Empotansı Olan Aorta4lıak Okluzyon Veya Stenozlu Hastalarda Pta Veya Intravaskuler Stentın Tedavıdekı Yerı
Serdar Karaköse, Tülay Ölçer, Turhan Cumhur, İbrahim Ünal Sert
Araştırma makalesi
Özeti
Empotansı Olan Aorta4lıak Okluzyon Veya Stenozlu Hastalarda Pta Veya Intravaskuler Stentın Tedavıdekı Yerı
The EffectIveness Of Pta Or Intravascular Stents In The Treatment Of The PatIents WIth Aorta-IlIac Occ-LusIon Or StenosIs And Empotance
Penil ereksiyonu saglayan en Onernli mekanizma plan korpus kavernozumun kanlanmaszndaki yetmezlik, organik arter hastaltklarma bagli olarak bircok olguda gorillmektedir. Common iliak arterdeki dada( ye ttkanaliklart perlditan transluminal anjioplasti (PTA), rotaks ye lumen iii stem ile redavi edilen 38-63 ya§•ar arasIndaki 27 pasta cahpnamir kapsamma alina Klinik bulgu olarak hastalarin tiimiinde alt ekstremitede kladikasyo ye 12 hastada empotans vardt. 27 hastada da ana neden atherosklerozisti. PTA veya lumen ici stent yer-le'tirilmesinden 4-12 ay sonra empotanstn norm ale doniip donntedig'i araotrtidt. Gir4imsel yontemler sonrast 12 hastamn9'unda (%75) empotans ba§artyla kavboldu. calipnamtz sonucu arteriel kokenli impotanslartn tedavisinde radyolojik giri§imsel y5ntemlerin baari h oldugu gozknnti§-tir.
According to the fundamental nature of penile erection, insufficiency of the arteriel blood supply to the corpora cavernosa caused by an organic arteriel disease is found in a large fraction of case. Our experience in the treatmen of stenoses or obstruction of the common iliac arteries with PTA, rotacs and intra-arteriel stents in 27 patients, between 38-63 years of ages, are reported. Clinical finding were lower limb claudicatio in all patients and impotence in 12 patients. The underlying disease was atherosclerosis in all 27 patients. Restitution of potency was recorded 4-12 months after the PTA or intravasccular stent application. After the intervention of procedures in 9 (%75) of the 12 patients, potency was succesliilly restored. As a results we think that radiological interventional procedures are succesfull in treatment of impotency which has arteriel etiology.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
Hasan Hüseyin Telli, Asım Sarıgüzel, Ahmet Temizhan, Ali Borazan, Turgut Karabağ, Hasan Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Konya Bölgesinde Aterosklerotik Kalp Hastalığı Risk Faktörlerinin Bölgesel Dağılımı
RegIonal DIstrIbutIon Of The AtherosclerotIc Heart DIsease's RIsk Factors In Konya
Bu retrospektif klinik çalışmada Konya bölgesinde koroner anjiografi için kliniğimize alınan hastalarda aterosklerotik risk faktörleriyle, klinik tanı ve anjio skorlarının bölgesel dağılımını araştırmayı amaçladık. Çalışma klinik olarak koroner arter hastalığı (KKH) tanısı konulan 630 olguda yapıldı. Olguların yaş, cinsiyet, dislipidemi, total kolesterol, trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol, sigara kullanımı, hipertansiyon, diyabet, heredite gibi risk faktörleri değerlendirildikten sonra KKH'ın yaygınlığının bir ölçüsü olan Reardon'un modifiye şiddet skoru hesaplandı. Çalışmaya 450'si erkek. 180 i kadın ( yaş ortalaması 56.2 ±9.3 yıl ve yaş aralığı 20-80 yıl) toplam 630 olgu alındı. Aterosklerozun yaygınlığı arttıkça trigliserid değerleri de belirgin olarak artış gösterdi. Bu artış 2 damar hastalığı grubunda tek damar hastalığı grubuna göre anlamlı (p<0.05) idi. HDL değerleri damar tutulumu arttıkça azalma gösterdi. Bu azalma 3 damar grubunda tek damar grubuna göre anlamlıydı (p<0.05). Erkeklerde trigliserid değeri, sigara skoru ve oranları 20-49 yaş grubunda, 60 yaş üzeri gruba göre daha yüksekti (p< 0.05). Sigara kullanımı 50-59 yaş grubunda da 60 yaş üzeri grubuna göre daha fazla bulundu (p<0.05). Hipertansiyon 60 yaş üzeri grupta 20-49 ve 50-59 yaş grubuna göre daha yüksekti (p<0.05). KKH ile yaş, kolesterol, trigliserid. LDL kolesterol, HDL kolesterol ve sigara kullanımı arasında korelasyon bulundu. Sonuç olarak, bölgemizde sigara dışında aterosklerotik risk faktörleri TEKHARF çalışmasındaki gerek Türkiye gerekse İç Anadolu için verilen değerlerden daha yüksek bulundu.
İn this retropective study, patients with atherosclerotic risk factors and the related clinical diagnosis, angiographic scoring and regional distribution were investigated. A total of 630 patients (450 male, 180 female, mean age 56,2 ± 9.3) t hat underwent coronary angiography were enrolled. Patients were classified according to the clinical characteristic and Reardon’s modified severity scoring which is the indicator of the extend of coronary artery disease, was calculated. A parallel increase in coronary disease along with higher triglicehdes was observed, which was significantly different betvveen single and double vessel disease(p<0,05). The same correlation was apparent between HDL levels and the extent of the disease vvhich was remarkable in single and triple vessel disease group (p<0,05). Triglyceride levels varied as higher in males younger than 60 year of age vvhile smoking was lower in the same group (p<0,05). On the other hand hypertension was observed more frequently in elder patients (<60 year of age) (p<0,05). As a conclusion, ali risk factors other than smoking appeared to be higher than TEKHARF cohort, which were given for Central Anatolia region.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sjögren Sendromunda İskemik Modifiye Albumin
düzeyinin İnflamatuvar Parametreler Ve Aterosklerozla
ilişkisi
Ferhat Gökmen, Hakan Türkön, Ayla Akbal, Hatice Reşorlu, Yılmaz Savaş, Mustafa Reşorlu, Beşir Şahin İnceer, Muammer Müslim Köse
Araştırma makalesi
Özeti
Sjögren Sendromunda İskemik Modifiye Albumin
düzeyinin İnflamatuvar Parametreler Ve Aterosklerozla
ilişkisi
The RelatIonshIp Between Inflammatory Parameters And
atherosclerosIs WIth IschemIc ModIfIed AlbumIn Levels In Sjögren
syndrome
Bu çalışmada Primer Sjögren Sendromu hastalarında (pSS)
iskemik modifiye albümin (İMA) düzeyleri ve Karotis intima media
kalınlığını (KIMK) belirlemeyi ve İMA düzeyleri ile inflamatuvar
parametreler ve ateroskleroz arasındaki ilişkiyi araştırmayı
amaçladık. Çalışmaya 20 pSS hastası ve 20 sağlıklı kontrol alındı.
Klinik ve laboratuvar değerlendirmede eritrosit sedimentasyon hızı
(ESH), C-reaktif prrotein (CRP), vizüel analog skalası (VAS)- ağız
ve VAS-göz kuruluğu parametrelerinden yararlanıldı. Çalışmaya
katılanların tamamı kadındı. Katılımcıların yaş ortalaması 46.6±9.1
yıl idi . Primer SS hastalarının yaş ortalaması 47.1±7.7 yıl, kontrol
grubunun yaş ortalaması 46.1±10 yıldı. Primer SS hastalarının
ortalama hastalık süresi 5.8±4.4 yıl idi. Hasta ve kontrol grupları
arasında İMA değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı bir
fark bulunmadı (Sırasıyla 506.4±52.8 AbsU vs 482.7±34.7 AbsU;
p=0.101) ve klinik parametreler arasındaki ilişki incelendiğinde
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptanmadı. Karotis intima
media kalınlığının hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı (Sırasıyla 0.70±0.13
mm vs 0.61±0.09 mm; p= 0.016). Karotis intima media kalınlığı ile
klinik parametreler arasındaki ilişki incelendiğinde KIMK ile yaş
(r=0.700, p<0.001) ve ESH (r=0.312, p=0.05) arasında pozitif yönlü
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç olarak
çalışmamızda İMA değerlerinin normal, KIMK değerlerinin ise yüksek
olduğu ve her ikisi arasında herhangi bir ilişki olmadığı gösterilmiştir.
Karotis intima media kalınlığının yüksek olması, kardiyovasküler
risk faktörlerine sahip olmayan pSS hastalarında kardiyovasküler
hastalıkların habercisi olabilir. Primer SS hastalarında İMA düzeylerini
değerlendirmek için daha fazla klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.
The goal of this study was to determine ischemic modified albumin
(IMA) levels and the carotid intima-media thickness (CIMT) in Primary
Sjögren Syndrome(pSS) patients. We also aimed to search the
relationship between inflammatory parameters and atherosclerosis
with ischemic modified albumin levels. Twenty pSS patients and
20 healthy control subjects were enrolled in this study. Clinical
evaluations were done by using clinical parameters [Visual analog
scale (VAS), dryness of mouth and eyes] and laboratory parameters
[erythrocyte sedimentation rate (ESR) and C-reactive protein (CRP)].
All patients were females. The mean age of all subjects was 46.6±9.1.
The mean age for pSS patients was 47.1±7.7 years, and 46.1±10
years for healthy subjects. The duration of disease in pSS patients
was 5.8±4.4 years. There were no statistically significant differences
between IMA levels of patients and healthy subjects (506.4±52.8
AbsU and 482.7±34.7 AbsU respectively; p=0.101). There were also
no statistically significant corelation for clinical parameters. The CIMT
were statistically significantly higher for patients when compared to
healthy subjects (0.70±0.13 mm and 0.61±0.09 mm respectively; p=
0.016). When we analyzed the relationship between CIMT and clinical
parameters, we determined statistically significant positive corelation
between CIMT and age (r=0.700, p<0.001), and ESR (r=0.312,
p=0.05). As a result, our study revealed normal IMA levels and higher
CIMT levels, and no corelation between both of them. The higher
levels of CIMT levels may be a precursor of cardiovascular disease
in PSS patients without cardiovascular risk factors. Further clinical
studies are now required to evaluate IMA levels in pSS
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hırsutızmde Kardıyovaskuler Rısk Acısından Hdl Alt Gruplarının Tayını
Mehmet Gürbilek, Mehmet Aköz, Hüseyin Vural, Mine Kaymakçı, Mahmut ay, Mürsel Gökçen
Araştırma makalesi
Özeti
Hırsutızmde Kardıyovaskuler Rısk Acısından Hdl Alt Gruplarının Tayını
The DetermInatIon Of Hdl-Cholesterol Levels As CardIovascular RIsk Factor In HIrsutIsm.
Hirsutismus'lu 23 hastada, serum total ko-lesterol, LDL- kolesterol, HDL- Kolesterol, HDL2- kolesierol ye HDL3- kolesterol seviyeleri 18 normal kadinlarazki ile karplavtrildt. Hirsutismus'lu grupta HDL-kolesterol ye HDL-2 kolesterol onemli mik-tai-da diisiiktii (p<0.01). Dugiik HDL- kolesterol ye HDL,- kolesterol seviyeleri hirsutismuslu vakalarda ateroskleroz riskini arttrabilecegi kanaatine varildt.
In this study, the serum total cholesterol, LDL-cholesterol, HDL-cholesterol. HDL2-cholesterol and HDL3- cholesterol levels of 23 hirsutic patient were compared with 18 normal women. HDL-cholesterol and HDL2-cholesterol levels were significantly lower in hirsutic group than in control (p<0.01). It is known that low levels of HDL-cholesterol can he considered as a risk marker for atherosclerozis. We conculuded that low HDL-cholesterol and HDL2- cholesterol leyel.s- in hirsutism may constitute an im-portant risk factor.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi Hastalarında Ateroskleroz Riski Daha Mı Düşük?
Lütfullah Altıntepe, Murat Demir, Halil Zeki Tonbul, Mehmet Akif Düzenli, İbrahim Güney, Süleyman Türk, Mehdi Yeksan
Araştırma makalesi
Özeti
Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi Hastalarında Ateroskleroz Riski Daha Mı Düşük?
Is AtherosclerosIs RIsk Lower In Capd PatIents?
Amaç: Aterosklerotik kalp hastalığı kronik böbrek yetmezliği (KBY) hastalarda morbidite ve mortalitenin başlıca nedenidir. Bu çalışmada erken dönem aterosklerozun bir bulgusu olarak yorumlanan artmış karotid arter intima media kalınlığı (İMK) ile çeşitli kardiyovasküler hastalık risk faktörlerinin sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) ve hemodiyaliz (HD) hastalarında karşılaştırılması amaçlandı. Metod: Kliniğimizde takip edilen hastalardan rastgele örnekleme yöntemiyle seçilen 25 hemodiyaliz (12E, 13K; ortalama yaş 42.3±11.4 yıl, diyaliz süresi 32.6 f 19.5 ay) ve 28 periton diyaliz hastası (10E, 18K; ortalama yaş 41.8±9.5 yıl, diyaliz süresi 25.5±22.1 ay) çalışmaya dahil edildi. Diabetesmellitusu olan ve 10 yıldan uzun süreli diyalize giren hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm hastaların ekokardiografileri ve karotis arter incelemeleri, hastaların klinik ve laboratuar bilgileri belirtilmeden aynı kardiyolog tarafından yapıldı. Bulgular: SAPD hastalarıyla karşılaştırıldığında, HD hastalarında hem homosistein düzeyi hem de karotid arter İMK anlamlı olarak arttığını saptadık (sırasıyla p=0.012 ve p=0.011). Buna karşın SAPD hastalarında total kolesterol ve trigliserid düzeyleri daha yüksek saptandı (sırasıyla p=0.0001 ve p=0.008). HD hastalarında; İMK ile homosistein düzeyi arasında pozitif ilişki saptanırken (r=0.677, p=0.001), SAPD hastalarında ise böyle bir ilişki tespit edilmedi. Sonuç: SAPD hastalarında hem erken dönem aterosklerozun bulgusu olan İMK hem de homosistein düzeyleri daha düşük olarak saptandı. SAPD tedavisi ateroskleroz gelişimi açısından daha avantajlı bir tedavi seçeneği olabilir.
Aim: Atherosclerotic heart disease is the most causes of morbidity and mortality in chronic renal failure patients. We compared CAPD and HD patients for cardiovasculer disease (CVD) risk factors and increased mean carotid artery intima media tickness (MCIMT) that results early atherosclerosis. Method: 25 HD patients (12 M, 13 F, mean age 42.3 11.4 year, dialysis time 32.6 19.5 month) and 28 CAPD patients (10 M, 18 F, mean age 41.8 9.5 year, dialysis time 25.5 22.1 month) in our clinic were included to the study. All patients bilateral carotid arteries examined by B mode ultrasonography and measured MCIMT. Patients with diabetes mellitus and more than 10 years undergo dialysis excluded. Results: In HD patients homocystein level and MCIMT are higher when compaired with CAPD patients. (in order p=0.012 and p=0.011). But in CAPD patients plasma total cholesterol and triglycerid levels are higher than HD patients. (in order p=0.001 and p=0.008) There is a positive correlation between MCIMT and homocystein level in HD patients (p=0.001, r=0.677) but not yet in CAPD patients. Conclusion: In CAPD patients MCIMT; early sign of atherosclerosis and homocystein level are lower. CAPD may be more advantageous and defender for atherosclerosis with renal replacement therapy patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Troidektomi Sonrası Endoskopik Özofagus Stenti Uygulaması
Fahrettin Acar, Hüsnü Alptekin, Hüseyin Yılmaz, Mehmet Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Troidektomi Sonrası Endoskopik Özofagus Stenti Uygulaması
EndoscopIc Esophageal StentIng After ThyroIdectomy
Bening veya malign nedenlere bağlı özofagus obstruksiyonlarının palyasyonunda, özofagus stentleri etkili bir şekilde uygulanmaktadır. Üst servikal özofagus darlıklarında stent yerleştirilmesi, boynunda sürekli yabancı cisim hissi nedeniyle hastaya endişe ve rahatsızlık veren özel zorluklar içerir. Ayrıca, endoskopist proksimal stent sınırını düzgün ayarlaması için üstün beceride olması gerekir. Biz postoperatif bening darlıkta, kendiliğinden genişleyebilen metalik stent ile üst servikal darlığın stentlenmesine ait deneyimimizi sunuyoruz. Disfaji kaybolmuş ve endoprotez iyi tolere edilmiştir
Palliation of esophageal obstruction due to benign or malignant causes, esophageal stents effectively implemented. Strictures of the upper cervical esophagus stent placement, foreign body sensation in his neck due to constant worry and discomfort that the patient has particular challenges. Additionally, the endoscopist needs to have great skill to properly adjust the proximal stent end. We present the experience of stenting high cervical esophageal strictures with a selfexpanding metalic stent, in postoperative benign stenosis. Dysphagia disappeared and the endoprosthesis was well tolerated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner Arterıografıde Damar Tutulumu Gosteren Olgularda Testosteron Ve Dheaso4 Duzeylerı İle Hdl-C Arasındakı
Mehmet Gürbilek, Alaaddin Avşar, Mehmet Aköz, Bünyamin Kaptanoğlu, Süleyman Kaleli, Bayram Korkut
Araştırma makalesi
Özeti
Koroner Arterıografıde Damar Tutulumu Gosteren Olgularda Testosteron Ve Dheaso4 Duzeylerı İle Hdl-C Arasındakı
RelatIonshIp Between Hdl-C And Testosteron As Well As Dheaso4 Levels In Subjects WIth Ar-TerIal Involvement Documented By AnjIography
HDL-C metabolizmastmn ateroskleroz olu-Finutna herhangi hir erkisinin olup olmadtgint in-celeyen pek uk calqnza yapthnzitirfapilan ca-l7malarda ateroskleroza karcz koruyucu nfiiis oldu,Onu g5steren often& bulgular mev-iiiltur.Kadinlarda HDL-C seviyesinin erkeklerden tlAct ►iiksek oldiOu bildirilrni tir.Diisfik HDL-C se-rsirairr va.sam tarzina nu yoksa endojen hO•111011htfilla rare baglt oldugu bilinrnemektedir. • Biz de calqinalartmizda aterosklemtik koroner aster- hastahgt gelisirrri iizerine HDL-C ile erkek seks hortnonlart anistndaki araotrdik. Koroner aster hastaltgt (KAH), koroner ar-terio;rafi tle tesbit edilen ve damar tutulumuna gore bir, iki ve iic dantar hastaltgt grublart ye koroner ar-te•iogrigi ile damar tutulurnu gestermeven olgular kontrol grubu olarak secildi.Olgulartn serumlarinda total koiestercl, HDL-C,LDL-C, total tes-tosteron,serbest testosteron ye DHEA SO4 Olciimleri Tiim KAH olgularda HDL-C ile serbest tes-tcsteron arasinda onemli bir korelasyon bulundu
A number of study investigating effects of HDL-C metabolism on atherosclerosis formation have been performed. These studies have shown that HDL-C has a protective role against at-herosclerosis. It has been staded that HDL-C levels of women are higher than those of men. It is not known whether this lower level of HDL-C in men de-pends on their life-style or endogen sex hormones. In our study, we investigated effects of HDL-C and male sex hormones on atherosclerosis. Patients were classified into three classes according to the number of arteries involved by coronary angioraphy as one, two and three arteries. Control group was choisen from subjects not showing any arterial in-volvement. Levels of serum total cholesterol, HDL-C, LDL-C , total testosteron, free testosteron and DHEA SO4 were analyzed in all subjects. A significant cor-relation was observed between free testosteron and HDL-C levels of all patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Konvansiyonel Koroner Anjiografide İzole Tek Koroner Arter Anomalisi Sıklığı
Nurcan Başar, İbrahim Akpınar, Osman Turak, Mahmut Mustafa Ulaş, Gökhan Lafçı, Özgül Malçok Gürel, Ahmet İşleyen, Ayşenur Ekizler, Kumral Çağlı, Halil Lütfü Kısacık
Araştırma makalesi
Özeti
Konvansiyonel Koroner Anjiografide İzole Tek Koroner Arter Anomalisi Sıklığı
Frequency Of Isolated SIngle Coronary Artery AnomalIes DurIng ConventIonal Coronary AngIography
İzole tek koroner arter anomalili (TKAA) olgular; klinik özellikleri, anjiyografik bulguları ve tedavi yöntemleri araştırılmak üzere geriye dönük değerlendirildi. Ekim 2005 ve Ekim 2008 tarihleri arasında Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniğinde 27.714 hastaya tanısal amaçlı yapılan koroner anjiyografi (KAG) kayıtları incelendi ve TKAA tanılı 10 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ortalamaları 60±13, (dağılım 33–77 yıl ) idi, hastalardan 4’ ü erkek (%40), 6’ sı kadındı (%60) (yaş ortalaması sırasıyla 49±14,5 yıl; dağılım 33–68 yıl ve 67±8 yıl; dağılım 60–77 yıl). Hastaların başvuru sırasındaki klinik ve demografik özellikleri ve uygulanan tedavi yöntemleri kaydedildi ve KAG kayıtları izlenerek modifiye Lipton sınıflandırmasına göre sınıflandırıldı. Çalışmaya alınan kardiyak kateterizasyon yapılmış 27.714 hastanın 10 tanesinde TKAA tespit edilmiştir. Hastalardan 9 (%90) tanesinde tek koroner arter sağ sinüs valsalvadan orjin alırken, 1 hastada (%10) tek koroner arter sol sinüs valsalvadan orjin almıştı. Hastaların 4’ ünde (%40) ciddi aterosklerotik kalp hastalığı mevcuttu ve bu hastaların 2’ sine koroner baypas cerrahisi uygulandı. Diğer hastalar medikal takibe alındı. Tek koroner arter anomalileri nadir anomaliler olmasına rağmen özellikle KAG işleminin sık yapıldığı büyük merkezlerde insidental olarak daha sık saptanırlar. Birçok olgu klinik olarak iyi seyirlidir ve medikal izlem yeterlidir. Fakat tedavi planlanırken; klinik semptomlar, aterosklerotik kalp hastalığı varlığı, koroner anomalinin tipi dikkate alınmalıdır.
Patients with isolated single coronary anomaly were retrospectively evaluated for clinical features, angiographic findings and treatment options. Medical records of 27714 patients, who had undergone diagnostic coronary angiography in Türkiye Yüksek İhtisas Hospital between October 2005 and October 2008, were researched and 10 patients with the diagnosis of isolated single coronary artery were recruited into the study. The mean age of patients were 60±13 years (ranging from 33 to 77), 4 of them were men (40%) and 6 were women (60%); mean ages 49±14,5 years (ranging from 33 to 68) and 67±8 years (ranging from 60 to 77), respectively. The patient’s clinical and demographic features on admission, the treatment method used were recorded and the records of coronary angiography were examined again and were classified according to modified Lipton’s classification. Isolated single coronary artery anomaly was diagnosed in 10 patients in the group of a 27714 patients who had undergone coronary angiography. Single coronary artery was originating from right sinus valsalva in 9 patients (90%), and from left sinus valsalva in a patient (10%). Four patients (40%) had severe atherosclerosis and 2 of them had undergone coronary by-pass surgery. The rest of the patients were followed-up under medical treatment. Although isolated single coronary artery anomaly is a rare entity, in hospitals in which coronary angiographic procedures are frequent, its incidence is incidentally more common. In most of the cases clinical outcomes are well and medical treatment and follow-up is enough. In cases which we plan coronary intervention, clinical features, presence of the atherosclerotic disease and the type of coronary anomaly should be watched out.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Değişik Zaman Süreçlerinde Oluşturulan İskemi Ve Aşırı Yüklemenin Kas Kütlesi Ve Lifleri Üzerine Etkileri
Durmuş Deveci, Filiz Şanlı Yılmaz, Yakup Güven, Metin Acıel, Ahmet Ünal
Araştırma makalesi
Özeti
Değişik Zaman Süreçlerinde Oluşturulan İskemi Ve Aşırı Yüklemenin Kas Kütlesi Ve Lifleri Üzerine Etkileri
The Effects Of IschaemIa And Overload On Muscle Mass And FIbre SIze Över TIme.
Amaç: Bu çalışma; değişik zaman süreçlerinde, iskemik ve normal koşullarda ekstensor dijitorum longus (EDL) ve ekstensor hallusls proprius (EHP) kasları aşırı yüklendiği zaman, kas hipertrofisinin nasıl etkilendiğini ve ayrıca aynı kas İçerisindeki farklı çaptaki kas liflerinin buna nasıl bir cevap verdiğini gözlemlemek üzere planlanmıştır. Yöntem: Deneylerde 87 erkek sıçan kullanıldı. Sıçanlar kontrol, iliak arterin bağlanmasıyla oluşturulan iskemik, TA kasının çıkarılmasıyla diğerlerinden EDL ve EHP’nin üzerine ek yükün bindiği aşırı yüklenen (AY), ve aşırı yükle nen ve aynı zamanda iskemik (AY+I) olan olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Histolojik İncelemeler kriyostad kesitler üzerinde yapıldı. Bulgular: EDL de ilk dört hafta boyunca hipertrofiye aynı oranda cevap gözlendi (P<0.05), küçük kas EHP de ise bu süre içerisinde zamanla artan oranlarda hlpertrofi meydana geldi (P<0.01). Altıncı haftada ise EDL kasındaki hipertrofik artış diğer zaman dilimlerinden daha fazlaydı. Aynı kas İçerisinde A Y ile oluşturulan hipertrofiye, küçük çaplı kas lifleri, büyük çaplı olanlara göre daha fazla cevap verdi (P<0.01), ve büyük çaplı kas liflerindeki hipertrofi anlamsız olurken atrofi ise anlamlı olarak ortaya çıktı. İskemi EDL kasında her zaman atrofiye neden olurken, EHP kasında ise atrofi anlamsızdı. A+l kasda kısa sürelerde ortaya çıkan hipertrofideki artışlar AY’e göre daha az olurken 6. haftada bu artış her iki kasta da eşitlendi. Bunun olası nedenleri arasında yeni kan damarlarının oluşması (anjiyojenezis) gösterilebilir. Sonuç: Aynı işlevli kaslardan biri alındığı zaman geride kalan lardan küçük olanı daha fazla hipertrofiye olmakta ve aynı kas içerisinde de küçük liflerin hipertrofisi daha fazla olmaktadır. Ayrıca, iskemik kaslarda atrofiyi önleyebilmek ve anjiyojenezisi stimüle edebilmek için sıçanların AY+I kaslarında görüldüğü gibi egzersizin ilk dönemlerinde ağrının oluşmasına rağmen kontrollü olarak kasların kul lanılmasının gerekliliği vurgulandı.
Purpose: Extensor digitorum longus (EDL) and extensor hallucis proprius (EHP) muscles were overloaded in Ischaemic and normal muscle in order to determine how muscle hypertrophy occurred under these conditions, and to vvhat extend fibres of different size in the same muscle responded to overload during different time courses. Methods: İn this experiment 87 male rats were used and divided into control (C), ischaemic (I) achieved by unilateral ligation of the common iliac artery, overloaded (O) achieved by unilateral ablation of the synergist tibialis anterior, and overloaded plus ischaemic (O+l) groups. Histological analysis was performed on cryostat sections. Results: İn EDL hypertrophy occurred at the same level during the first 4 vveeks (P<0.05 vs. O), while in the smaller EHP hypertrophy occurred progressively över this time (P<0.01). After 6 vveeks, hypertrophy of the EDL was clearly greater than at earlier time points. İn the EDL muscle the response to hypertrophy was greatest in the smaller muscle fibres (P<0.01). VVhile hypertrophy was not signlficant in the larger fibres, atrophy was significant during ischaemia (P<0.01). VVhen overloaded muscle was made ischaemic there was less hypertrophy compared to non-ischaemic muscle during the first 4 weeks but it reached the same level by 6 vveeks, possibly due to angiogenesis in this time. Conclusions: There was greater hypertrophy in the smaller muscle vvhen a synergist muscle was removed, and there was also greater hypertrophy in the smaller fibres vvithin same muscle. İt is postulated that in order to prevent atrophy and stimulate angiogenesis in the ischaemic muscle, as vvas shovvn in the O+l muscle, careful exercise is reçuired although possible pain during the initial period may limit the response.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
İdris Mehmetoğlu, Abdullah Sivrikaya
Derleme
Özeti
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
SItosterolemIa (ß-SItosterolemIa)
Amaç: Sitosterolemi; fitosterolemi olarak da adland›r›lan, artmış plazma ve doku sterol konsantrasyonuyla karakterize, çok nadir görülen otozomal resesif kalıtsal bir hastalıktır. Erken koroner ateroskleroza eğilim gösteren, tendon ve tüberoz ksantomlarıyla karakterizedir. Bu makalede sitosterolemi hastalığı ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Ana Bulgular: Sağlıklı kişilerde total plazma bitki sterol konsantrasyonu 1mg/dl’den daha az olduğu halde, sitosterolemi hastalarında bu oran 12-40 mg/dL kadar yükselmektedir. Sitosterolemi hastalarında, bitki sterolleri olarak başta sitosterol ve kampesterol artmış olmasına rağmen, aynı zamanda stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol ve sitositanol da bulunur. Sitosterolemi’nin ABCG8 ve ABCG5 proteinleri için genlerin herhangi birinde mutasyonlardan kaynaklandığı belirlenmiştir. ATP-bağlayıcı kaset (ABC) transport proteinleri bitki sterollerini intestinal hücrelerde bağırsak lümeni içerisine geri pompalayarak, sterol absorpsiyonunu azaltırlar. Sonuç: Sitosterolemi hastalığının teşhis ve tedavisinde yanılmamak için, şüpheli kişilerde mutlaka sitosterollerin ölçülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Aim: Sitosterolemia -also known as phytosterolemia- is a rare autosomal, recessively inherited disease characterized by elevated plasma and tissue plant sterol concentrations. Sitosterolemia is characterized by tendon and tuberous xanthomas and by a strong propensity toward premature coronary atherosclerosis. In this article information concerning sitosterolemia disease are reviewed. Main Main Findings: In contrast to healthy subjects with total plasma plant sterols less than 1 mg/dl, patients with sitosterolemia have plasma phytosterol levels in the range of 12 to 40 mg/dl. The main plant sterols in patients with phytosterolemia are sitosterol and kampesterol but also elevated levels of stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol, sitostanol are found. Sitosterolemia has been shown to result from mutations in either of the genes for 2 proteins (ABCG5 or ABCG8). These ABC transporters preferentially pump plant sterols out of intestinal cells into the gut lumen, thereby decreasing sterol absorption. Results: We believe that it is important to measure blood sitosterol levels in suspicious patients in order to get correct diagnosis and treatment the sitosterolemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
Ömer Şatıroğlu, Mehmet Bostan, Yüksel Çiçek, Mustafa Çetin, Engin Bozkurt
Araştırma makalesi
Özeti
Periferik Arter Hastalığı Yaygınlığıyla Aterosklerotik Risk Faktörleri Arasında İlişki
The RelatIonshIp Between PerIpheral Artery DIsease Prevalence And AtherosclerotIc RIsk Factors
Bu çalışmada ülkemizde periferik arter hastalığı tanısı almış hastalarda, aterosklerotik risk faktörleri ile ilişkilerini belirlemek amaçlanmıştır. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi modifiye edilebilir olanlara karşı gerekli önlemlerin alınmasını, erken tanı ve tedaviyi mümkün kılacaktır. Klinik olarak veya ultrasonografi ile periferik arter hastalığı (PAH) tanısı almış olan hastalara alt ekstremite arterleri için periferik anjiyografi yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet ve ateroskleroz risk faktörleri sorgulandı. Çalışmaya alınan 408 hastanın %78.4’i erkek olup, hastaların yaş ortalaması 61.5±9.5 idi. Hastaların %58.3’ünde hipertansiyon (HT), %26.7’sinde diyabetes mellitus (DM), %15.9’unda ailede koroner arter hastalığı (KAH) öyküsü mevcuttu. Hastaların %48.2’i sigara kullanıyordu, %49.7’sinde hiperkolesterolemi vardı. Periferik alt ekstremite anjiyografisinde saptanan periferik arter hastalığı yaygınlığının derecesi ile aterosklerotik risk faktörleri arasında ilişki vardır. Risk grubundaki hastalarda morbidite ve mortaliteyi azaltmak için periferik arter hastalığı açısından dikkatli olunmalı ve erken tanı için noninvaziv testler ve gerekirse invaziv testler yapılmalıdır.
The current study aimed to determine the in our country patients diagnosed peripheral arterial disease (PAD), the relationship with the atherosclerotic risk factors. A better understanding of the risk factors will make it possible to take precautions against the modifiable risk factors, and will facilitate the early diagnosis and implementation of effective therapy. The patients who had been diagnosed with PAD either clinically or by using ultrasonography underwent peripheral angiography for the arteries of the lower extremities. The patients were evaluated in terms of age, gender, and atherosclerotic risk factors. Of the 408 patients, 78.4% were males, and the mean age was 61.5±9.5 years. The patients had the following risk factors: hypertension (HT), 58.3%; diabetes mellitus (DM), 26.7%; a family history of CAD (Coronary artery disease), 15.9%; smokers, 48.2%; hypercholesterolemia, 49.7%. The extent of PAD observed during peripheral lower extremity angiography was associated with atherosclerotic risk factors. Particular attention should be focused on the co-morbidities of PAD. Non-invasive, as well as invasive tests, should be performed when indicated to decrease morbidity and mortality in patients at risk for PAD.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Maküla Ödemi Tedavisinde Selektif Lazer
Sevim Yaman
Derleme
Özeti
Diabetik Maküla Ödemi Tedavisinde Selektif Lazer
SelectIve Laser In Treatment Of DIabetIc Macular Edema
Diabetes mellitus (DM), endojen insülinin mutlak veya göreceli eksikliği veya periferik etkisizliği sonucu ortaya çıkan kronik hiperglisemi, karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluk, kapiller membran değişiklikleri ve hızlanmış ateroskleroz ile seyreden kronik, progresif bir hastalıktır (1). Diabetik hastalardaki görme kaybının başlıca nedeni ise maküla ödemidir(4). Maküla ödemi tedavisinde Lazer fotokoagulasyon, VEGF inhibitörleri ve vitrektomi önerilmektedir. Koroid, nöroretina özellikle fotoreseptörlerin korunarak, RPE’in laser ile selektif hasarı uygun tedavi metodu gibi görünmektedir (24). Fundusun, µs pulse süreleri ile ardışık radyasyonu ile fotoreseptörlerin korunarak RPE’nin selektif hasarlandığı görülmüştür (26,27). RPE’ni selektif hasara uğratarak dibetik maküla ödemi tedavisini planladığımız çalışmada Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Retina Biriminde Ekim 2005-Şubat 2007 arasında DRP tanısı ile takip edilen, yapılan muayene ve tetkikler sonucunda maküla ödemi varlığı saptanan 18 yaşın üzerinde 84 hastanın 99 gözünü 2 gruba ayırarak SRL ve grid lazer tedavisi uyguladık ve 6 ay izledik. Çalşmamızın sonucunda SRL ve grid lazer DMÖ tedavisinde etkili bulunmuştur. SRL tedavisi uygulanan hastaların görme keskinliklerinde % 84.9 artış ve stabilizasyon tespit edildi. Grid lazer grubunda 6 aylık takip sonucunda görme keskinliğinde % 89.9 artış ve stabilizasyon saptandı.
Diabetes mellitus (DM) absolute or relative deficiency of endogenous insulin or resulting from peripheral ineffectiveness of chronic hyperglycemia, carbohydrate, protein and fat metabolism disorder, capillary membrane changes, and accelerated atherosclerosis associated with chronic, progressive disease (1). The main cause of vision loss in patients with diabetic macular edema(4). In the treatment of macula edema, laser photocoagulation, VEGF inhibitors and vitrectomy is recommended. Choroid, neuroretina, photoreceptors preserving particularly selective RPE laser damage seems to be the appropriate treatment method (24). It was seen that Fundus was preserved µs pulse duration and consecutive irradiation damage, selective RPE with photoreceptors (26,27). Suffered damage to the planned study of selective RPE treatment in diabetic macular edema, Afyon Kocatepe University School of Medicine, Department of Ophthalmology, Retina Unit, between October 2005 and February 2007 were followed up with a diagnosis of DRP, and triggers as a result of the examination detected the presence of macular edema over the age of 18, 99 eyes of 84 patients separated into 2 groups and administered SRL and grid laser treatment followed 6 months. As a result, SRL, and grid laser photocoagulation was effective in the treatment of DMÖ. 84.9 % increase in SRL-treated patients and stabilization of visual acuities were determined. It was confirmed that in Grid laser group and 6-month follow-up and stabilization as a result of an increase in visual acuity was 89.9%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Propranolol Ve Nıfedıpıne Tedavilerinin Serum Hdl (yüksek Dansıteli Lipoprotein) Kolsterol Düzeyıne Etkileri
Yahya Erdoğan
Araştırma makalesi
Özeti
Propranolol Ve Nıfedıpıne Tedavilerinin Serum Hdl (yüksek Dansıteli Lipoprotein) Kolsterol Düzeyıne Etkileri
Effects Of Propranolol And NIfedIpIne Treatm.ent On Serum Hdl Cholesterol Levels
Yüksek dansiteli lipoproteinlerin (HDL) ateroskleroz gelişmesini önleyici etkileri bulunmaktadır (11, 13, 24). KKH ve hipertansiyon tedavisinde uzun süreli alman ilaçlardan nifedipine ve propranolol'un plazrna HDL kolesterol konsantrasyonlarına etkilerini araştırmak için nifedipine verilen 20 hasta, propranolol verilen 20 hasta ve ilaç verilmeyen 20 kişilik sağlıklı kontrol grubu ile çalışma yapıldı. Serum HDL kolesterol konsantrasyonları koroner kalp hastalığı (KKH) olanlarda, kontrol grubundan daha düşüktü (P <0.05). İki aylık ilaç verilenlerden propranolol grubunda HDL kolesterol seviyelerinde anlamlı düşme olurken (P <0.01), nifedipine verilenlerde değişme bulunmadı. Total kolesterol değerleri anlamlı farklılık göstermedi, ilaç almması ile değişiklik olmadı. Total/HDL kolesterol oranı propranolol verilenlerde arttı, nifedipiıve verilenlerde değişmedi. K.KH ve hipertansiyonun uzun süreli tedavisi için propranolol vermenin IIDL kolesterol seviyelerini düşürdüğü, nifedipine vermekle düşme olmadığı sonucuna vardık.
High-density lipoproteins (HDL) have preventive effects from developing atherosclerosis (11, 13, 24). In order to investigate the effects of long-term drugs nifedipine and propranolol on HDL cholesterol concentrations in the treatment of CHD and hypertension, 20 patients who were given nifedipine, 20 patients who were given propranolol and 20 healthy controls were studied. Serum HDL cholesterol concentrations were lower in patients with coronary heart disease (CHD) than in the control group (P <0.05). There was a significant decrease in HDL cholesterol levels in the propranolol group (P <0.01), but no change in those given nifedipine. Total cholesterol values did not differ significantly, and there was no change with drug intake. Total / HDL cholesterol ratio increased in those given propranolol, but did not change in those given nifedipia. We concluded that administration of propranolol for long-term treatment of KH and hypertension reduces IIDL cholesterol levels, but administration to nifedipine did not.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta