stenosis related to prolonged intubation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta