Tuğba Gün Koplay, Osman Akdağ, Mustafa Sütçü, Mustafa Koplay
Amaç: Yarık damak sebebiyle ameliyat edilen hastaların yaklaşık %30’u velofarengeal yetmezlik(VFY)
sebebiyle ek müdahelelere ihtiyaç duyarlar. Ameliyat öncesi planlama için radyolojik değerlendirme kesinlikle
gerekirken ameliyat sonrası değerlendirmede de oldukça faydalıdır. Bu çalışmada, velofaringeal yetmezlik
sebebiyle opere edilen hastalarda velofarinksin dinamik manyetik rezonans(MR) ile değerlendirilmesi ile ilgili
tecrübelerimizi paylaşmayı planladık.
Hastalar ve Yöntem: Nisan 2014- Mayıs 2020 tarihleri arasında VFY ile başvuran ve postoperatif dinamik
MR ile değerlendirilen 17 hasta çalışmaya dahil edildi. 7 hastaya faringeal flep, 7 hastaya posterior duvar
augmentasyonu (2 kıkırdak, 5 yağ grefti) ve submukoz yarık mevcut 3 hastaya myomukozal onarım yapıldı.
Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 3. ayda tüm hastalara dinamik MRG yapıldı. Ameliyat sonrası sonuçlar
dinamik MR ile değerlendirildi.
Bulgular: Bu çalışmaya ortalama yaşı 13± 2.5 (9-29) olan, 11 (%65) kadın ve 6 (%35) erkek hasta dahil edildi.
Posterior duvar yerleşimli greftlerin ikinci servikal vertebra seviyesinde ve yaşayabilir oldukları görüldü.
Posterior faringeal fleple onarım yapılan hastalarda sagital planda nazal hava kaçağı görülmezken, aksiyel
dinamik görüntülerde hava yolu için gerekli açıklık gözlendi. Submuköz kleftli hastalarda levator kas seyrinin
normal düzleme geldiği gözlendi. Nazal hava kaçak alanı tüm tekniklerde preoperatif ölçümlere göre belirgin
azalmıştı(p<0.05).
Sonuç: Velofarinks 3-boyutlu ve dinamik yapısı sebebi ile tüm planlarda ve dinamik olarak değerlendirilmelidir.
Bu amaçla kullanılan pekçok teknik olmakla birlikte hiçbiri ideal ve objektif değildir. Dinamik MRG planlamada
olduğu gibi postoperatif takipte de kullanılabilir. Farengeal flep atrofisi, greftlerin ve velofarengeal açıklığın
kalitatif veriler ile değerlendirlmesi sağlanır .
Aim: Nearly 30% of the patients with cleft palate need another surgery for velopharyngeal insufficiency. While
preoperative radiologic evaluation is necessary for planning, postoperative evaluation is also so important. In
this study, we plan to share our experience about evaluation of the velopharynx with dynamic MRI at patients
who were operated oving for velopharyngeal insuf ficiency.
Patients and Methods: The study included seventeen patients who were presented with velopharyngeal
insufficieny and we applied dynamic MRI for postoperative evaluation between April 2014 and May 2020.
Pharyngeal flap was applied for 7, posterior augmentation was performed for 7 (2 costal cartilaginous, 5 fat
graft) and myomucosal repair was done for 3 patients with submucosal cleft. Dynamic MRI were obtained
preoperatively and postoperatively at 3rd month. Postoperative results were evaluated with dynamic MRI.
Results: The study included seventeen patients, with an age range of 9-29 (mean 13± 2.5), 11 women (65%),
and 6 men (35%). Posterior wall located grafts were found at the second cervical vertebra and viable. While
there was no nasal air escape in superior pharyngeal flap applied patients at sagittal plane, in axial dynamic
images, gap was detected which is all essential for airway and must be obtained. The levator muscle direction
was observe normal postoperatively at patients with submucous clef. Nasal air escape area was decreased
in both methods significantly comparing with preoperative measu rement (p<0.05)
Conclusion: Because of the three-dimensional and dynamic structure of the velopharynx, it must be evaluated
in both planes and dynamic. Although there are many techniques for this purpose, none of them is ideal or
objective. Dynamic MRI can be used for postoperative follow-up as it is used for preoperative planning.
Evaluation of the pharyngeal flap atrophy , grafts and also gap size are provided with qualitative values .
Fatih Şap, Ahmet Yasin Güney, Mehmet Burhan Oflaz, Tamer Baysal
Amaç: Çalışmamızda akut romatizmal karditli çocukların elektrokardiyografilerinde kardiyak
elektrofizyolojik denge indeksi (iCEB), ve kardiyak aritmi için diğer risk belirteçlerinin incelenmesi
amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Ocak 2016-Ağustos 2018 tarihleri arasında, akut romatizmal kardit tanılı 40
çocuk hasta ile yaş ve cinsiyet olarak benzer 40 sağlıklı çocuk retrospektif olarak çalışmaya alındı. Tüm
vakaların demografik özellikleri kayıtlardan elde edildi. Elektrokardiyografide; P dalga dispersiyonu (Pd),
QT dispersiyonu (QTd) ve düzeltimiş QTd (QTcd) süreleri, Tp-e intervali (Tp-e), Tp-e/QT ve Tp-e/QTc
oranları, ve iCEB ve düzeltilmiş iCEB (iCEBc) ölçüm değerleri gruplar arasında karşılaştırıldı. İstatistiksel
olarak p <0,05 olması anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması sırasıyla; 11,40±3,48 yıl ve 11,41±3,31 yıldı. Her iki
grupta 16 kız (%40) ve 24 erkek (%60) çocuk vardı. Hasta grupta, kalp hızı, PR intervali, Pd, QTd, QTcd,
Tp-e, Tp-e/QT oranı ve iCEBc ölçümleri anlamlı derecede yüksek saptandı. iCEB düzeyi hasta grubunda
sağlıklı kontrollere daha yüksek olmasına rağmen istatistiksel anlamlı bir fark yoktu.
Sonuç: Akut romatizmal karditli çocuklarda, repolarizasyon-depolarizasyon dengesi bozulmuş olabilir. Bu
nedenle aritmi için diğer elektrokardiyografik risk parametrelerine ilave olarak iCEB(c) kullanımı da yararlı
olabilir. Ancak, bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır .
Aim: In this study, examination of the index of cardiac-electrophysiological balance (iCEB) and of other
risk markers for cardiac arrhythmia in electrocardiography of children with acute rheumatic carditis was
aimed.
Patients and Methods: Forty pediatric patients with acute rheumatic carditis and 40 healthy children
matched in terms of gender and age were retrospectively enrolled in the study between January 2016
and August 2018. Demographic data of all cases were obtained from records. By electrocardiography, P
dispersion (Pd), dispersion durations of QT (QTd) and corrected QT (QTcd), Tpeak-to-end interval (Tpe),
ratios of Tp-e/QT and Tp-e/QTc, and measurements of iCEB and corrected iCEB (iCEBc) were all
compared between the groups. Statistically significant dif ference was accepted as p< 0.05.
Results: In the patient and control groups, mean ages were 11.40±3.48 years and 11.41±3.31 years,
respectively. Both groups had 16 female (40%) and 24 male (60%) children. In the patient group, heart
rate, PR interval, Pd, QTd, QTcd, Tp-e, Tp-e/QT ratio and iCEBc were found to be significantly increased.
Though iCEB level was higher in the patient group, there was no statistically significant difference with
healthy controls.
Conclusion: In children with acute rheumatic carditis, repolarization-depolarization balance may be
impaired. Therefore, in addition to other electrocardiographic risk parameters for arrhythmia, use of
iCEB(c) may also be beneficial. However , further studies on this issue are needed.
Fatih Yücedağ, Şerife Şamil Kahraman
Amaç: Bu çalışmada COVID-19 pandemi öncesi ve COVID-19 pandemi döneminde uzamış entübasyon nedeniyle
trakeotomi açılmış hastaları karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmada Karaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde, Eylül
2018 ile Ağustos 2021 tarihleri arasında uzamış entübasyon sonrası trakeotomi açılmış 179 hastanın kayıtları
retrospektif olarak incelendi. COVID-19 pandemi öncesi 18 aylık dönemde (Eylül 2018 ile Şubat 2020) trakeotomi
açılmış olan hastalar grup 1 (n:80) ve COVID-19 pandemi (Mart 2020 ile Ağustos 2021) döneminde trakeotomi
açılmış hastalar grup 2 (n:99) olacak şekilde iki gruba ayrıldı. İki grup demografik özellikler, entübasyon süreleri,
trakeotomiye bağlı erken ve geç komplikasyonlar, hastaların nihai sonuçları (exitus, eve taburcu, palyatif ve diğer
servislere devri) açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup 1’deki hastaların %45’i kadın, % 55’i erkekti. Grup 2’deki hastaların % 51’i kadın, % 49’u erkekti.
Cinsiyet bakımından gruplar arasında istatistiksel fark saptanmadı. Gruplar arasında yaş ve entübasyon süreleri
bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05). Trakeotomi komplikasyonu bakımından gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0. 05).
Sonuç: Çalışmamızda COVID-19 pandemi döneminde trakeotomi açılan hastaların pandemi öncesi döneme göre
daha genç yaşta olduğu gözlendi. Ayrıca pandemi döneminde entübasyon süresi pandemi öncesi dönemine göre
daha uzun saptandı.
Aim: To compare patients applied with tracheotomy because of prolonged intubation before the COVID-19
pandemic and during the pandemic.
Patients and Methods: A retrospective examination was made of the records of 179 patients with a tracheotomy
opened following prolonged intubation in the Intensive Care Unit of Karaman Training and Research Hospital
between September 2018 and August 2021. The patients were separated into two groups as group 1 (n:80)
of patients with tracheotomy in the 18-month period before the COVID-19 pandemic (September 2018 –
February 2020) and group 2 (n:99) of patients with tracheotomy during the COVID-19 pandemic (March
2020-August 2021). The two groups were compared in respect of demographic characteristics, duration of
intubation, early and late complications associated with tracheotomy, and patient outcomes (exitus, discharge
to home, transfer to palliative and other wards).
Results: Group 1 comprised 45% females and 55% males and group 2 comprised 51% females and 49%
males, with no statistically significant difference determined between the groups in respect of gender. A
statistically significant difference was determined between the groups in respect of age and the duration
of intubation (p<0.05). Tracheotomy-related complications were not determined to be significantly different
between the groups (p>0.05).
Conclusion: The patients in this study with a tracheotomy opened during the COVID-19 pandemic were
observed to be younger than patients with tracheotomy applied before the pandemic. In addition, the duration
of intubation was determined to be longer during the pandemic t han in the pre-pandemic period.
Muhammet Raşit Özer, Ali Avcı, İsmail Baloğlu, Kader Zeybek Aydoğan
Amaç: Bu çalışmada biyokimyasal parametreler, vital bulgular ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR) değerlerinin
COVID-19 hastalarında yoğun bakım yatış endikasyonunun belirlenmesinde kullanılabilir olup olmadığı
amaçlandı.
Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, bir üniversite hastanesinin acil servisinde
gerçekleştirildi. 1-31 Temmuz 2020 tarihinde hastanemize başvurmuş SARS-CoV-2 PCR testi pozitif olan
hastalar çalışmaya dahil edildi. Elektronik ortamda hastaların laboratuvar sonuçları, demografik bulguları ve
klinik sonuçları toplandı. Hastalar taburcu edilmiş, servise veya yoğun bakıma yatışı yapılmış olarak 3 gruba
ayrıldı. Gruplar arasında semptomların görülme sıklığı, şiddeti, ek hastalıklar, laboratuvar değerleri, NLR
değerleri kıyaslandı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 489 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların ortalama yaşı 48.69 + 17.25 yıl
iken bunların 260’ı (%53,16) kadındı. Bu hastaların 248’i (%50,9) taburcu edilirken, 207’si (%42,3) servislere,
33 (%6,7)’ü de yoğun bakım ünitelerine alındı. Yoğun bakıma yatış yapılan hastaların yaş, kalp hızı, üre,
kreatinin, CRP, D-dimer ve NLR değerleri diğer gruplara kıyasla yüksekken, bu grupta oksijen saturasyonu
ise istatiksel olarak anlamlı derecede düşüktü. Yoğun bakımı yatışı olanlarda Diabetes Mellitus, Esansiyel
Hipertansiyon, Kronik Obstrüktif Akciğer hastalığı gibi eşlik eden sistemik rahatsızlıklar daha fazlaydı.
Çok değişkenli analizde oksijen satürasyonu (OR:0.803) ve nötrofil-lenfosit oranı (OR:1.09) yoğun bakım
ünitesinde yatış endikasyonunun bağımsız öngördürücüsü olarak b ulundu.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda acil servise COVID-19 nedeni ile başvuran hastalarda özellikle düşük
oksijen satürasyonu ve yüksek nötrofil-lenfosit oranının yoğun bakım yatış endikasyonun belirlenmesinde
kullanılabileceklerini düşünüyoruz.
Aim: In this study, it was aimed whether biochemical parameters, vital signs and neutrophil-lymphocyte ratio
(NLR) values could be used in determining the indication for intensive care hospitalization in COVID-19
patients.
Patients and Methods: This retrospective observational study was conducted in the emergency department
of a university hospital. Patients with positive SARS-CoV-2 PCR test who applied to our hospital on 1-31 July
2020 were included in the study. Laboratory results, demographic findings and clinical results of the patients
were collected electronically. The patients were divided into 3 groups as discharged, admitted to the service
or intensive care unit. The incidence and severity of symptoms, comorbidities, laboratory values, and NLR
values were compared between the groups.
Results: A total of 489 patients were included in the study. The mean age of the included patients was 48.69
+ 17.25 years, of which 260 (53.16%) were female. While 248 (50.9%) of these patients were discharged,
207 (42.3%) were taken to the service and 33 (6.7%) to the intensive care units. Age, heart rate, urea,
creatinine, CRP, D-dimer and NLR values of the patients admitted to the intensive care unit were higher
than the other groups, while oxygen saturation was statistically significantly lower in this group. Concomitant
systemic diseases such as Diabetes Mellitus, Essential Hypertension, Chronic Obstructive Pulmonary
Disease were more common in those hospitalized in the intensive care unit. In multivariable analysis, oxygen
saturation (OR:0.803) and neutrophil-lymphocyte ratio (OR:1.09) were found to be independent predictors of
the indication for hospitalization in the intensive care unit.
Conclusion: As a result of our study, we think that especially low oxygen saturation and high neutrophillymphocyte
ratio can be used in determining the indication for intensive care hospitalization in patients who
apply to the emergency department due to COVID-19.
Selman Belviranlı, Ali Osman Gündoğan, Enver Mirza, Mehmet Adam, Refik Oltulu
Amaç: Bu çalışmanın amacı yarı-otomatik bir yazılım kullanılarak yapılan kantitatif korneal subbazal sinir
pleksusu (KSSP) analizlerinin gözlemciler-arası ve gözlemci-içi güvenilirliğinin değerlendirilmesidir .
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları
Bölümüne 20 Aralık 2021 – 20 Ocak 2022 tarihleri arasında başvuran 40 gönüllü dahil edildi. Katılımcıların
sağ gözlerinden Heidelberg Retina Tomografisi III ile entegre Rostock Kornea Modülü kullanılarak
KSSP’nu gösteren görüntüler alındı. Her bir gözden en kaliteli üç görüntü seçildi. ImageJ yazılımı için
NeuronJ eklentisi ile sinir lifleri işaretlendi ve sinir lifi uzunluğu (SLU), sinir lifi dansitesi (SLD) ve sinir
dalı dansitesi (SDD) hesaplandı. Tüm bu ölçümler iki farklı gözlemci tarafından yapıldı ve bir gözlemci
tarafından bir hafta ara ile ikinci kez tekrar edildi ve sınıf-içi korelasyon katsayısı (SKK) kullanılarak
gözlemciler-arası ve gözlemci-içi güvenilirlik analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 12’si kadın, 28’i erkek 40 katılımcının ortalama yaşı 34.70±5.86 yıldır.
Gözlemciler-arası güvenilirlik analizinde SKK değerleri SLU için 0.967 (95% CI 0.939-0.982), SLD için
0.826 (95% CI 0.696-0.904) ve SDD için 0.949 (95% CI 0.906-0.973) tespit edilmiş olup iyi-mükemmel
güvenilirliği göstermekteydi. Gözlemci-içi güvenilirlik analizinde SKK değerleri SLU için 0.964 (95% CI
0.932-0.981), SLD için 0.803 (95% CI 0.657-0.891) ve SDD için 0.890 (95% CI 0.802-0.941) tespit edilmiş
olup iyi-mükemmel güvenilirliği göstermekteydi.
Sonuç: Yarı-otomatik yazılım kullanılarak yapılan kantitatif KSSP analizlerinin gözlemciler-arası ve
gözlemci-içi güvenilirliği yüksektir ve bu sayede hem klinik pratikte, hem de klinik çalışmalarda, kornea
sinirlerinin iyilik halinin ve hasarının tespitinde, takibinde ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde
kullanılabilir.
Aim: The aim of this study was to evaluate the interobserver and intraobserver reliability of quantitative
corneal subbasal nerve plexus (CSNP) analyses using semi-automa ted software.
Patients and Methods: Forty volunteers who applied to the Ophthalmology Department of the Necmettin
Erbakan University Meram Medical Faculty between 20 December 2021 and 20 January 2022 were
enrolled in the study. Images showing CSNP were obtained from the right eyes of the participants by using
Heidelberg Retina Tomograph III with Rostock Cornea Module. Three best quality images were selected
from each case. NeuronJ plugin for ImageJ software was used to trace nerve fibers and calculate nerve
fiber length (NFL), nerve fiber density (NFD), and nerve branch density (NBD). All these measurements
were performed by two different observers, and repeated for the second time by one of the observers
with an interval of one week, and interobserver and intraobserver reliability were determined using the
intraclass correlation coef ficient (ICC).
Results: The mean age of 40 participants (12 female and 28 male) was 34.70±5.86 years. The ICCs
for interobserver reproducibility were 0.967 (95% CI 0.939-0.982) for NFL, 0.826 (95% CI 0.696-0.904)
for NFD, and 0.949 (95% CI 0.906-0.973) for NBD indicating good to excellent reliability. The ICCs for
intraobserver repeatibility were 0.964 (95% CI 0.932-0.981) for NFL, 0.803 (95% CI 0.657-0.891) for NFD,
and 0.890 (95% CI 0.802-0.941) for NBD indicating good to excel lent reliability.
Conclusion: Quantitative CSNP analyzes using semi-automated software have high interobserver and
intraobserver reliability and can therefore be used in both clinical practice and clinical studies for detection
and follow-up of corneal nerves’ well-being, damage, and evaluation of response to treatment.
Omer Yalkin, Nida Iflazoğlu, Mustafa Yener Uzunoğlu, Ezgi Işıl Turhan, Melike Nalbant
Amaç: Bu çalışmada özofagogastrik bileşke adenekarsinomu (AEJ) bulunan 69 hastanın klinikopatoloji
özellikleri ve genel sağ kalımı ile ilgili 10 yıllık deneyimimi zi paylaşmaktır.
Hastalar ve Yöntem: AEJ tanısı konulan ve kliniğimizde opere edilen 69 ardışık hasta çalışmaya dahil
edilmiştir. Hastaların demografik özellikleri; laboratuvar parametreleri, cerrahi rezeksiyon yaklaşımı; TNM
evreleri; rezeksiyon kapsamı; alınan lenf nodu toplam sayısı; tümör lokalizasyonu; lenfatik, vasküler ve
perinöral invazyon varlığı ile genel sağ kalım (OS) durumu kaydedilmiştir. Hastalar Siewert Type II ve Siewert
Type III olmak üzere iki gruba ayrılmıştır .
Bulgular: Gruplar arasında yaş (p=0.696) ve cinsiyet (p=0.140) bakımından anlamlı fark yoktur. T evresi
dağılımı gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklıdır (p=0.0026). R0 düzeyindeki hastalarda
OS, R1 düzeyindeki hastalara kıyasla anlamlı olarak daha yüksektir. Lenfatik, vasküler ve perinöral invazyon
bulunmayan hastalarda OS istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksektir. Bir yıllık OS %85.50, 3 yıllık
OS %49.10 ve 5 yıllık OS %43.60 olarak belirlenmiştir. Mortalite riski perigastrik yağ infiltrasyonu varlığında
8.63 kat, vasküler invasyon durumunda 12.60 kat ve perinöral invazyon durumunda 13.45 kat artmıştır. Sağ
kalım oranı Siewert Type II ve Type III hastalarda 10 yıllık medyan izlem süresinde sırasıyla %51 ve %41
olarak saptanmıştır.
Sonuç: Bu çalışma klinikopatolojik özellikleri ve genel sağ kalımı başarılı bir şekilde değerlendirmiş ve
Siewert Type II tümörler ile Siewert Type III tümörlerin benzer sağ kalım sonuçlalarına sahip olduklarını
göstermiştir. AEJ hastalarının sonuçları konusundaki mevcut bulgulara katkı sağlamak amacıyla daha geniş
serili ve uzun dönem kapsamlı, çok merkezli ileri çalışmalara i htiyaç vardır.
Aim: In this study, we aimed to present our 10-year experience regarding clinicopathology characteristics and
overall survival of 69 patients with adenocarcinomas of esophag ogastric junction (AEJs).
Patients and Methods: A total of 69 consecutive patients diagnosed with AEJ and operated in our clinics
were included in the study. Patients’ demographic characteristics; laboratory parameters, surgical resection
approach; TNM stages; resection extent; total number of removed lymph nodes; tumor localization; presence
of lymphatic, vascular and perineural invasion and overall survival (OS) status were recorded. The patients
were divided into two groups as Siewert Type II and Siewert Type III.
Results: There was no statistically significant difference between the groups in terms of age (p=0.696)
and gender (p=0.140). Distribution of T stage was statistically significantly different between the groups
(p=0.026). OS was found to be significantly higher in patients at R0 level compared to those at R1 level. OS
was statistically significantly higher in patients without lymphatic, vascular and perineural invasion. 1-year OS
was determined as 83.50%, 3-year OS as 49.10% and 5-year OS as 43.60%. The risk of mortality increased
by 8.63 folds in the presence of perigastric fat infiltration, 12.60 folds in the case of vascular invasion and
13.45 folds in the case of perineural invasion. The survival rate was found as 51% and 41% in the Siewert
Type II and Type 3 patients at median 10-year follow-up.
Conclusion: This study had successfully evaluated the clinicopathological characteristics and overall
survival, and demonstrated that Siewert II tumors and Siewert III tumors had similar survival outcomes.
Further comprehensive multicenter studies with larger series and long-term studies are needed to provide
contribution to the existing evidence on outcomes of patients w ith AEJs.
Mehmet Yılmaz Salman, Orhun Sinanoğlu, Göksel Bayar
Amaç: Bu önce ve sonra çalışmasının amacı, 2019 ve 2020'nin aynı döneminde pandemi öncesi ve sonrası
ürolojik konsültasyon ve acil durumlardaki değişiklikleri iki g rup olarak karşılaştırmaktır.
Hastalar ve Yöntem: Hasta dosyaları geriye dönük olarak taranmış ve konsültasyon, ameliyat ve yatış
sayıları değerlendirilmiştir. İki grup triyaj renk kodları ve nihai kararlar açısından karşılaştırılmıştır. Hastaların
yaş ve cinsiyet gibi demografik verileri, triyaj renk kodu, konsültasyon kliniği, vizit tipi (düzenli vs kontrol) ve
operasyon verileri (ameliyat tipi, profilaksi durumu, ameliyat yeri vb.) kaydedilmiştir.
Bulgular: 2019 yılında 50 günlük dönemde acil servise toplam 89.674 hasta, 2020 yılında ise aynı dönemde
53.745 hasta başvurmuştur. Aynı dönemde acil servise başvuran hasta sayısı bir önceki yıla göre %40,07
azalmıştır. Yeşil triaj kodlu hastaların oranı 2020 yılında 2019 yılına kıyasla %30 azalırken, aynı dönemde
sarı triaj kodlu hastaların oranı ise %28.9 artmıştır. Üroloji vizitlerinde 2020'de %85.91 gibi dramatik bir düşüş
yaşanmıştır.
Sonuç: COVID-19 pandemisi hala devam etmekte olup, aşılama programları ve kısa sürede kullanıma
sunulacak olan yeni ilaçlar dahil olmak üzere tüm çabalara rağmen bir süre daha devam edecek gibi
görünmektedir. Pandemi ile birlikte üroloji kliniğine konsülte edilen hastal arın sayısında azalma olmuştur .
Aim: In this pre-and post- study, we aimed to compare changes in urological consultations and emergencies
between before and after the pandemic at the same time period o f 2019 and 2020 as two groups.
Patients and Methods: Patient files were retrospectively screened and numbers of consultations, surgeries
and admissions were evaluated. The two groups compared in terms of triage color codes, and final decisions.
Patients’ demographic data such as age and gender, triage color code, consultation order clinic, type of visit
(regular vs control), and operational data (type of surgery, prophylaxis status, place of OR etc) were recorded.
Results: A total of 89,674 patients presented to the emergency department in the 50-day period in 2019 and
53,745 patients in the same period of time in 2020. The number of patients presenting to the emergency
department decreased by 40.07% within the same period compared to the previous year. The percentage of
patients with the green triage code was decreased in 2020 by 30% compared to 2019, while the percentage
of yellow triage code was increased in 2020 by 28.9% compared to 2019. There was a dramatic fall in urology
visits in 2020 by 85.91%.
Conclusion: The COVID-19 pandemic is still ongoing, and it seems likely to continue for some time, despite
all efforts including vaccination programs and novel drugs that will also become available in a short time. The
number of patients cosulted with urology outpatient clinic has decreased during the pandemic.
Nur Türkmen, Betigül Yürüten, Figen Güney
Ulnar tuzak nöropatilerin en sık görüldüğü yer, dirsektir. Ulnar Nöropatilerin tanısal yaklaşımı iğne
elektromyografi bulgularına dayanır. Bu vakanın bildirilme amacı, brakiyal pleksustan çıkan sinirlerin
literatür bilgisi dışında izlenebilen hassasiyetine dikkat çekm ektir.
The most common site of ulnar nerve entrapment is at the elbow. Diagnostic approach to ulnar neuropathy mainly depends on needle electromyographic findings. This case report aims to highlight the susceptibility of nerves arising from brachial plexus to injuries varies beyond the literature knowledge.