Glokom Hastalarında Korneal Biyomekanikler: Pupilla Dilatasyonunun Etkisi
Refik Oltulu, Selman Belviranlı, Günhal Şatırtav, Orhan Altunkaya, Emine Tinkir Kayitbatmaz, Mehmet Okka
Araştırma makalesi
Özeti
Glokom Hastalarında Korneal Biyomekanikler: Pupilla Dilatasyonunun Etkisi
Corneal BIomechanIcs In PatIents WIth Glaucoma: The Effect Of PupIllary DIlatatIon
\r\n Amaç: Primer açık açılı glokomlu (PAAG) gözlerde Oküler cevap analizörü kullanılarak pupilla dilatasyonunun göziçi basıncı ve kornea biyomekaniklerine etkisinin değerlendirilmesi
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: PAAG’li 15 olgunun 28 gözünde %0.5 tropikamid uygulaması öncesi ve 30 dakika sonrasında Goldmann ile uyumlu göz içi basıncı (GİBg), korneanın biyomekanik özellikleri ile kompanse edilmiş GİB (GİBkk), kornea rezistans faktörü (KRF) ve kornea histerezisi (KH) değerlendirildi.
\r\n
\r\n Bulgular: Olguların ortalama yaşı 57.7±13.2 (45-65yıl) idi. Tropikamid uygulaması öncesi ortalama KH 9.5±2.2 mmHg, KRF 10.1±2.1 mmHg, GİBg 16.2±2.8 mmHg ve GİBkk 17.2±3.6 mmHg iken uygulama sonrası bu değerler sırasıyla 9.7±2.2 mmHg, 10.1±2 mmHg, 16.9±3.5 mmHg ve18.2±4 mmHg olarak tespit edildi. Tropikamid uygulaması öncesi ve sonrası GİBg ve GİBkk değerlerindeki fark istatistiksel olarak anlamlı iken (p=0.043, p=0.015, sırasıyla; paired t-test), KH ve KRF için istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p=0.057 p=0.702, sırasıyla; paired t-test).
\r\n
\r\n Sonuç: PAAG olgularında %0.5 tropikamid ile oluşturulan pupilla dilatasyonunun korneal biyomekanikler üzerine herhangi bir etkisi gözlenmezken GİB üzerine azaltıcı bir etkisi olduğu görülmektedir.
\r\n
\r\n Aim: In this study, we aimed to evaluate the effect of pupillary dilatation on intraocular pressure values and corneal biomechanical properties using Ocular response analyzer in eyes with primer open angle glaucoma.
\r\n
\r\n Patients and Methods: Goldmann correlated intraocular pressure, corneal corrected intraocular pressure, corneal hysteresis and corneal resistance factor were all respectively evaluated in 28 eyes of 15 patients with primary open angle glaucoma before and 30 minutes after tropicamide 0.5% instillation.
\r\n
\r\n Results: Their mean age was 57.7±13.2 years (range 45–65 years). The mean corneal hysteresis, corneal resistance factor, Goldmann correlated intraocular pressure and corneal corrected intraocular pressure measurements of the eyes were 9.5±2.2 mmHg, 10.1±2.1 mmHg, 16.2±2.8 mmHg, 17.2±3.6 mmHg before tropicamide instillation, and 9.7±2.2 mmHg, 10.1±2.0 mmHg, 16.9±3.5 mmHg, 18.2±4.0 mmHg after tropicamide instillation, respectively. There was statistically significant difference between pre- and post-tropicamide instillation for Goldmann correlated intraocular pressure and corneal corrected intraocular pressure (p=0.043, p=0.015, respectively; paired t-test) while no statistically significant difference was found for corneal hysteresis and corneal resistance factor (p=0.057 p=0.702, respectively; paired t-test ).
\r\n
\r\n Conclusion: Pupillary dilatation with 0.5% tropicamide seems to have a decreasing effect on on intraocular pressure while no effect was noted for corneal biomechanical properties in primer open angle glaucoma patients.
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Elektromanyetik Alanın Köpek Arterlerinde Oluşturduğu İntimal Değişiklikler
Mehmet Yeniterzi, Orhan Demir, Mustafa Cihat Avunduk, Orhan Karabörk, Niyazi Görmüş, Aybars Tavlan
Araştırma makalesi
Özeti
Elektromanyetik Alanın Köpek Arterlerinde Oluşturduğu İntimal Değişiklikler
IntImal Changes Of Dog ArterIes Caused By ElectromagnetIc FIeld
Amaç: Bilişim toplumlannda elektromanyetik kirlilikteki artış sinsi ve tehlikeli bir boyutta sürmektedir. Elektromanyetik alanın zararlarını organizmada ölçebilmek kolay olmamakla birlikte arteriyel sistem üzerindeki etkilerin araştırılması hedeflendi. Materyal ve Metod: Elektromanyetik alan oluşturmak üzere elektrikli traş makinesi seçildi. Traş makinelerinin manyetik alan şiddeti 5-10 gauss arasında kabul ediliyor. Ortalama ağırlıkları 20-25 kg olan toplam 7 sokak köpeği üzerinde 5 ay boyunca sol carotis communis ve bilateral femoral arterlerin trasesi üzerinde 7 günde bir her artere 7 dakika süreyle traş makinesiyle cilde direkt temas sağlanarak traş işlemi uygulandı. Toplam 18 seans yapıldı. Çalışma sonunda karotis ve femoral arterler eksize edilip histopatolojik değerlendirmeye alındı. Bulgular: 21 deney ve 14 kontrol grubu doku örneklerinin ışık mikroskobunda incelen mesinde; elektromayetik alanın 8’inde hafif 7’sinde ağır, kontrol grubunun 3’ünde hafif düzeyde patolojik değişiklik ler gözlendi. Ki kare testinde (p<0,05) önemli bulundu. Sonuç: Kısa sürede önemli düzeyde endotelyal hasar ve subendotelyal ayrışmalar tespit edildi. Bu değişim uzun sürede aterojenik yapılanmayı aktive edip carotis arter düzeyinde atheromatöz strokları davet edebilir.
Objective: İn developed populations the increasing trend of electromagnetic pollution survives in an insidious and dangerous dimension. Although estimating the negative effects of electromagnetic field on human organism is very difficult, assessment of their effect on arteries was aimed in this experimental study. Material and Methods: An electrical shaver was choosen as a source of electromagnetic field which was estimated as having a 5-10 gauss electromagnetic field. The shaver was directly performcd on skins of left common carotid and bilateral femoral arteries of 7 Street dogs, weighing meanly 20-25 kg, vvithin a mean period of5months. This was performed on one time in every week with a period of 7 minutes. Totally, 18 periods were performed. At the end of the study carotid and femoral arteries were excised for histopathological examination. Results: Tissue examples of 21 study and 14 control specimens were examined under light microscope. İn study group 8 examples had moderate and 7 examples had severe intimal changes, while in control group 3 examples had mild intimal changes. A chi square test between these groups were considered significant (p<0,05). Conclusion: Endothelial injury and subendothe- lial seperations were significantly found in a very short period. These changes may cause stroke due to athero genesis on carotid arteries in a longer period.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Venöz Mikroanastomoza Eritropoietinin Etkileri
Adem Özkan, Zekeriya Tosun, Mustafa Cihat Avunduk, Nedim Savacı
Araştırma makalesi
Özeti
Venöz Mikroanastomoza Eritropoietinin Etkileri
The Effects Of ErythropoIetIn On Venous MIcroanastomosIs
Mikrocerrahide hızlı ilerlemeler olmasına rağmen venöz mikroanastomoz alanındaki problemler hala devam etmektedir. Serbest doku transferleri ve replantasyon komplikasyonlarının major nedeni venöz mikroanastomoz trombozudur. Eritropoietin, eritroid progenitor ve endotelyal hücrelerin proliferasyonu ve farklılaşmasından sorumlu en önemli hematopoietik düzenleyicidir. Bu çalışmanın amacı venöz mikroanastomoz alanındaki komplikasyonları gözlemlemek ve eritropoetinin buna karşı koruyucu etkisini araştırmaktır. Yetmiş sekiz adet Sprague- Dawley cinsi erkek rat kontrol ve eritropoietin olarak iki gruba ayrıldı; bu iki grup da 3., 5. ve 7. gün olmak üzere üç alt gruba ayrıldı. Çalışma modeli olarak rat dorsal penil veni kullanıldı. Tüm eritropoietin gruplarına anastomoz anında ve her 48 saatte bir 150 IU/kg dozda eritropoietin uygulandı. Venöz anastomoz sonrası 3., 5. ve 7. günlerde değerlendirilmek üzere penil ven anastomoz hattı ve kan örnekleri alındı. Her bir venöz segmentin morfometrik analizi aynı araştırıcı tarafından Clemex® analiz programı ile yapılarak neointima ve media alanları ölçüldü ve neointima/media oranları hesaplandı. 3., 5. ve 7. günlerde tüm ratların hematokrit değerleri ölçüldü. 3. ve 5. günlerde eritropoietin gruplarında kontrol gruplarına göre intima/media oranları anlamlı derecede daha düşük bulundu. 7. gün için kontrol ve eritropoietin grupları arasında anlamlı fark bulunmadı. Hematokrit değerleri için 3., 5. ve 7. günlerde kontrol ve eritropoietin grupları arasında fark bulunmadı. Çalışmamız rat dorsal penil veninde mikrovasküler anastomoz sonrası eritropoietin uygulamasının endotelyal rejenerasyonu hızlandırarak intimal formasyonu ve trombüs riskini önemli derecede azalttığını göstermiştir.
Although microsurgery has rapid advanced, problems at the site of venous microanastomosis still continue. Thrombosis of the venous microanastomosis is the major reason for free tissue transfer and replantation complications. Erythropoietin is a principal hematopoietic regulator responsible for the proliferation and diferentiation of erythroid progenitor cells and endothelial cells. Aim of this study is to observe the complications of microvenous anastomosis line and to investigate the protective effects of erythropoietin. Seventy eight Sprague-Dawley rats were divided into two groups (Control and Erythropoietin), and the groups were subdivided into three groups (3rd, 5th and 7th days). Rat dorsal penil vein was the study model. One-hundred-fifty IU/kg Erythropoietin was administrated via subcutaneously instantly venous anastomosis and every 48 hours to all Erythropoietin groups. Penil vein anastomosis line samples and blood samples were taken for assesment at 3rd, 5th and 7th days, after venous anastomosis. Morphometric analysis of each venous segment was done with a Clemex analysis program by the same examiner. Neointimal and medial areas were measured in each section and the neointima/media ratio was calculated. Haematocrit values were measured in all rats for 3rd, 5th and 7th days. The ratio of intima to medial areas were significantly less in Erythropoietin groups for 3rd and 5th days compared to control groups for the same days. There were no significant difference for the ratio of intima to medial areas between the contol and erythropoietin groups for 7th day. There were no significant difference for haematocrit levels between the the control and erythropoietin groups at 3rd, 5th and 7th days. Our study has shown that erythropoietin administration markedly reduced intimal formation and risk of thrombosis with accelerated endothelial regeneration after microvascular anastomosis in rat dorsal penil vein.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nd-Yag Lazer İridotomi Sonuçlarımız
Süleyman Okudan, Mehmet Okka, Ahmet Özkağnıcı, Nazmi Zengin, Mehmet Kemal Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Nd-Yag Lazer İridotomi Sonuçlarımız
The Results Of The Nd-Yag Laser IrIdotomy
Dar açı glokomlu 23 (% 67.6), sekonder açı kapanması glokomlu 6 (% 77.6) (travma, üveit vb. sebeplerle oluşan sekonder açı kapanması glokornu), akut glokom krizi ile başvuran 5 olguya (% 14.7) Nd-YAG lazer iri-dotomi uygulandı. iridotomi için damarsız veya az damarlı, tercihan üst nazal veya üst tempora/ periferik iris bölgesi seçildi, Ortalama olgu başına uygulanan lazer enerjisi 63.7±18.4 mJ düzeyinde idi. Kapanma eğilimi olan 3 olgunun (ki bunlar akut glokom krizi nedeniyle başvuran olgulardı) korneal ödem nedeniyle küçük açılan iri-dotomileri genisietildi. Olguların 27 (5'<, 79.4)'sinde minimal ve orta derecede hemoraji oluştu. Olguların 26 (% 76.5)'sında 1-5 gün arasında intis oluştu. İridotomi sonrası 15 (% 44.1) olguda ilk 24 saat içinde göz içi basıncında yükselme oldu. Aylık takıpler sırasında görme keskinliği ve görme alanı tetkiklerinde değişiklik olmadığı tespit edildi.
Nd-YAG laser iridotomy was applied to 23 (676 %) patients with narrow angle glaucoma, 6 (17.6 %) patients with secondary angle closure glaucoma (secondary angle closure caused by trauma, uveitis etc.) and 5 (14.7 %) patients with acute glaucoma crisis. Because of avascularity or little vascularity, preferentially upper nasal or upper temporal pe-ripheral iris regions were chosen for the iridotomies. The mean laser energy applied to the patients was 63.7±18.4 mJ. Small irldotomies were enlarged because of corneal edema in three patients with angle closure glaucoma. Ir) 27 (79.4 %) patients, mild to moderate hemorrhage was observed. In 26 (76.5 %) patients, iritis developed within 1-5 days pos-toperatively. After iridotomy, a rise in intraocular pressure in the first 24 hours was observed in 15 patients (44.1 %). During monthly follow-up. there were no changes in visual acuity and visual field analysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Göz Küresi Laserasyonlarının Klinik Özelliklerinin İncelenmesi
Ümit Kamış, Hamiyet Pekel, Banu Turgut Öztürk, Khaligoul Akyer
Araştırma makalesi
Özeti
Göz Küresi Laserasyonlarının Klinik Özelliklerinin İncelenmesi
EvaluatIon Of ClInIcal CharacterIstIcs Of Globe LaceratIons
Amaç: Göz travmaları içinde görme kaybına en çok neden olan göz küresi laserasyonlarının klinik özelliklerinin incelenmesi ve risk faktörlerinin saptanması. Gereç ve yöntem: Çalışmamız kapsamında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda takibi yapılmış göz küresi laserasyonu olguları retrospektif olarak değerlendirildi. Kliniğimiz dosya kayıtlarından olguların yaş, cinsiyet, etkilenen göz, yaralanma esnasında yapılmakta olan aktivite, yaralanmadan sorumlu madde, yaralanma bölgesi, yaralanma sonrası kliniğimize başvurana kadar geçen süre, başlangıç görme keskinliği, yapılan cerrahi prosedür, izlem süresi sonundaki, düzeltilmiş en iyi görme keskinliği ile ilgili bilgiler incelendi. Bulgular: Delici göz yaralanmasına maruz kalan 215 olgunun 168’i (%78.1) erkek, 47’si (%21.9) kadındı. Yaralanma anında yapılmakta olan en sık aktivite iş ve ev faaliyetleri (%51.6), en sık sorumlu madde ise kesici ve delici maddelerdi (% 55.8). Yaralanmaların lokalizasyona göre dağılımı incelendiğinde en sık korneal (110 olgu, %51.2) yaralanma görüldüğü saptandı. Başlangıç görme keskinliği 157 (%77.3) olguda 0.1 ve altındaydı ancak tedavi sonrası stabilleşen görme keskinlikleri değerlendirildiğinde 62 (%31.5) olguya düşmekteydi. Cerrahi prosedür olarak 149 (%69.3) olguya korneal veya korneoskleral tamir, 52 (%24.2) olguya tamirin yanı sıra katarakt ekstraksiyonu, 5 (%2.3) olguya yabancı cisim çıkarılması, 9 (%4.2) olguya ise evisserasyon uygulanmıştır. Sonuç: Teknolojik yeniliklere rağmen göz küresi laserasyonları sonrası görme kaybı oranının oldukça yüksek olması bu kazaların önlenmesinin daha önemli olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda saptanan risk gruplarının kazalar konusunda bilgilendirilmesi ve riskli aktiviteler esnasında koruyucu önlemlerin alınması göz küresi laserasyonlarının azalmasını sağlayabilir.
To analyse the clinical characteristics of globe lacerations known as the main cause of visual loss due to ocular trauma and determine the risk factors. Material and method: This retrospective study included perforating eye injuries followed at the Ophthalmology Department of Selcuk University. The following parameters of cases are recorded from registrations of our clinic: age, sex, affected eye, activity at the time of injury, causative agent, localization of injury, the length of time from injury to the initial examination in our clinic, initial visual acuity, surgical procedure, best corrected visual acuity measured at the last visit. Result: Of the 215 cases with perforating eye injuries 168 (78.1%) were male and 47 (21.9%) were female. The most common activity at the time of injury was home and work activities in 51.6% of cases caused by cutting and perforating matters in the majority. Analysis of injury localization revealed cornea as the most comman affected region in (110 cases 51.2%). The initial visual acuity was equal to or below 0.1 in 157 (77.3%) of cases. This number of cases decreased to 62 (31.5%) when the stabilised final visual acuity was determined. The surgical intervention was corneal or corneoscleral reparation in 149 (69.3%) cases, cataract surgery in addition to reparation in 52 (24.2%) cases, foreign body extraction in 5 (2.3%) cases and evisseration in 9 (4.2%) cases. Conclusion: Despite advances in technology, the high incidence of visual loss after perforating globe injuries pointed out the importance of preventive efforts. Increasing the knowledge of risk groups about eye injuries, taking the necessary preventive measures during risky activities would decrease perforating eye injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hemodiyaliz Hastalarında Hemostatik Sistemin Arteriyovenöz Fistül Trombozu Yönünden İncelenmesi
Erhan Ağca, Yunus Erdem
Araştırma makalesi
Özeti
Hemodiyaliz Hastalarında Hemostatik Sistemin Arteriyovenöz Fistül Trombozu Yönünden İncelenmesi
EvaluatIon Of HemostatIc System In PatIents WIth ArterIovenous FIstula ThrombosIs On HemodIalysIs
Hemodiyalize giren hastalarda trombotik yöne doğru eğilim artmıştır. Bu nedenle bu hastaların hemostatik durum yönünden araştırılması planlanmıştır. Araştırma için hemodiyalize giren 45 hasta ile (27 erkek, 18 kadın) 15 sağlıklı kontrol grubu (8 erkek, 7 kadın) hemostatik parametreler açısından karşılaştırıldı. Hemodiyaliz hastalarında APC rezistansı ve rezistans oranının yüksek olduğu, ATIII ve tPA antijen düzeylerinin düşük olduğu saptandı. AVF trombozu olan vakalarda tromboz öyküsü olmayan AVF hastalarına göre anlamlı bir şekilde vWF antijen seviyelerinin yüksek olduğu saptandı. Hemodiyalize giren hastalarda APC rezistansının yüksek olduğunu, bu yüksekliğin pre-trombotik duruma yardımcı olabileceğini, AT III düşüklüğünün de yine pre-trombotik durum yönünden etkiyebileceğini, tPA düşüklüğünün hipofibrinolizi yansıttığını ve bu yüzden pretrombotik durum olarak etki edebileceğini, AVF problemi olan hastalarda vWF yüksekliğinin bunlardaki vasküler endotel hasarının daha fazla olduğunu ve bunun da trombojenik bir faktör olarak pretrombotik duruma katkı edebileceğini gösterdi. Hemodiyalize giren hastalarda tormbotik AVF problemlerinde pre-trombotik durumların taranması ve
Hemodialysis patients have a tendency toward to thrombosis. AVF thrombosis is frequent in those patients. Study was aimed to evaluate patients by means of hemostatic state at our study, hemostatic parameters in haemodialysis patients with respect to healthy group were evaluated. Haemodialysis group (HDG) consisted of 45 patients (27 male, 18 female) and control group (CG) consisted of 15 healthy persons (8 male, 7 female). These parameters were evaluated whether contributing to thrombosis APC resistance is found to be higher in patient group. AT III and tPA antigen levels are low in patient group, while vWF antigen levels are high in patients with AVF problem compared to healthy subjects. Hypofibrinolysis and prethrombotic state were thought to play role in contributing vascular endothelial injury and AVF thrombosis. These findings reflect the pre-trhrombotic state and injured vascular endothelium in HDG with AVF problems. Thus, Hemodialysis patients must be screened and evaluated by means of pre-thrombotic events for better AVF survival and outcome.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hidrojen Peroksidin Dana Koroner Arter Düz Kasında Gevşetici Etki Mekanizmaları
Hasan B. Ulusoy, Ayşe Saide Şahin, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Hidrojen Peroksidin Dana Koroner Arter Düz Kasında Gevşetici Etki Mekanizmaları
MechanIsms Of RelaxIng Effect Of Hydrogen PeroxIde On BovIne Coronary Artery
Bu in vitro çalışmada, reaktif oksijen türlerinden H2 O2 ’nin dana koroner arterindeki etkileri ve bu etkilerde K+ kanal ları ile siklooksijenaz, nitrik oksid sentaz ve Na+/K+ -ATPaz enzimlerinin rolleri araştırılmıştır. Arterlerden elde edilen şeritler %95 O2 -%5 CO2 karışımı ile gazlandırılan, 37 °C’de Krebs-Henseleit solüsyonu içeren, 25 mİ hac mindeki organ banyosu içine alındı. Endotelli ve endotelsiz dokularda H2 O2 ’nin bazal tonus üzerine etkisi araştırıldı. Çalışmanın diğer bir bölümünde dokular U46619 (3x10-7M) ile kasıldı ve banyolara kümülatif tarzda H2 O2 (1C7 - 10-2 M) ilave edildi. Bu prosedür H2 O2 ilavesinden önce apamin (10'6M), karibdotoksin (10-7M), TEA (10~4M), glibenklamid (10~6M), indometazin (10~5M), L-NAME (10-4M) ve uvabain (10~5M) ile inkübe edilen doku larda tekrarlandı. Her bir gruba bu ajanlardan yalnız biri uygulandı. H2 O2 endotelli ve endotelsiz dokuların bazal tonusunu değiştirmedi. U46619 ile kasılan dokularda ise doza bağımlı tarzda gevşeme cevapları oluşturdu. Endotel tabakası sağlam olan ve apamin, karibdotoksin ve TEA ile inkübe edilen dokularda H2 O2 için hesaplanan Emax v e P^50 değerleri ile endotelsiz (kontrol) dokulardan alınan değerler arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Glibenklamid, indometazin, L-NAME ve uvabain ile inkübe edilen dokulardaki değerler ise endotelsiz dokulardan alınan değerlere göre anlamlı olarak farklı idi. Bu sonuçlar H2 O2 ’nin dana koroner arter düz kasında oluşturduğu gevşeme cevaplarında KATP tipi K+ kanalları ile siklooksijenaz, nitrik oksid sentaz ve Na+/K+-ATPaz enzimlerinin aktivasyonunun rol oynadığını göstermektedir.
İn this in vitro study, the effects of H2 O2 on bovine coronary artery and roles of K+ channels and cyclooxygenase, nitric oxide synthase and Na+/K+-ATPase enzymes for these effects were investigated. Strips from arteries were mounted in 25 mİ organ baths containing Krebs-Henseleit Solution at 37 °C aerated with %95 O2 and %5 CO2 . Effects of H2 O2 on basal tone of tissues with and without endothelium were investigated. İn the second part of study, tissues were contracted with U46619 (3x10~7 M) and H2 O2 (1Cr7-1(T2M) was added to the organ baths, cumulatively. This procedure was repeated on tissues incubated with apamin (10~6M), charybdotoxin (10-7M), tetraethylammonium (TEA, 1Ch4M), glibenclamide (10-6M), indomethacin (10~5M), NG-nitro-L-arginine methyl ester (L-NAME, 10~4M) and ouabaine (10~5 M). Each group of tissue was incubated with only one of these agents. H2 O2 did not affect basal tone of tissues with and without endothelium but relaxed tissues contracted with U46619in con- centration dependent manner. İn tissues with endothelium and in tissues incubated with apamine, charybdotoxine and tetraethylammonium, Emax values and plC50 values of H2 O2 were not different significantly from values obtained from tissues vvithout endothelium (control tissues). However values obtained from tissues incubated with glibenclamide, indomethacin, L-NAME and ouabaine were different significantly from values obtained from tissues without endothelium.These results indicate that ATP-sensitive potassium channels and cyclooxygenase, nitric oxide synthase and Na+/K+-ATPase enzymes play role in the relaxant effects of H2 O2 on bovine coronary artery smooth muscle.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Blefaroplasti Sonrası Gelişen Lagoftalmus Tedavisinde Bipediküllü Flep Ve Orta Yüz Kaldırma Kullanımı: Olgu Sunumu
Bilsev İnce, Zeynep Dadaci, Zeynep Altuntas, Mehmet Dadacı, Fatma Bilgen
Olgu sunumu
Özeti
Blefaroplasti Sonrası Gelişen Lagoftalmus Tedavisinde Bipediküllü Flep Ve Orta Yüz Kaldırma Kullanımı: Olgu Sunumu
Usage Of BIpedIcle Flap And MIdface LIft In The Treatment Of Lagophthalmus Developed After Blepharoplasty: Case Report
Lagoftalmus, göz kapaklarını tamamen kapatamamak nedeniyle korneanın açıkta kalmasına bağlı (sclera görülmesi) ortaya çıkan, korneal skar ve görme kaybı ile sonuçlanabilecek yetersizliktir. Üst göz kapağının derisinin yumuşak ve esnek yapısı göz kırpmayı kolaylaştırır. Üst göz kapağını yumuşak ve esnek yapısına döndürmek için tedavi seçenekleri olarak, Z-plasti, V-Y ilerletme flepleri, tam kalınlıkta deri greftleri ve pediküllü flepler tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, bleferoplasti sonrası üst göz kapağının dikey kısalığına bağlı gelişen lagoftalmus tedavisinde alternatif bir seçenek olarak bipediküllü flep ve orta yüz kaldırmanın kullanımını göstermektir.
Lagophthalmus is the inability to close the eyelids completely leading to exposed cornea (scleral show) which can result in corneal scar formation and vision loss. The skin of upper eyelid is soft and flexible, so this makes winking easier. To return the upper eyelid its soft and flexible structure, Z-plasty, VY advancement flaps, full-thickness skin grafts, and pedicle flaps are defined as treatment options. The aim of this study was to demostrate the usage of bipedicle flap and midface lift as an alternative treatment option for lagophthalmus that is related to the vertical shortness of upper eyelid developed after blepharoplasty.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Chemerinin Sağlık Üzerine Etkisi
Fatma Hümeyra Zengin, Efsun Karabudak
Derleme
Özeti
Chemerinin Sağlık Üzerine Etkisi
The Effect Of ChemerIn On Health
Adipoz dokunun sadece pasif bir enerji deposu değil, aynı zamanda endokrin bir organ olduğunun anlaşılması ile salgıladığı biyoaktif faktörlere ilgi artmıştır. Adipositlerin yanı sıra
pre-adipositler, makrofajlar, endotel hücreler, fibroblastlar ve lökositlerden oluşan adipoz doku, sistemik metabolik regülasyonda önemli bir role sahiptir. Tazaroten ile indüklenen gen 2 (TIG2) veya retinoik asit reseptör cevaplayıcı 2 (RARRES2) olarak adlandırılan chemerin ilk olarak 1997'de psoriatik cilt lezyonlarında, retinoik aside duyarlı bir gen olarak keşfedilmiştir. Daha sonra chemerin'in, adiposit farklılaşmasını, glukoz ve lipit metabolizmasında önemli genlerin ekspresyonunu değiştirdiğini gösteren verilerle adipogenezi ve adiposit metabolizmasını düzenlediği belirlenmiş ve yeni bir adipokin olarak sınıflandırılmıştır. Chemerin dolaşımda ve inflamatuvar sıvılarda etkilerine reseptörü G protein-bağlı reseptör kemokin benzeri reseptör 1 (CMKLR1) yoluyla aracılık etmektedir. Obezite, metabolik sendrom (MetS), tip 2 diyabet (T2DM), polikistik over sendromundan (PKOS) inflamatuvar hastalıklara kadar çeşitli hastalıklarda lokal ve/veya dolaşımdaki chemerin seviyelerinin artması ile ilişkili klinik araştırmaların sayısındaki artış chemerinin bu hastalıkların patogenezindeki önemli rollerini desteklemektedir. Her ne kadar bu hastalıklarda serum chemerin seviyelerinin yükseldiği açık olsa da, chemerin ekspresyonunu düzenleyen mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Chemerinin etki mekanizmalarının anlaşılabilmesi için daha fazla randomize kontrollü çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
With the understanding that adipose tissue is not only a passive energy store, but also an endocrine organ, interest in bioactive factors secreted from adipose tissue has increased. Adipose tissue, consisting of pre-adipocytes, macrophages, endothelial cells, fibroblasts and leukocytes, as well as adipocytes, has an important role in systemic metabolic regulation. Chemerin, called tazarotene-induced gene 2 (TIG2) or retinoic acid receptor responder 2 (RARRES2), was first discovered in 1997 in psoriatic skin lesions as a retinoic acid-sensitive gene. It was later determined that chemerin regulates adipogenesis and adipocyte metabolism, with data showing that it alters adipocyte differentiation, expression of important genes in glucose and lipid metabolism, and is classified as a new adipokine. The effects of chemerin in circulating and inflammatory fluids are mediated through receptor G protein-bound receptor chemokine-like receptor 1 (CMKLR1). The increase in the number of clinical trials associated with increased levels of local and / or circulating chemerin in various diseases, from obesity, metabolic syndrome (MetS), type 2 diabetes mellitus (T2DM), polycystic ovarian syndrome (PCOS) to inflammatory diseases, supports the important roles of chemerin in the pathogenesis of these diseases. Although it is clear that serum chemerin levels increase in these diseases, the mechanisms regulating the expression of the chemerin are not fully understood. More randomized controlled studies are needed to understand the mechanisms of action of chemerin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Adrenal Lenfanjiomatoz Kist Olgusu
İlhan Ece, Süleyman Hilmi İpekçi, Pınar Karabağlı, Hüsnü Alptekin
Olgu sunumu
Özeti
Adrenal Lenfanjiomatoz Kist Olgusu
Case Of Adrenal LymphangIomatous Cyst
Adrenal glandın kistik lezyonları oldukça nadir görülürler.
Çoğunlukla asemptomatik olan ve tesadüfen saptanan kistlerden
en sık endotelyal ve psödokistler görülür. Endotelyal kistler,
endotel hücreleri ile döşeli lenfatik kanallara benzeyen yapılardır,
lenfanjiomatoz ve anjiomatoz kistler olarak adlandırılan iki gruba
ayrılır. Bu çalışmada endotel hücreleri ile döşeli kistik yapıdan oluşan
adrenal kist literatür eşliğinde incelendi.
Cystic lesions of the adrenal gland are seen very rare. Cysts
are mostly asymptomatic and found incidentally, and the majority
of these cystic lesions are endothelial cysts and pseudocysts.
Endothelial cysts, lined by endothelial cells are the structures
resembling lymphatic channels. Cysts are divided into two groups,
named lymphangiomatous and angiomatous cysts. In this study we
presented a case of csytic structure, lined by endothelial cells, and
reviewed the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anti-Vegf Ajanlar Ve Göz Hastalıklarındaki
kullanım Alanları
Harun Çakmak, Müjdat Karabulut, Tolga Kocatürk
Derleme
Özeti
Anti-Vegf Ajanlar Ve Göz Hastalıklarındaki
kullanım Alanları
AntI-Vegf Agents And The Uses Of These Agents In Eye DIseases
Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), yeni damar oluşumu
sırasında düzenlenen anjiyogenezisin en önemli mediyatörlerinden
biridir. Anti-VEGF ajanlar da neovasküler yaşa bağlı makula
dejeneresyonu, diyabetik retinopati, maküler ödem, neovasküler
glokom, korneal neovaskülarizason gibi birçok göz hastalığında
kullanılmaktadır. Bu derlemede VEGF biyokimyasından ve anti-VEGF
ajanların göz hastalıklarındaki kullanımından bahsedilmiştir.
Vascular endothelial growth factor (VEGF), one of the most
important mediators of angiogenesis, is upregulated during
neovascularization. In fact, anti-VEGF agents have efficacy in the
treatment of neovascular age-related macular degeneration, diabetic
retinopathy, macular edema, neovascular glaucoma, and corneal
neovascularization. In this review, which discusses the biochemistry
of VEGF and the use of the anti-VEGF agents in eye diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Keratokonus Progresyonunun Önlenmesinde Korneal Kollajen Çapraz Bağlama Tedavisinin Etkinliği
Sibel İnan, Ersan Çetinkaya, Reşat Duman, Bünyamin Kutluksaman, Mustafa Doğan, Güliz Fatma Yavaş
Araştırma makalesi
Özeti
Keratokonus Progresyonunun Önlenmesinde Korneal Kollajen Çapraz Bağlama Tedavisinin Etkinliği
The EffIcacy Of Corneal Collagen Cross-LInkIng For The Treatment Of ProgressIve Keratoconus
Amaç: İlerleyici keratokonusu bulunan hastalarda korneal kollajen çapraz bağlama tedavisinin etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır.Bulgular: 6 aylık takip süresinin sonunda, korneal topografide, tüm hastaların Sim K max değeri ortalama 0,95±0,22 D azalma göstermiştir. Sim K min değeri ise 8 gözde (%80) azalırken (ortalama 0,39 D) 2 gözde (%20) değişiklik olmamıştır. Santral kornea kalınlıkları ise ortalama 10,1±1,37μm azalma göstermiştir. En iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri tedavi öncesi ve sonrasına göre incelendiğinde 6 hastada (%20) tedavi öncesine göre artış gösterdiği, 4 hastada (%40) ise görme keskinliklerinin sabit kaldığı tespit edilmiştir.Sonuç: Apollon cihazı ile kliniğimizin ilk uygulamalarının sonuçlarına göre korneal kollajen çapraz bağlama tedavisi keratokonus progresyonunu durdurmada etkili bir yöntem olarak görünmektedir. Tedavinin kalıcılığının değerlendirilebilmesi için uzun dönemli geniş serili, prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Aim: The aim of the study was to investigate effectiveness of corneal collagen cross-linking treatment in patients with progressive keratoconus. Patients and Methods: Ten patients (6 female and 4 male) who showed progression in the parameters of Keratoconus were included in the study. Complete ophthalmological examinations including uncorrected and best-corrected visual acuities (UCVA and BCVA), slit-lamp anterior and posterior segment investigation and intraocular pressure was performed in all patients. Corneal topographic measurements were done by Sirius Corneal Topography system. All patients underwent an intervention of corneal collagen cross-linking procedure with riboflavin and UV-A. Results: Sim K max value of all patients in topographic measurement decreased (mean 0,95±0,22 D) after 6 month follow-up. The value of sim K min decreased (mean 0.39 D) in 8 patients, while it showed no change in 2 patients (20%). A decrease of mean of 10,1±1,37μm central corneal thickness was observed. In 6 eyes (60%), BCVA showed improvement when compared to the baseline values, while BCVA in 4 (40%) eyes remained stable during the follow-up period. Conclusion: Corneal collagen cross-linking treatment as a first applications of our clinic using Apollon device seems to be effective in prevention of keratoconus progression according to our experience in our small series. Long-term, prospective, large studies are needed to display the long-term effectiveness of this treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sağlık Kurulu Raporlarına Göre Diyarbakır Bölgesindeki
görme Kaybının Sebepleri
Muhammed Şahin, Harun Yüksel, Alparslan Şahin, Abdullah Kürşat Cingü, Fatih Mehmet Türkçü, Yasin Çınar, Zeynep Gürsel Özkurt, Ahmet Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Sağlık Kurulu Raporlarına Göre Diyarbakır Bölgesindeki
görme Kaybının Sebepleri
Causes Of VIsual Loss In The DIyarbakIr CIty Area AccordIng To The
health CommIttee’s Reports
Diyarbakır ve çevre illerden görme kaybı sebebiyle sağlık kuruluna
başvuran hastaların görme kaybının etiyolojik ve anatomik olarak
değerlendirmesi. Mayıs 2011-Nisan 2013 tarihleri arasında Dicle
Üniversitesi Araştırma hastanesi sağlık kurulu başkanlığına herhangi
bir sistemik hastalığı olmaksızın yalnızca az görme sebebiyle özür
raporu almak için başvuran hastaların kayıtları retrospektif olarak
tarandı. Hastaların demografik özellikleri, düzeltmesiz ve düzeltmeli
en iyi görme keskinliklerini içeren bilgileri kaydedildi. Düzeltmeli en
iyi görme keskinlikleri 0,5’ten düşük olanlar Dünya Sağlık Örgütü’
nün görme kaybı sınıflandırmasına göre 4 gruba ayrıldı. Grup 1
(düzeltmeli en iyi görme keskinlikleri <0,05) değerlendirmeye alındı.
Hastaların görme kaybı çift taraflı ve tek taraflı körlük olarak 2
gruba ayrıldı. Körlük etiyolojileri kornea ve ön segment patolojileri,
retina hastalıkları, optik disk hastalıkları, simülasyon varlığı, glob /
refraksiyon ilgili bozukluklar olarak 5 gruba ayrıldı. Çalışmaya 167
hasta alındı. Hastaların 88’inin (% 52,6) çift taraflı, 79‘unun (%
47,4) tek taraflı körlüğü vardı. Çift taraflı körlüğün en sık sebebini
retina hastalıkları oluşturmaktaydı. Bu grubun içinde 15 hastayla
retinitis pigmentosa ilk sırada idi. Tek taraflı körlüğün en sık sebebi
kornea ve ön segment patolojileri idi. Bu grupta 11 hastayla katarakt/
konjenital katarakt en sık alt grubu oluşturmaktaydı. İkinci en sık
sebep olarak travma ve refraksiyonla ilgili bozukluklar idi. Diyarbakır
ve çevre illerinden görme kaybı sebebiyle sağlık kuruluna başvuran
hastalarda en sık etiyolojinin retina hastalıkları özellikle de herediter
retina distrofileri olduğunu saptadık. Bunun yakın akraba evliliğinden
kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. Halkın bilinçlendirilmesi ve
travmanın önlenmesi bu sonuçlara maruz kalmayı azaltabilir.
To evaluate the etiologic and anatomic aspects of the patients
who admitted a university clinic with vision loss from Diyarbakir and
surrounding cities. Between May 2011-April 2013, the records of
patients who admitted Dicle University Hospital Chairman of the Board
Health with low vision and without any systemic disease were reviewed
retrospectively. Demographic characteristics of patients, uncorrected
and the corrected best visual acuity were recorded. Patients with
best corrected visual acuity less than 0.5 were divided into 4 groups
according to the classification of World Health Organization’s vision
loss. Group 1 (best corrected visual acuity <0.05) were evaluated.
Those patients were divided into 2 groups as bilateral and unilateral
according to visual loss. The etiologies of vision loss in patients
were classified into 5 groups as anterior segment pathology, retinal
disease, optic disc disease, simulation, globe/refraction related
disorders.167 patients were enrolled.88(52.6%) patients had bilateral
and 79(47.4%)had unilateral visual loss. The most common cause
of bilateral blindness was retinal diseases. The most common
retinal disease was retinitis pigmentosa. The most common cause
of unilateral blindness was anterior segment pathologies in which
cataract/congenital cataracts were consist of the most common
subgroup. The second most common cause was perforating of trauma
and refraction disorder. In this study the most frequent etiologic
factor was found to be retinal diseases especially hereditary retinal
dystrophies in patients. We thought that might be due to particularly
from the marriage between closely related individuals. Public
awareness about marriage between closely related individuals and
prevention of trauma is likely to reduce exposure to these results.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kornea Alkalı Yanıklarında Deksametazon Sodyum Fosfat Ve Dıklofenak Sodyumun Yara Iyılesmesıne Etkılerı
Nazmi Zengin, Emine Kurt, Özden Vural, Süleyman Okudan, Mehmet Okka, Mehmet Kemal Gündüz
Araştırma makalesi
Özeti
Kornea Alkalı Yanıklarında Deksametazon Sodyum Fosfat Ve Dıklofenak Sodyumun Yara Iyılesmesıne Etkılerı
The Effects Of Dexamethasone SodIum Phosp-Hate And DIclofenac SodIum On Wound HealIng In Corneal AlkalI Burns.
Kornea alkali yamklari gi5zun game fonk-siyonunun ve anatomik kaybina yol acabilir. Bu cahrmada 18 eriEkin albino tav§.amn 36 goziinde oluourdugumuz alkali yamk modelinde to-pikal deksametazon sodyum fosfat ye diklofenak sod-yumn vara iyilepnesine etkilerini dOerlendirdik. Her iki &win epitel iyilesmesi ye fibroblast pro-liferasyonuna etkileri arasinda fork bulunmach ancak diklofenak sodyumla tedavi edilen grupta enf-lamatuar hiicre infiltrasyonu daha harizdi. Ve-rilerimiz kornea alkali yamklarmin tedavisinde dek-sametazonun diklofenak sodyumdan daha potent oldugunu di4lindiirmektedir.
Alkali burns of the cornea can result in loss of vi-sual function and anatomical integrity of the eye. In the present study, we evaluated the effect of topical dexamethasone sodium phospate and diclofenac so-dium on wound healing in an akali-burn model using 36 eyes of 18 adult albino rabbits. No dic ference was noted between the effects of two drugs on epithelial healing and fibroblast proliferation, but inflammatory cell infiltration was more pro-minent in the group treated with diclofenac sodium. Our data suggest that dexamethasone sodium phosp-hate is more potent than diclofenac sodium in the treatment of corneal alkali burns.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroner Kollateral Gelişimi İle Endotel Fonksiyonları
arasındaki İlişki
Şahin Kaplan, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Koroner Kollateral Gelişimi İle Endotel Fonksiyonları
arasındaki İlişki
RelatIonshIp Between EndothelIal FunctIon WIth Coronary Collateral
development
Brakiyal arterden ölçülen, endotel fonksiyonunun göstergesi
olan akımla ilişkili vasodilation (AİD) kardiyovasküler risk faktörleri
ile ilişkilidir. AİD ile koroner kollateral oluşumu arasındaki ilişki
günümüze dek incelenmemiştir. Çalışmamızda bu ilişkiyi araştırdık.
Çalışmaya yaş ortalaması 59±11 olan toplam 91 hasta (12 kadın, 79
erkek) alındı. Koroner arterlerinden herhangi birisinde %90 ve üzeri
darlık bulunan hastalar çalışmaya dahil edildi. Koroner kollateral
varlığı anjiografik olarak Rentrop sınıflamasına göre yapıldı. Hastalar
iyi gelişmemiş kollateraller (Rentrop 0-1; 42 hasta) ve iyi gelişmiş
kollateraller (Rentrop 2-3; 49 hasta) olmak üzere 2 gruba ayrıldı.
Tüm hastalarda yüksek rezolusyonlu ultrason ile AİD ve nitrogliserine
bağlı vazodilatasyon ölçüldü. AİD iki grup arasında farklı bulunmadı
(4.55±0.69 vs 4.52±0.64, p=0.83). Sonuç olarak bu çalışmada,
brakiyal arterden ölçülen AİD’nin bozulması ile zayıf kollateral
oluşumu arasında bir ilişkinin olmadığı tesbit edildi. Bunun nedeni
kollateral damar oluşumunda birçok faktörün rol alıyor olması olabilir.
Flow-mediated vasodilation (FMD) of the brachial artery, which
is indicative of endothelial function is correlated with cardiovascular
risk factors. The relationship between FMD and collateral formation
in patients with coronary artery disease (CAD) has not been
investigated up to date. In our study, we investigated this relationship.
The study enrolled 91 (12 female, 79 male) patients with a mean
age of 59±11. In patients with at least one coronary artery stenosis
of %90 or greater were included in the study In the presence of
angiographic coronary collateral classification was made according
to Rentrop. Patients were divided into 2 groups as patients with
poor collaterals vessels (Rentrop grade 0 or l; 42 patients) and good
collaterals vessels (Rentrop grade 2 or 3; 49 patients). Using highresolution
ultrasound, both the FMD and sublingual nitroglycerininduced
vasodilation in the brachial artery were measured in all
patients. FMD was not significantly different between the two groups
(4.55±0.69 vs 4.52±0.64, p= 0.83). In conclusion, in this study, lack
of association between an impairment of FMD in the brachial artery
and the presence of poor collaterals was observed. The reason for
this, collateral formation is a complex phenomenon consisting of
several distinct processes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Kornea Plana Olgusu
Hamiyet Pekel, Ömer Kamil Doğan, Hilmi Çakmakçı
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Kornea Plana Olgusu
A Case Of Cornea Plana
Nadir görülen konjenital bir anomali olan kornea planlı bir erkek çocuk takdim edildi. Hastada hafif rolatif ptozis, düzleşmiş konma, küçülmüş dikey ve yatay konrea çapı, belirginliğini kaybetmiş limbus, korneada bant şeklinde kesU7ik, daralmış pupil alanı, yüksek hipermetropi, alternan içe kayma bulundu. pedigri incelemesinde genetik bir geçiş tespit edilemedi.
A male child with a rarely seen of congenital abnorrnality was presented. The syrnptorns were as follows; mild relative ptoıis, flated eornea, redusing in the horizontal and vertical diameter of cornea, indefinite iirrabbur, Bense eorneal band, narrowing of ilim pupil, high ayper metropia and alternant asotropia. A genetic inheritance in the pedigri has not been founded.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Aortunda Endotele Bağlı Gevşemede Kalsiyum (ca++) Ve Magnezyum (mg++) İyonlarının Rolü
Kısmet Esra Nurullahoğlu Atalık, Ekrem Çiçek, Necdet Doğan
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Aortunda Endotele Bağlı Gevşemede Kalsiyum (ca++) Ve Magnezyum (mg++) İyonlarının Rolü
The Role Of CalcIum (ca++) And MagnesIurn (mg++) Lons On The EndothetIum-Dependent RelaxatIon Of RabbIt Aorta
Tavşan aortunda yapılan bu in vitro çalışmada, endotelli ve endotelsiz dokuda, noradrenalin (NA)'e bağlı kasılmalar üzerine kürnülatif konsantrasyonda uygulanan asetilkolin (ACh) cevaplarının ortamdaki Ca++ ve Mg++ iyonlarına ne ölçüde bağımlı olduğu araştırıldı. Endoteli sağlam dokuda Ca++ 7u ve Mg++1u ortamda uygulanan ACh, 10-9M NAte bağlı kasılmaları büyük ölçüde inhibe etli. Besleyici sıvıdaki bu iyonların, yarıya indirilmesi ile söz konusu inhibisyon anlamlı ölçüde azaldı. Her iki iyonun ortamdan uzaklaştırılması ile inhibisyon görülmedi. Endotelsiz dokuda ise, ACh ilavesi NA'e bağlı kasılrnaları her üç ortamda da anlamlı ölçüde artırdı. Bulgular, tavşan aortunda NA'e bağlı kastimaların ACh tarafından inhibe edilebilmesi için endotelin sağlam olmasının gerektiğini göstermiştir. Ayrıca endoteli sağlam dokuda da ACh'in gevşeme yapabilmesi için ortamda Ca++ ve Mg++ iyonlarının gerektiği ortaya konmuştur.
In this in vitro study it was investigated how much the ACh responses, which obtained after NA contractions in rabb it thorasic aorta preparations with endothelium or withouz endothelium, depends on the concentrations of Ca++ and Mg++ ions in the medium. in peraparation with intact endothelium, Ach inhibited the contractile effect of 10-9M NA on a large scala. When these ions' concentrations were reduced to halt, this inhibition decreased significantly. In Ca+ +-free er Mg++-free solution there was no inhibition. However, in preparations without endothelium and in also three mediurn, addition of ACh increased the contractile response to NA, significantly. The results suggest that there must be an intact endothelium in rabbit aorta for inhibition of . NA-mediated contractions, by ACh. Furthermore, iris demonstrated that, also preparations wıttz intact endothelium Ca++ and Mg++ ions are necessary for relaxation by ACh.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
Fatih Akın, Alaaddin Yorulmaz, Abdullah Yazar, Esra Türe, Tarık Acar, Birsen Ertekin, Esma Erdemir
Araştırma makalesi
Özeti
Çocuklarda Karbonmonoksit Zehirlenmelerinde Trombosit İndekslerinin Prognostik Önemi
PrognostIc Importance Of Thrombocyte IndIces In ChIldren WIth Carbon MonoxIde PoIsonIng
\r\n Amaç: Karbonmonoksit zehirlenmesi, tüm dünyada hala önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Trombosit fonksiyonlarının karbonmonoksit zehirlenmesindeki rolü net olmamakla birlikte, trombosit aktivasyon ve agregasyonunun arttığı bildirilmiştir. Karbonmonoksit zehirlenmesinde, endotel hasarına bağlı artan trombotik eğilim, artmış trombosit yapışması ve fibrinolitik yoldadeğişiklikler ortaya çıkar. Çalışmamızın amacı trombosit indekslerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olan çocuklarda klinik yarar sağlayıp sağlamadığını belirlemektir.
\r\n
\r\n Hastalar ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Konya Beyhekim Devlet Hastanesi Çocuk Acil Servislerine başvuran karbonmonoksit zehirlenmesi tanılı çocukların kayıtlarını retrospektif olarak gözden geçirdik. Çalışmaya karbonmonoksit zehirlenmesi olan 92 çocuk ve 62 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı kontrol dahil edildi.
\r\n
\r\n Bulgular: CO zehirlenmesi olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken (9,34 ± 0,55 vs 9,78 ± 0,97fL, p = 0,001; 11,46 ± 2,64 vs 10,57) ± 1,41, sırasıyla, p = 0.007), trombosit sayısı ve plateletrit (324,05 ± 82,07 vs 357,27 ± 89,70 x109 p = 0,015; 0,31 ± 0,06 vs 0, 33 ± 0,07, sırasıyla, p = 0.039) anlamlı olarak daha düşüktü. Ortalama trombosit hacmi seviyeleri ise karboksi hemoglobin düzeyi 20'den yüksek olan hastalarda, karboksi hemoglobin seviyeleri 20-20 arasında olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Sonuç: Sonuçlarımız karbonmonoksit zehirlenmesi olan hastalarda trombosit indekslerinden ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliğinin belirgin şekilde yükseldiğini trombosit sayısı ve plateletritin azaldığını gösterdi. Trombosit aktivasyonu ve fonksiyonundaki değişiklikleri yansıtan ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri, karbonmonoksit zehirlenmesi sırasında özellikle tromboembolik komplikasyonların gelişimini öngörebilir. Ortalama trombosit hacmi ve trombosit dağılım genişliği düzeyleri karbonmonoksit zehirlenmesinin prognostik tahmininde yararlı olabilir
\r\n
\r\n Prognostic importance of thrombocyte indices in children with carbon monoxide poisoning
\r\n
\r\n Abstract
\r\n
\r\n Objective: Carbon monoxide (CO) poisoning is still being a major cause of morbidity and mortality all over the world. Although the role of platelet functions in CO poisoning is not clear, increased platelet activation and aggregation had been reported previously. Increased thrombotic tendency due to endothelial damage, increased platelet stickiness, and alterations in the fibrinolytic pathway occurs in CO poisoning. The aim of our study was to determine whether platelet indices provide clinical benefit or not in children with CO poisoning.
\r\n
\r\n Materials and Methods: We retrospectively reviwed the records of children with the diagnosis of CO poisoning who admitted to the pediatric emergency departments of Konya Beyhekim State Hospital and Necmettin Erbakan University Meram Medical Faculty. A total of 92 children with CO poisoning and 62 age- and gender-matched healthy controls were included in the study.
\r\n
\r\n Results: While mean platelet volume (MPV) and platelet distribution width (PDW) levels were significantly higher (9,34±0,55 vs 9,78±0,97fL, p=0.001 ; 11,46±2,64 vs 10,57±1,41, retrospectively, p=0.007), platelet count and plateletcrit (PCT) (324,05±82,07 vs 357,27±89,70 x109 p=0.015 ; 0,31±0,06 vs 0,33±0,07, retrospectively, p=0.039) were significantly lower in patients with CO poisoning. MPV levels were also significantly higher in patients with a carboxy hemoglobin (COHb) level higher than 20, when compared with COHb levels between 10-20 (9,40±0,84 vs 10,08±1,22 fL, p=0.003).
\r\n
\r\n Conclusion: Our results showed that platelet indices MPV and PDW are markedly elevated in patients with CO poisoning while platelet count and PCT were decreased. MPV and PDW levels, which reflect the changes in platelet activation and function, may predict the development of especially thromboembolic complications in the course of CO poisoning. MPV and PDW levels may be useful in prognostic estimation of CO poisoning.
\r\n
\r\n Keywords: carbon monoxide; children; platelet indices; poisoning
\r\n
\r\n
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Tamer Demir, Burak Turgut, Şahap Kükner, Turgut Yılmaz, Lokman Aslan
Araştırma makalesi
Özeti
Perforan Göz Yaralanmalarında Prognostik Faktörler
Prognostıc Factors In Perforatıng Eye InjurIes
Amaç : Önlenebilir körlük nedenleri içinde önemli bir yere sahip olan perforan göz yaralanmalarına ait prognostik faktörlerin ortaya konup, bazı risk faktörlerinin belirlenmesine çalışılmıştır. Yöntem: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniği’ ne 1994-1999 yılları arasında perforan göz yaralanması ile baş vuran 157 hastaya ait kayıtlar değerlendirilmiştir. Olguların tümüne tek ya da ikinci cerrahi işlem uygulanmıştır. Olgular; yaş, cinsiyet, mesleki dağılım, travma nedeni, travmaya uğrayan doku, travmaya eşlik eden ek patoloji, uygulanan cerrahi işlem, yaralanma anından operasyona kadar geçen süre, ikinci operasyon gereksinimi, operasyon öncesi ve sonrası görme düzeyleri ve komplikasyonlar açısından irdelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 157 olgunun % 77.7'si erkek, % 22.3 ‘ü ise kadın olup, yaş ortalamaları 25.25 ( 4-85) olarak belirlendi. Perforan yaralanmaya en sık 0-12 yaş grubunda (%40.1) rastlanıldı. Bu oran işçilerde % 19.1, çiftçilerde ise %15.3 tespit edildi. En sık yaralanma yeri kornea olup (%62.4), en sık etkenin ise delici- kesici aletler olduğu belirlendi (%22.9). Olguların operasyona kadar geçen süreleri değerlendirildiğinde, % 76.4' ünün ilk 24 saatte öpere edildiği görüldü. İkinci operasyon olguların %27.4’ünde gerekli oldu. Operasyon öncesi görme düzeyinin en sık olarak persepsiyon- projeksiyon düzeyinde olduğu saptandı (15.9). Takiplerde en sık karşılaşılan komplikasyonun ise pupilla düzensizliği (%29) ve korneal lökom (%25.9) olduğu belirlendi. Sonuç: Perforan göz yaralanmalarında tedaviden ziyade yaralanmanın önlenmesi esastır. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri her şeyin önünde gelmektedir. Perforan göz yaralanmak hastaların hastahaneye erken başvurmaları ve erken cerrahi müdahalenin de görme prognozuna olumlu etkileri olduğu muhakkaktır.
Aim : İn this study vve aimed at determining the prognostic factors and some risk factors in perforating eye in juries which have important role in preventable blindness. Method: VVe retrospectively evaluated data from a total of 157 patients, admitted to Fırat University Medical School, Department of Ophthalmology with perforated eye injuries, betvveen 1994-1999. One or two surgical interventions were performed in ali cases. They were eva luated with respect to patients’ age, sex and occupation; etiology of trauma, affected tissue, accompanying pat- hological findings, performed surgical intervention, delay betvveen the injury and surgery, Vision level before and after surgery and complication. Result: Of the total 157patients included in this study, 77.7% was male; 22.3 % female; and mean age of patients was 25.25 (4-85) years old. Perforated eye injuries vvere frequently seen (40.1%) in young patients (0-12 years old). This ratio was found to be 19.1% in vvorkers and 15.3 % in farmers. Among the most frequently injured tissues, cornea vvas the first (62.4%) and knives and Sharp tools were res- ponsible from most of the perforations (22.9%). Of the cases 76% vvas received surgical intervention in the first 24 hours' period. Before operation, visual level frequently found to be betvveen perception and projection (15.9). Most frequent complication among the follovv up period vvas ubnormal shaped pupil (29%) and corneal leukoma (25.9%). Conclusion: İt is knovvn that in perforated eye injury treatments, prevention of injuries is more important th an cure. Therefore prevention al public health Services ar e essential. Our results suggest that, urg en t admission to the hospital and possible early surgical intervention is important determinants of visual prognosis after per forated eye injuries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
Aybars Tavlan, Mehmet Erkan Üstün, Alper Yosunkaya, Ahmet ak, Aysel Kıyıcı, Handan Kozan Bardakçı, Funda Gök
Araştırma makalesi
Özeti
Dexmedetomidinin İntraparankimal Basınç Ve Biyokimyasal Parametrelerle İlişkisi
The RelatIonshIp Of DexmedetomIdIne WIth BIochemIcal Parameters And Intraparenchymal Pressure
Deksmedetomidinin intraparankimal basıncı düşürme mekanizmasına ışık tutabilmek için, tavşanlarda geçici global serebral iskemi modelinde kan ve beyin omurilik sıvısında vazokonstriktör olan Endotelin-1 (ET-1) ve vazodilatör olan Prostaglandin I2 (PGI2), düzeyleri üzerine 80 ve 320 µg kg-1 farklı iki dozunun etkisi araştırıldı. Bu çalışma, Haziran 2005-Ocak 2006 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Merkezi’nde etik komite onayıyla yapıldı. Tavşanlar rastgele biçimde her grupta 6 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı: Grup 1’de kraniotomi uygulandı ve iskemi oluşturulmadı. Grup 2’de sadece iskemi-reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyon sırasında Grup 3’de 80 µg kg-1, Grup 4’de 320 µg kg-1 deksmedetomidin intravenöz olarak verildi. Grup 2, 3, 4’deki tavşanlara kraniotomi ve servikal boyun diseksiyonu sonrası, bilateral karotis arterlere klemp konarak bir saat boyunca iskemi ve daha sonrasında klempler açılarak bir saat süresince reperfüzyon uygulandı. İntraparankimal basınç değerleri ise kraniyotomi ve iskemi-reperfüzyon sonrası kaydedildi. Tavşanlardan ET-1 ve PG I2 düzeylerini tesbit etmek için Grup 1’de kraniyotomi sonrası, Grup 2, 3 ve 4’de ise reperfüzyon sonrası kan ve beyin omurilik sıvısı (BOS) örnekleri alındı. Reperfüzyon sonrası intraparankimal basınç Grup 2 ve 4’de, Grup 1’e göre anlamlı olarak yükseldi (p0.05). ET-1 seviyeleri hem kan hem de BOS da, iskemi ve reperfüzyon uygulanan fakat tedavi uygulamadığımız grupta (Grup 2) arttı. Düşük doz deksmedetomidine uygulanan grupta (Grup III) ise sham grubuna benzerdi (p>0.05). PGI2 seviyeleri ise, düşük doz dexmedetomidin uygulanan grupta sadece BOS’ da anlamlı olarak düşük bulundu (p
Introduction: In this study, in order to shed light on the intraparenchymal pressure reduction mechanism of dexmedetomidine, the effect of two different doses of 80 and 320 µg kg-1 on the levels of vasoconstrictor Endothelin-1(ET-1) and vasodilator prostaglandin I2 (PGI2) in blood and cerebrospinal fluid (CSF) in transient global cerebral ischemia model in rabbits was examined. This study was conducted in the Selcuk University Experimental Medicine Research Center between June 2005 and January 2006 and approved by an ethical committee. All rabbits were randomly divided into four groups; six rabbits in each group. In Group 1, a craniotomy was performed and the ischemia was not created. In Group 2, only an ischemia-reperfusion was performed. During reperfusion, 80 µg kg-1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 3, and 320 µg kg -1 intravenous dexmedetomidine was administered to Group 4. After the application of craniotomy and cervical neck dissection of the rabbits in Groups 2, 3 and 4, the bilateral carotid arteries were clamped and an ischemia was performed for one hour. Then, the clamps were removed and reperfusion was performed for one hour. In addition, ıntraparenchymal pressure were recorded after craniotomy and reperfusion. Blood and CSF samples were collected from rabbits after craniotomy in Group 1 and reperfusion in Groups 2,3 and 4 to determine levels of ET-1 and PGI2. Intraparenchymal pressure values after the reperfusion in Group II and IV were significantly higher than Group I( p< 0.05), but any significant increase in Group III (p>0.05). ET-1 levels of both blood and CSF were increased in the group performed ischemia and reperfusion and no treatment (Group II) and the group administered low dose dexmedetomidine (Group III) were similar with the sham group (p>0.05). However, PGI2 levels of CSF were significantly decreased in the group administered low dose dexmedetomidine (p< 0.05). Dexmedetomidine can reduce the intraparenchymal pressure by reducing the level of ET-1 in the transient global cerebral ischemia model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Ekrem Kadıoğlu, Şaban Gönül, Hasan Basri Velioğlu
Olgu sunumu
Özeti
Travmadan 15 Yıl Sonra Tanı Alan Göz İçi Yabancı Cismi
Intraocular ForeIgn Body DIagnosed 15 Years After Trauma
Penetran göz yaralanmalarının sebep olduğu göz içi yabancı cismi (GİYC), cismin lokalizasyonu, boyutu ve niteliğine göre çeşitli bulgulara sebep olabilir. Bununla birlikte nadir olarak GİYC herhangi bir şikayete neden olmadan yıllarca sessiz kalabilir. Biz bu çalışmada travmadan 13 yıl sonra sık tekrarlayan ön üveite neden olan ve kataraktın bulunduğu bir hastada tespit ettiğimiz göz içi yabancı cisim olgusunu sunuyoruz. 31 yaşında erkek hasta iki senedir mevcut olan sol gözde görme azlığı ve ataklar şeklinde gelişen ağrı, kızarıklık, ışık hassasiyeti şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine basvurdu. 15 yıl önce yakınında seramik veya porselen türü bir cismin patlamasıyla sol gözünden yaralanma öyksü mevcuttu. Ön segment muayenesinde sol gözde saat 2 hizasında periferik korneada minimal nefelyon, 2x1 mm boyutlarnda periferik iris defekti, ön kamarada grade 2 hücre reaksiyonu ve arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Orbital bilgisayarlı tomografi tetkikinde sol glob içerisinde arka kutupta yerleşen 3x2mm boyutlarında, hiperdens yabancı cisim saptandı. Nedeni açıklanamayan üveit olgularında, hasta özellikle çocuk ve genç yaş gurubunda ise göz içi yabancı cisim olasılığı her zaman akılda tutulmalıdır.
Intraocular foreign body (IOFB) caused by penetrating eye injuries may lead to various findings by depending on the location, size and nature. However, in rare cases IOFB may remain silent for years without any complaint. In this study, we present the case of IOFB causing recurrent anterior uveitis 13 years after trauma in the patient with cataract. A 31-year-old male patient admitted to Ophthalmology department with the complaint of decreased vision which have been two years and pain, redness, light sensitivity with attacks in left eye. 15 years ago, a history of left eye injury occurred with exploding an object type of ceramic or porcelain was present. On the anterior segment examination, minimal peripheral corneal nefelyon at 2 hours position, peripheral iris defect size of 2x1 mm, grade 2 cell reaction in anterior chamber and posterior subcapsular cataract were present in left eye. In computerized tomography scan was detected the hyperdense foreign body placed in the posterior pole at the size of 3x2mm within the left globe. The possibility of intraocular foreign body should be kept in mind in patients with idiopathic uveitis specially in children and young people.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kontakt Lensler: Endikasyonları, Komplikasyonları Ve Kontrendikasyonları
Süleyman Okudan, Mehmet Okka, Ahmet Özkağnıcı
Araştırma makalesi
Özeti
Kontakt Lensler: Endikasyonları, Komplikasyonları Ve Kontrendikasyonları
Contact Lenses: Indıcatıons, Complıcatıons And Contraındıcatıons
Kontakt lenslerin tarihçesi oldukça eskiılir. Ilk kez 16. yüzyılda Leonardo de Vinci ile başlaını.ş ve günümüze kadar çok aşamalar kaydenniştir. 1926 yılında skleral lens, 1942 yılında korneal lens, 1962 yılında hidrofilik lens ve 198011i yıllarda silikon lensler geliştirilmiştir. Kontakt lensler önceleri optik amaçla refraksiyon kusurlarının düzeltilmesnde kul-lanılirken daha sonraları kozmetik amaçla ve korncanın hastalıklarında tedavi amacı ile kullanılır duruma gelmiştir
The history of contact lenses is very old. It started with Leonardo de Vinci in the 16th century for the first time, and many stages have been recorded until today. Scleral lenses were developed in 1926, corneal lenses in 1942, hydrophilic lenses in 1962 and silicone lenses in 198011i. While contact lenses were used to correct refractive defects for optical purposes, later they became used for cosmetic purposes and for the treatment of horn diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Yaka Nedeniyle Morquio Sendromu
Sevim Karaaslan, İbrahim Erkul, Ahmet Bozkır, Bilge Çakır
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Yaka Nedeniyle Morquio Sendromu
MorquIo Syndrome: A Case Report
Nadir rastlandması nedeniyle Morquio sendromlu 10,5 yaşında bir erkek çocuk bildirilmiş ve Morquio sendromunda korneal opasite başlangıç yaşının farkIılık gösterebileceği üzerinde durulmuştur.
We presented a 10.5 year-old-male child with Morquio syndrome and we emphasized on the vast variation among corneal clouding developing times.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tavşan Torasik Aortasında Ach, Atp Ve Na'e Bağlı Cevaplara L-Name'in Etkisi
Ekrem Çiçek, H. İbrahim Karabacak, Esra Kısmet Atalık, Hülagü Barışkaner
Araştırma makalesi
Özeti
Tavşan Torasik Aortasında Ach, Atp Ve Na'e Bağlı Cevaplara L-Name'in Etkisi
The Effect Of L-Name On Responses Due To Ach, Atp And Na In RabbIt Thorack Aorta
Sunulan bu in vitro çalışmada. endotelli ve endotelsiz tavşan torasik aortasında noradrenalin (NA) ile oluşan cevapların asetilkolin (ACh) ve adenozin 5- trıfosfat (ATP) ile inhibisyonuna ve NA'e bağlı kasılma üzerine nitrik oksit (NO) sentez inhibitörü NG - nitro L-arjinin metil ester (L-NAME)'in etkisi araştırılmıştır. 10-5 M NA, endotelli ve endotelsiz dokuda kasılma cevapları oluşturmuş, endotelli dokuda 10-6 M indometasin ında bu cevaplar, kümülatif konsantrasyonda (10-9 - 10-4 M) uygulanan ACh ile % 77.42 ± 6.29. aynı konsantrasyonda ATP tarafindan da % 65.76 ± 8.06 oranında inhibe edilmiştir. Ortamda L-NAME varlığında ise, söz konusu alanlara bağlı inhibisyon sırasıyla % 28.37 ± 2.50 ve % 21.56 ± 2.55 oranında bulunmuştur. Endotelsiz dokuda ACh'e bağlı inhibisyon meydana gelmezken, ATP NA cevaplarını % 23.17± 2.61 oranında inhibe etmiş ve ortama L-NAME ilavesi bu cevabı değiştirmetniştir. Bir başka bölümde kümülatif konsantrasyonda (10-9 - 10-4 M) uygulanan NA'e bağlı kasılma cevapları endotelli dokuda 10-6 L-NAME varliğında % 131.56 ± 8.43 oranında bulunurken, endotelsiz dokuda L-NAME'e bağlı bir etki görülmemiştir. Çalışmada ayrıca L-NAME'in bazal gerilim üzerine etkisiz olduğu da saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar; kullanılan dokuda NA ile oluşan kasılmaların ACh ile inhibisyonunda endotel tabakasının sağlam olmasının gerektiğini, buna karşın ATP gevşemelerinin endotelden bağımsız olarak da gerçekleşebileceğini, ayrıca L-NAME'in endotelli dokuda her iki ajana bağlı NO aracılı gevşemeleri inhibe ettiğini ve NA'e bağlı kasılmaları da artırdığını göstermektedir.
in the pı-esent study, the ejfects of IVG-nitro L-arginin nıethyl ester (L-NAME), a nitric oxide (NO) synthesis inhibitor. on the contraction due to noradrenaline (NA) and on the inhibition of the NA-induced contractik responses by acetylcholine (ACh) and adenozine 5-triphosphat (ATP) have been investigated in rahhit thoracic aorta with ot- without endothelium. 10-5 M NA-induced contractile responses in tissues with or without endothelium and in the tissue with endothelium, the inhihition of these contraction was found 77.42±6.29 % and 65.76±8.06 %, respectively by addition of cumulative concentration (10-9 - 10-4M) of ACh and ATP. In the presence of L-NAME, the inhibition due to of these agents was found as 28.37±2.5 % and 21 .56±2.55 % respectively. While any inhibition due to ACh does not occur in the tissue without endothelium ATP inhibited the reponses of NA at the rate of 23.17±2,61 % and addition of L-NAME to the mediurn did not change the responses. In another pan, in the tissue with endotheliunı the NA (10-9 - 104M) induced contractik responses was found 131 .56±8.43 % in the presence of L-NAME (10-6M) Whereas there's no effect due ta L-NAME in the tissue without endothelium. It has alsa been reported that L-NAME has no effects on the hasat tension, in this study. The ı-esults suggested that, an itact endothelium is essential for the inhihition of the muscle contraction with ACh in tissues ıısed. Morover alsa found that ATP-relıvcations vı'ere free from endothelium, in addition that L-NAME inhihits NO-mecliated relaxations due ta hoth agents in endothelial tissues and increased the contractions due ta NA, too.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bır Vak'a Nedeniyle Kutanöz Vaskülit
Şükrü Balevi, Hüseyin Endoğru, Hüseyin Tol, Müfide Bozkürk
Araştırma makalesi
Özeti
Bır Vak'a Nedeniyle Kutanöz Vaskülit
A Case Of Cutaneous VasculItIs
Lökositoklastik vaskülit küçük damar nekrotizan vaskülitinin en çok görülen şeklidir. Hastalık deride sınırlı kalabildiği gibi kutanöz-sistemik angiitis olarak adlandırıldıgı tipte farklı bir çok organları il-gilendirebilir. Histolojik olarak küçük dermal da-marların (venüllerin) fibrinoid nekrozu. lökositoklasis, endotel hücrelerinin şişmesi ve erit-rositlerin ekstravazasyonu vardır. Kutanöz vaskülitin klasik bulgularına sahip 63 yaşında bir erkek hasta, hastalıgın nadir görülmesi nedeniyle takdim edilmiştir.
Leukorywclastic vasculiiis is the most common form of small vessel nerrotizing vasculifis. The di-sease may be limited to the skin or involve many dif-ferent organs, in which rase it is called cutaneous systemir angütis. Histologirally there is fibrinoid necrosis of small dermal blood vessels (venules), le-ukocytoclasis, endothelial rell swelling, and ext-ravasation of RBCs.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Konjenital Kornea Plana Olgusu
Fehmi Özkan, Süleyman Okudan
Araştırma makalesi
Özeti
Bir Konjenital Kornea Plana Olgusu
A Case Of CongenItal Cornea Plana
Konjenital kornea plana'lı bir erkek çocuk sunul-muştur. Hastada düzleşmiş kornea, sınırları belirsiz limbus, sığ ön kamera, yüksek hipermetropi ve alternan içe kayma mevcuttu. Sistemik anomaliler yoktu. Olgunun pedigri incelenmesinde, otozomal ressesiv bir geçiş düşünüldü.
A ınale clıild with congenital cornea plana is pre-sented. The ocular findings of this rarely seen abnor-mality in our case esere fiat cornea, indefinite lim-bus, narrowing of the anterior clzaınber, high hypermerropia and alternate esotropia. There vere no systemic abnormalities. The pedigree of this case showed an aıllosoınal recessive heredity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta