Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
Cengiz Kadıyoran, Hilal Akay Çizmecioğlu, Ahmet Çizmecioğlu, Pınar Didem Yılmaz, Necdet Poyraz
Araştırma makalesi
Özeti
Gis Malignitesi Bulunan Hastaların Karaciğer Metastazlarının Mrg İle Görüntülenmesinde Gadoksetik as
ComparIson Of The GadoxetIc AcId And Gadopentate DImeglumIne EffIcIency For DetermInIng LIver Metastases By An Enhanced Mrı Of PatIents WIth GastroIntestInal MalIgnancIes
Amaç: Bu çalışmanın amacı gastrointestinal sistem malignitesi bulunan hastaların karaciğer metastazlarının MRG ile görüntülenmesinde gadoksetik asit ve gadopentate dimegluminin etkinliğinin karşılaştırılarak değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya histopatolojik olarak gastrointestinal sistem malignitesi bulunan 50 hasta dahil edilerek bu hastalardaki karaciğer metastazları değerlendirilmiştir. Her iki kontrast madde ile elde olunan seriler karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Her iki kontrast madde için elde edilen serilerde arteryel, portal ve geç fazda karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından istatistiksel anlamlı fark tespit edilemezken, gadoksetik asit uygulanan hastalarda 20. dakikada elde edilen seriler gadopentate dimeglumine uygulanmasını takiben geç fazda elde edilen seriler ile karaciğer parankiminin ve metastatik lezyonun intensitesi açısından karşılaştırıldığında gadoksetik asit lehine istatistiksel anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Gadoksetik asit uygulamasını takiben arteryel, portal, geç fazda ve 20. dakika serilerde karaciğer parankim intensitesinde fazlar süresince istatistiksel anlamlı kontrastlanma artışına yol açmaktadır.(p<0.05) Bu süre zarfında metastatik lezyonlarda ise anlamlı intensite artışı mevcut değildir.(p>0.05) Karaciğer kontrastlanması artarken metastatik lezyonlardaki kontrastlanmanın artmıyor olması karaciğerdeki metastatik lezyon ve normal karaciğer parankimi arasında belirgin kontrast farkına yol açmaktadır. Böylece zamanla gittikçe artan karaciğer kontrastlanmasını takiben fazlar süresince anlamlı artış göstermeyen metastatik lezyon intensitene de bağlı olarak lezyonların tespiti kolaylaşmaktadır.
Sonuç :
Gadoksetik asit hepatoselüler bir kontrast madde olup gastrointestinal sistem maligniteli hastaların karaciğer metastazlarının manyetik rezonans ile değerlendirilmesinde önemli tanısal katkılar sağlar.
Aim: The aim of this study was to evaluate the efficacy of gadoxetic acid and gadopentate dimeglumine in the evaluation of liver metastases of patients with gastrointestinal malignancy by magnetic resonance.
Patients and Methods: A total of 50 patients were diagnosed gastrointestinal malignancies histopathologically were included in the study and their hepatic metastases were examined by magnetic resonance for two contrast agent.
Results: There was no statistically significant difference for these contrast agent at arterial, portal and late phase series. (p>0.05) But we found a statistically significant difference between the series obtained at the 20th minutes after administration of gadoxetic acid and late phase for gadopentate dimeglumine for hepatic parenchymal and metastatic lesion intensity. (p<0.05) After the administration of gadoxetic acid, arterial, portal, late phase and the 20th minute series intensity of hepatic enhancement significantly reduced. At this time there was not a significant enhancement of the metastatic lesions. (p>0.05) When the hepatic parenchymal enhancement increased and the enhancement of metastatic lesions reduced, thus the enhancement difference between normally hepatic parenchyma and metastatic lesions might help the detection of the lesions.
Conclusion:
Gadoxetic acid, a hepatoceluler contrast agent, have important diagnostic contribution to the assessment of the patients with liver metastases of gastrointestinal malignancies by magnetic resonance imaging.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Osteoartrozlu Hastalarda Egzersize Bağlı Kuadriseps Hipertrofisinin Bt İle Saptanması
Saim Açıkgözoğlu, Hasan Oğuz, İsrafil Şimşek
Araştırma makalesi
Özeti
Diz Osteoartrozlu Hastalarda Egzersize Bağlı Kuadriseps Hipertrofisinin Bt İle Saptanması
The Assesment Of The Hypertrophy Produced By ExercIse In QuadrIceps Muscle In PatIents WIth Os- TeoarthrItIs Of The Knees UsIng ComputerIzed Tomography
Osteoartiritli hastalarda egzersiz sonrası quadriseps kaslarındaki hipertrofinin bilgisayarlı tomografi (BT) ile kas alan ölçümleri yapılarak saptanması amaçlanmıştır. Klinik ve radyolojik olarak dizde osteoartrozu olan 30 hastaya egzersiz uygulanarak kas hipertrofisi BT ile saptandı. Olgular 10 kişilik gruplara ayrıldı. Grupların her birine izo- metrik egzersiz, dirençli izometrik progresiv egzersiz ve progresif dirençli egzersizlerden birisi uygulandı. Egzersiz hastanın yakınma, klinik ve radyolojik bulguları olan dizine uygulandı. Kaslarda oluşan hipertrofi, egzersiz öncesi ve sonrası BT ile kas alan ölçümleri yapılarak değerlendirildi. Vastus medialis(VM), vastus lateralis(VL), vastus in- termedius(Vİ), rektus femoris(RF) kesit alanları, total kas alanları, total bacak alanı ve el ile bacak çevresi ölçüleri yapıldı. İzometrik egzersizde sadece RF kas hipertrofisinde sonuç anlamlı idi (p<0.01). İzometrik progresif dirençli egzersiz VM, Vİ kaslarında (p<0.01) ve VL kasında (p<0.001) hipertrofi oluşturmaktadır. Egzersiz yapılmayan ba cakta da hipertrofi oluşmaktadır. Progresif dirençli eksersiz VM, VL ve Vİ kasında (p<0.01) hipertrofi oluşturmaktadır. Egzersiz yapılmayan bacakta ise izometrik progresif dirençli egzersizden daha fazla hipertrofiye neden olmaktadır. Total kuadriseps ve total kas alanı hipertrofisinde dirençli egzersizlerin daha etkili olduğu görüldü. Progresif dirençli egzersizde bacak kesit alanı ve çevresi anlamlı düzeyde etkilenmektedir. Bacakta kas hipertrofisini ve hangi kasta hipertrofi olduğu saptamada BT başarılı sonuç vermektedir. Hipertrofiyi göstermede BT, el ile bacak çevresi ölçümlerine göre daha güvenilir sonuçlar vermektedir. Kesit yeri yüzeysel olarak be lirlendikten sonra tek BT kesitinde gerekli ölçümleri yapmak olanaklıdır.
The aim of the study is to determine the effectiveness of CT area measurements in order to çuantify hypertrophy produced by exercise in quadriceps muscle in patient with osteoarthritis of the knee. Thirty patients with knee os- teoarthritis who diagnosed clinically and radiologically were divided into three groups each consists of ten sub- jects. The first group took part in isometric, the second group isometric Progressive resistance, and the third group Progressive resistance for 4 weeks. At the beginning and end of the treatment, computerized tomographic sections were taken from the thigh. One of the sections was taken from 10 cm above subpatellar margin for vas tus lateralis (VL) and vastus medialis (VM), the other from midpoint of interline betvveen umbilicus and subpatellar end for vastus intermedius (VI) and rectus femoris (RF). Cross-sectional areas of the thigh, quadriceps totally, and the heads of the quadriceps were measured. İn addition, the circumference of the thigh was measured ma- nually. İsometric exercise (IE) produced hypertrophy only in RF (p<0.01), Progressive resistance exercise (PRE) in VM, VL, and VI (pcO.OI), and isometric Progressive resistance exercise (İPRE) in VM and VI (p<0.01), and VL (p<0.001). İn cotralateral thigh, PRE produced more hypertrophy than IPRE. The resistance exercises were more effective to produce hypertrophy in quadriceps muscle totally. Only in PRE group, the increase in cross-sectional areas and circumferences of the thigh were statistically significant. We conclude that the CT techniques are ne- cessary to asses the degree of muscle hypertrophy, and CT measurements provide more useful information than manual measurements of the circumference of the thigh.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dizde Berrak Hücreli Sarkom
Harun Kütahya, Ali Güleç, Burkay Kutluhan Kaçıra, Mehmet Ali Acar, Recep Gani Göncü, Mustafa Nazım Karalezli
Olgu sunumu
Özeti
Dizde Berrak Hücreli Sarkom
Clear Cell Sarcoma Of Knee
Berrak hücreli sarkom; yumuşak dokuların tendon ve aponevrozları ile sıkı ilişkili, malign melanom olarak da bilinen, oldukça nadir rastlanan ve nöral krest hücrelerinden kaynaklanan tümördür. 20- 40 yaşları arasında daha sık görülen bu tümöre kadınlarda daha sıklıkla rastlanır. Yüksek derecede agresif bir tümördür ve sağ kalım düşüktür. 71 yaşındaki erkek hasta sol diz lateralinde ağrı ve nüks kitle şikayetleri ile başvurdu. Biyopsi sonucu berrak hücreli sarkom tanısı koyulan hastaya geniş rezeksiyon uygulandı. Sonrasında tıbbi onkoloji tarafından tedavisine devam edilen hasta 10 ay sonra kaybedildi.
Clear cell sarcoma also known as malign melanoma, is a rare tmour originated from neural crest cells. It is closely related with tendons and aponeurosis. It is most common in females between 2 nd and 4 th decades. CCS is a high degree agresive tumour and survival rate is low. In this paper, we report a patient whom wide resection was applied for a clear cell sarcoma at his left knee and followed by oncology clinic. Postoperatively however the patient was lost 10 months following the surgery.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
Ganime Dilek Emlik, Mehmet Gök, Kemal Ödev, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Akciğer Malign Tümörüne Bağlı İskelet Kası Metastazı
RadIologIc FIndIngs In Skeletal Muscle MetastasIs From Lung CarcInoma
Amaç: Malign tümörlerin iskelet kasına metastazları nadirdir. Akciğerden kaynaklanan malign tümörlü olan olguda klinik bulgular ve iskelet kasındaki metastatik lezyonların klasik radyografik, BT, MRG bulguları irdelendi. Olgu: 68 yaşında erkek olgunun akciğer radyografisinde sol akciğerde, büyük kalın düzensiz duvarlı kaviter lezyon izlendi. Lezyon bronkoalveolar lavaj (BAL) sonucunda kötü differensiye epidermoid kanser tanısı aldı. Bir yıldan beri bulunan sol uyluk ön yüzündeki yumuşak doku kitlesinedeniyle yapılan direkt grafide periost reaksiyonu dışında bulgu saptanmadı. MRG’de kitle lezyonu, çevre kas yapılarına göre T1A’lı kesitlerde hipo, T2A’lı kesitlerde hiperintens izlendi. Yumuşak doku kitlesinden yapılan biopsi sonucu metastatik tümörle uyumluydu. Olgu tanı konduktan 6 ay sonra kaydedildi. Sonuç: Akciğer malign tümörlü olgularda iskelet kasında kitle ve ağrı varlığında metastazdan şüphelenilmelidir. Kitlelerin lokalizasyonunda, çevre dokularla ilişkisi ve kemik tutulumunun saptanmasında MRG ve BT tamamlayıcı tetkiklerdir.
Purpose: In the case of the skeletal muscie metastasis of lung cancer the authors report radiographic, CT scan and MRI findings of painful masses in the femoral regions. Muscle biopsy revealed extensive infiltration of the muscle with carcinoma cells. Case: A 68 year-old man presented with a large cavitary lesion with thickened wall in the left hilus on radiogrraphy and CT scan. The diagnosis of the lung cancer was made by bronchoalveolar lavage. The radiograph did not Show any soft tissue mass, except periosteal reaction. MRI showed a tumoral mass in the right quadriceps muscle with signal intensity slightly lower on T1-weighted and higher in T2-weighted images than surrounding muscle tissue.Needle biopsy revealed metastatic squamous cell carcinoma. The patient died six month later. Conclusion: MRI is more useful technique than the other methods for determination of the localization, the relationship of the surrounding tissues and the manifestations of metastatic masses on the skeletal muscle due to malign tumor of the lung.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
Neşe Asal, Pınar Nercis Koşar, Mahmut Duymuş, Ömer Yılmaz, Uğur Koşar
Olgu sunumu
Özeti
Lobuler Meme Kanserinin Her İki Overe Metastazı
BIlateral OvarIan Metastases From Lobular Breast Cancer
Metastatik over tümörleri, tüm over tümörlerinin %3-8’ni malign over tümörlerinin yaklaşık %10-30’unu oluşturmaktadır. Overlerin metastatik hastalığı sıklıkla kolon, mide, meme ve genitoüriner sistem kaynaklıdır. Lenfoma, lösemi gibi hematolojik tümörler de overlere yayılabilir. Klinik hikaye, tümör markerları, tümör morfolojikhistolojik özellikleri ve görüntüleme özellikleri primer ve sekonder over tümörleri arasındaki ayırımda yararlıdır. Manyetik resonans görüntüleme (MRG) tümoral lezyonların karakterizasyonunda, benign ve malign kitle ayırımında çok faydalıdır. MRG incelemede T1 ve T2 ağırlıklı görüntülerde sinyal ve morfolojik karakteristikleri ile over kitleleri tanımlanabilmektedir. Over metastazının saptanması tedavi yönetimini değiştirdiğinden tanınması önemlidir. Bu olgu sunumunda lobuler meme kanserinin her iki overe metastazı MRG ve ultrason bulguları sunulmaktadır
The metastatic ovarian tumors constitute 3 to 8% of all and 10 to 30% of malignant ovarian tumors. The common primary sites for metastatic disease to the ovaries include the colon stomach, breast and the genitoürinary tract. Hematolojic malignancies, including lymhoma and leukemia, also involve the ovaries. Clinical history, tumor markers, tumor morphological-histological features and imaging features are useful to distinguish secondary ovarian tumors from primary ovarian tumors. Magnetic Resonance imaging (MRI) provides useful information for characterization of various ovarian benign or malign masses. The use of MRI for diagnosis of ovarian masses includes consideration of morphologic characteristics and signal intensity characteristics on T1 and T2-weighted images. It is important to determine the ovarian metastasis due to change the method of treatment. İn this case we present MRI an ultrasound findings of bilateral ovarian metastasis of lobular breast cancer.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Olağandışı Ekstranodal Tutulumlarla Agresif Seyredenmantle Hücreli Lenfoma
Mehmet Hilmi Doğu, İsmail Sarı, Sema Ertürk, Sibel Hacıoğlu, Ali Keskin
Olgu sunumu
Özeti
Olağandışı Ekstranodal Tutulumlarla Agresif Seyredenmantle Hücreli Lenfoma
AggressIve Mantle Cell Lymphoma PresentIng WIth Unusual
extranodal Involvements
Mantle hücreli lenfoma tüm Hodgkin dışı lenfomaların %3-
10’unu oluşturmaktadır. İleri yaş hastalığı olup erkeklerde daha sık
görülmektedir. Mantle hücreli lenfoma olguları genellikle ileri evrede
tanı almaktadır ve ekstranodal tutulumlara sık rastlanmaktadır.
Bu yazıda, hastaneye sağ diz ağrısı ve şişlik nedeniyle başvuran
ve olağandışı ekstranodal tutulumlarla giden agresif seyirli mantle
hücreli lenfoma tanısı alan 62 yaşında erkek bir olgu paylaşıldı.
Mantle cell lymphoma represents 3-10% of all non-Hodgkin
lymphomas. It is mostly a disease of the elderly and shows a male
predominance. Patients with mantle cell lymphoma usually present
with advanced stage. Extranodal involvements are common finding.
In this paper, we presented a case of an 62 year old male admitting to
hospital only right knee pain and swelling who had aggressive mantle
cell lymphoma with unusual extranodal involvements.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Dilcan Kotan, Aslı Aksoy Gündogdu, Gürkan Kayabaşoğlu
Olgu sunumu
Özeti
İleri Yaş Kavernöz Sinüs Trombozlu Bir Olgu
Cavernous SInus ThrombosIs In An Older PatIent
İskemik inmenin nadir nedenlerinden olan kavernöz sinüs trombozu, yaşamı tehdit eden bir durumdur.
Mortalitesi yüksektir ve klinik olarak kranyal sinir tutulumu ve görme kaybı dahil morbiditeye yol açabilir.
Kavernöz sinüs trombozu enfeksiyöz veya nonenfeksiyöz kaynaklı oluşabilir. Bu çalışmada, iyi gidişli,
nonenfeksiyöz, ileri yaş kavernöz sinüs trombozlu nadir bir kadın olgu sunulmuştur.
The cavernous sinus thrombosis is a very rare and life-threatening condition. The mortality
rate remains high, and significant morbidity includes residual cranial nerve palsies and
blindness. The causes of cavernous sinus thrombosis are infectious or aseptic. We report
well-progressed a rare case of aseptic thrombosis of the cavernous sinus in an older patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Eklem İçi Enjeksiyon Sonrası Septik Artrit Gelişimi
İsmail Hakkı Korucu, Faik Türkmen, Mustafa Özer, Ali Güleç, Bayram Yolcu
Araştırma makalesi
Özeti
Diz Eklem İçi Enjeksiyon Sonrası Septik Artrit Gelişimi
SeptIc ArtrItIs Development After Intra-ArtIcular Knee InjectIons
Diz dejeneratif artriti tedavisinde eklem içi enjeksiyonlar
sık kullanılmaktadır. Uygulama sonrası septik artrit gelişimi de
bilinmektedir. Bu çalışmada; diz dejeneratif artriti nedeniyle
uygulanan eklem içi enjeksiyonları sonrası oluşan septik artrit
olgularının araştırılması amaçlanmaktadır. 2010-2015 yılları
arasında dejeneratif diz artriti nedeniye, diz eklem içi enjeksiyonu
uygulanmış ve sonrası septik artrit tanısı konularak tedavi edilen
hastalar retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet,
eşlik eden hastalıkları, fizik muayene bulguları, beyaz küre sayısı,
sedimentasyon hızı, C-reaktif protein değerleri, aspirat mayii direk
bakı ve kültür sonuçları kaydedildi. On iki hastanın yaş ortalaması 60
(46-74) idi. Hastaların 7’si kadın ve 5’i erkek idi. Beyaz küre sayısı
ortalama 12.69 (8.92-15.87) K/uL, sedimentasyon hızı ortalama 50
(35-100) mm/sa ve C-Reaktif Protein seviyesi ortalama 25.9 (16-35.3)
mg/L’idi. Kültürde üç hastada Staphylococcus aureus üredi. Diğer
hastalarda etken izole edilemedi. Tüm hastaların cerrahi debridman
ve yıkama sonrası tedavileri tamamlandı. Diz içi enjeksiyonlar
tamamen güvenilir olmamakla birlikte, kısa dönemde hastaların
klinik bulgularında düzelme sağlayabilmektedir. Ancak uzun dönem
etkileri ve uygulama sonrası oluşabilecek komplikasyonlar göz önüne
alındığında osteoartirin erken evre tedavisinde başka tedavilerin
öncelikle denenmesi gerektiğine inanmaktayız.
Knee intra-articular injections are frequently used in the
treatment of degenerative arthritis. However, it is known that septic
arthritis may develop after the application. In this study; it was
aimed to investigate the cases of knee septic arthritis occurring
after intra-articular injections administered due to degenerative
arthritis. Between the years 2010-2015, patients were retrospectively
reviewed who treated with the diagnosis of septic arthritis following
intra-articular injections due to degenerative knee arthritis. Age, sex,
comorbidities, physical examination, white blood cell, sedimentation,
CRP, aspirate microscopy and culture results were recorded.
The mean age was 60 years (range, 46-74 years) of 12 patients
(7 females, 5 males). The mean white blood cell count was 12.69
(range, 8.92-15.87) billion cells/L. The mean sedimentation rate was
50 (range, 35-100) mm/hour. The mean C-Reactive Protein level was
25.9 (range, 16-35.3) mg/L. Staphylococcus aureus was isolated
in three patients. In other patients, no causative pathogen was not
isolated. All patients underwent surgical debridement. Although
intraarticular injections are not totally safe, it can provide clinical
improvement in patients in the short term. However, given the longterm
effects and complications that may occur after application in
the early stages of treatment of osteoarthritis, we believe that other
treatments should be tried first.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
Bayram Metin, Sami Ceran, Bayram Altuntaş, İsa Döngel
Olgu sunumu
Özeti
Üç Olguda Perikardiyal Kist Ve Divertiküller
PerIcardIal Cysts And DIvertIcula In Three Cases
Perikardial kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin
yaklaşık olarak %7’ lik bir kısmını oluştururlar. Perikardiyal kist ve
divertiküller çoğunlukla sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte,
sol kardiyofrenik sinüs, superior mediasten, aortik ark seviyesi ve sol
hilusda da yer alabilirler. Perikardiyal kist ve divertiküller birbirine
yapı, lokalizasyon ve semptom olarak benzer lezyonlardır. Tanılarında
radyografi, BT ve MRG’ nin demostratif önemi vardır. Biz burada üç
olgu üzerinden mediastinal kistik lezyonların ayrıcı tanısında önemli
yer tutan perikardiyal kist ve perikardiyal divertiküllerin semptom,
tanı ve tedavi yönünden benzerliklerine ve farklılıklarına değinmek
istedik.
Pericardial cysts and diverticula compose %7 of all mediastinal
masses. Pericardial cysts and diverticula are generally present
at right cardiophrenic sinus also within left cardiophrenic sinus,
superıor mediastinum, aortic arch level and left hilum. Pericardial
cysts and diverticula are lesions which resemble themselves in
shape, localiaztion and symptoms. Radiography, CT and MRI has
demonstrative importance in their diagnosis. We want to present
similarities and differences of symptoms, diagnosis and treatment
of pericardial cysts and diverticula which are important in differential
diagnosis of mediastinal cystic lesions within these 3 cases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
Hasan Erdoğan, Suat Keskin, Mustafa Koplay, İlhan Çiftçi, Tamer Sekmenli, Ilgar Allahverdiyev, Cengiz Erol
Olgu sunumu
Özeti
Prepubertal Olguda Bilateral Testiküler Adrenal Rest
tümörü: Us Ve Mrg Bulguları
BIlateral TestIcular Adrenal Rest Tumor In A Prepubertal PatIent: Us
and MrI FIndIngs
Testiküler adrenal rest tümör (TART), konjenital adrenal
hiperplazi öyküsü olan erkek hastalarda görülen benign testis
tümörüdür. Sıklıkla bilateral yerleşimlidir. İnfertiliteye sebep olabilir.
Ayırıcı tanıda, leydig ve sertoli hücreli tümörler, seminom ve diğer
germ hücreli tümörler yer alır. Ultrasonografi ve manyetik rezonans
görüntüleme, TART tanısında kullanılan radyolojik görüntüleme
yöntemleridir. Bu yazıda TART’ın klinik özellikleri, radyolojik
görüntüleme bulguları ve ayırıcı tanısı sunulmuştur.
Testicular adrenal rest tumor (TART) is a benign testicular
tumor that was seen in male patients with a history of congenital
adrenal hyperplasia. It is often localized as bilateral. It can cause
infertility. Differential diagnosis includes, Leydig and Sertoli cell
tumors, seminomas and other germ cell tumors. Ultrasonography and
magnetic resonance imaging are radiological imaging methods used
in the diagnosis of TART. In this article, clinical features, radiological
findings and differential diagnosis of TART is presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Osman Koç, Ganime Dilek Emlik, Hamdi Arbağ, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Benign Paranazal Sinüs Lezyonlarının Tanısında Bilgisayarlı Tomografi Ve Manyetik Rezonans Görüntüleme
Computed Tomography And MagnetIc Resonance ImagIng In The DIagnosIs Of BenIgn Paranasal SInus LesIons
Amaç: Bu Çalışmada, benign paranazal sinüs (PNS) lezyonlarının tanısında bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) katkıları araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001 – Şubat 2004 tarihleri arasında klinik bulgularına göre nazal kavite, PNS veya komşu yapılara ait benign lezyon olduğu düşünülen 30 olgu incelendi. Olguların tümüne BT ve MRG incelemeleri yapıldı. BT ve MRG’de lezyonların iç yapı karakteristikleri, yerleşim yerleri ve patolojik tanıya giden radyolojik görünümleri değerlendirildi. Bulgular: Histopatolojilerine göre lezyonlar; mukosel 8, odontojenik kist 4, fibröz displazi 3, interted palillom 2, hemanjiom 2, menenjiom 2, kondrom 2, şıvannom 1, osteom 1, osteokondrom 1, paget hastalığı 1, ameloblastom 1, dev hücreli tümör 1, santral dev hücreli granülom 1 adet idi. Patolojik sonuçlara göre değerlendirildiğinde BT ve MRG’nin duyarlılıkları sırasıyla %86,6 ve %83,3 olarak bulundu. Radyolojik olarak malign özellik gösteren 3 olguda (1 dev hücreli tümör, 2 inverted papillom) doğru tanı histopatolojik olarak kondu. Sonuç: BT, kemik ekspansiyon ve destrüksiyonlarını, kemik kaynaklı tümörleri ve tümör içi kalsifikasyonları göstermede etkin bir yöntemdir. MRG ise kistik lezyonların iç yapılarını, tümör içi hemorajileri ve tümör-inflamasyon ayrımını daha iyi gösterir. Bu yüzden benign PNS lezyonlarını değerlendirmede BT ve MRG birlikte kullanılmalıdır.
Purpose: In this study, contrubitions of computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging (MRI) were researched in the diagnosis of benign paranasal sinüs (PNS) lesions. Materials and methods: According to the clinical findings, between January 2001 – February 2004, 30 cases have been studied who were thought to have benign lesions belonging to nasal cavity, PNS or neighboring structures. CT and MRI studies are made to the all case. Inner structure characteristics, locations and radiological apperarances coursing pathological diagnosis of lesions in CT and MRI have been assessed. Results: The histopathological diagnoses of lesions were mucocele (8), odontogenic cysts (4), fibrous dysplasia (3), inverted papilloma (2), hemangioma (2), menengioma (2), schwannoma, osteoma, osteochondroma, paget disease, ameloblastom, giant cell tumor, central giant cell granuloma. Whwn assessed according to pathological results, sensitivity of CT and MRI were found to be 86.6% and 83.3% respectively. In 3 cases showing radiological malign feature (1 giant cell tumor, 2 inverted papillomas) the correct diagnosis was made histopathologically. Canclusion: CT is an effective method to show bone expansion and destructions, tumors originated from bone and intratumoral calcifications. MRI offers better the inner structures of cystic lesions, intratumoral hemorhages and differentiation of tumor from inflammation. Therefore, CT and MRI should be used jointly in the evaluation of the PNS lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
Abdussamet Batur, Mehmet Emin Sakarya, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Kardiyomegaliyi Taklit Eden Asemptomatik Dev Timolipoma: Direkt Grafi, Bt Ve Mrg Bulguları
AsymptomatIc GIant ThymolIpoma MImIckIng CardIomegaly: DIrect Graphy, Ct And MrI FIndIngs
Kardiyomegali görünümüne yol açan, asemptomatik, dev timolipoma olgusunun görüntüleme bulgularını sunmak. Rutin kontrol amacıyla çekilen posterior-anterior (PA) akciğer grafisinde kardiyomegali tespit edilen 32 yaşındaki erkek hastada yapılan incelemede parakardiyak kitle izlendi. Yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) görüntülemede; ön mediasten yerleşimli, düzgün sınırlı, komşu yapılara belirgin invazyon göstermeyen, fibröz komponent de içeren yağ dansitesinde kitle görüldü. Lezyon tanısı transtorasik biyopsi sonrası histopatolojik incelemeyle timolipoma olarak raporlandı. Operasyon öncesi lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı T2 ağırlıklı görüntülerde baskılanan, komşu yapılara invazyon göstermeyen kitle saptandı. Esnek özellik gösteren timolipomalar büyük boyutlara ulaşmasına rağmen bulgu vermeyebilir. Direkt grafide kardiyomegaliyi taklit edebilir. BT’de yağ dokunun gösterilmesi tanıda yardımcıdır. Lezyon sınırlarının tam olarak belirlenmesinde MRG değerli bilgiler verir.
Demonstrating the imaging findings of asymptomatic giant thymolipoma mimicking cardiomegaly is aimed. A paracardiac mass was detected with 32-year-old male patient afterwards demonstration of cardiomegaly on a posterior-anterior (PA) chest x-ray examination taken for a routine control. Computed tomography (CT) showed a mass, localized in the anterior mediastinum, with smooth margins, showing no significant invasion of adjacent structures, and including fat density with fibrous component. The diagnosis was reported as thymolipoma histopathologically after transthoracic biopsy. On a preoperative magnetic resonance (MR) examination, taken for detailing the limits of the lesion, the mass showed hyperintensity on both T1 and T2 weighted images, and suppression on fat saturated T2 weighted images. No invasion of adjacent structures was detected. A thymolipoma may reach a large size without symptoms due to its great pliability. It can mimic cardiomegaly on x-ray images. Adipose tissue on CT is helpful in the diagnosis. MRI gives valuable information in determining the exact boundaries of the lesion.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu
Selda Keskin Güler, Burcu Gökçe Çokal, Hafize Nalan Güneş, Tahir Kurtuluş Yoldaş
Olgu sunumu
Özeti
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu
Dyke-DavIdoff-Masson Syndrome
Dyke-Davidoff-Masson Sendromu (DDMS) ilaca dirençli nöbetler,
serebral hemiatrofi, kontrlateral hemiparezi, fasiyal asimetri, mental
retardasyon veya öğrenme güçlükleri ile karakterize nadir görülen bir
sendromdur. Yirmiyedi yaşında erkek hasta nöbet geçirme yakınması
ile başvurdu. Hasta ilk nöbetini 3 günlükken geçirmiş. Nöbetleri
kompleks parsiyel nöbetler şeklindeymiş. Çeşitli antiepileptikler
kullanan hastanın 3 yaşına kadar nöbetleri devam etmiş. Nörolojik
muayenesinde sağ tarafta hafif hemiparezi (-5/5), derin tendon
refleksleri hiperaktif ve Babinsky delili pozitif saptandı, sol tarafında
pramidal sistem muayenesi normaldi. Kraniyal Manyetik Rezonans
İncelemesindesol serebral kortikal atrofi görüldü. Öğrenme güçlüğü
de bulunan hastaya DDMS tanısı konuldu. Tedavisi karbamazepin
1000 mg/gün ve topiramat 200 mg/gün olarak düzenlendi, On aylık
takibinde nöbet olmadı. DDMS olan hastalarda absans, kompleks
parsiyel nöbetler ve sekonder jeneralize nöbetler görülebilir. İlaca
dirençli nöbetlerin tedavisinde hemisferektomi gibi cerrahi girişimler
gerekebilir. Bizim hastamızda cerrahiye ihtiyaç duymadan oral
antiepileptik tedavi ile nöbet kontrolü sağlandı. Sendrom nadir
görüldüğünden ve Beyin MR görüntüleri tipik olduğundan sunulmaya
değer bulunmuştur.
Dyke-Davidoff-Masson Syndrome (DDMS) is rarely seen and
a clinical entity with features of drug-resistant epileptic seizures,
cerebral hemiatrophy, contralateral hemiparesia, facial asymmetry,
mental retardation or learning disability. A 27 year-old-male patient
presented with complaint of seizure. His first attack was occurred
when he was three-days-old. His seizures were complex partial
seizures. He has used varios of antiepileptics but seizures could
not be controlled since he was three-years-old. Neurological
examination revealed mild hemiparesis, hyperactive deep tendon
reflexes and Babinsky’s sign positivity at the right side. Magnetic
resonance imaging (MRI) of the brain revealed left cerebral cortical
hemiatrophy. The patient was diagnosed with DDMS considering that
learning difficulties in additon to the above clinical features. He has
used 1000 mg/day carbamezepine and 200 mg/day topiramate for
10 months and he is seizure free now. Absence, complex partial or
secondary generalized seizures may seen in patients with DDMS.
Surgical procedures like hemispherectomy may be performed
in patients who have frequent and drug-resistant seizures. In our
patient, seizures were controlled with oral antiepileptic drugs without
any need of surgery. This case is presented because of the rarity of
the syndrome and demonstratively of the brain MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
İlker Cordan, Mustafa Can, Muhammet Kocabaş, Melia Karaköse, Mustafa Kulaksızoğlu, Feridun Karakurt
Araştırma makalesi
Özeti
Endokrinoloji Polikliniğine Başvuran Adrenal İnsidentaloma Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi
RetrospectIve EvaluatIon Of Adrenal IncIdentaloma Cases ApplyIng To EndocrInology OutpatIent ClInIc
Amaç: Bu çalışmada, farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğimize yönlendirilen hastaların hormonal durumlarını, tedavilerini ve histopatolojik tanılarını gözden geçirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler:Çalışmaya 2015-2018 yılları arasında farklı şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemelerde adrenal insidentaloma saptanan ve endokrinoloji polikliniğine yönlendirilen 217 hasta alındı. Biyokimyasal olarak 1 mg deksametazon supresyon testi ve 24 saatlik idrar serbest kortizolü, 24 saatlik idrarda metanefrin ve normetanefrin düzeyleri tüm hastalarda değerlendirildi. Hipertansiyonu olan hastalara aldesteron/renin aktivitesi açısından tarama yapıldı. Adrenal insidentalomaların BT veya MRG ile değerlendirilen görüntüleme özellikleri tarandı.
Bulgular: Olguların değerlendirmesinde; 180’i (%83) nonfonksiyonel, 37’si (%17) fonksiyonel olarak değerlendirildi. Fonksiyonel olarak değerlendirilen 37 hastanın; 10’unda (%4.6) feokromasitoma, 5’inde (%2.3), Cushing sendromu, 9’unda (%4.1), subklinik Cushing sendromu, 13’ünde(%6) primer hiperaldesteronizm saptandı. Nonfonksiyonel olarak değerlendirilen 180 hastanın; 7’sinde metastatik hastalık (3’ü küçük hücre dışı akciğer karsinomu, 1’i meme kanseri, 1’i prostat karsinomu ve 2’si primeri bilinmeyen kanser), 4’ü myelolipom, 1’i ganglionörom, 1’i kisthidatik, 2’sinde adrenokortikal karsinom saptandı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre adrenal insidentalomalı hastalarda hormon aktif olma durumu nadir değildir. Bazı kitleler malign özellikte olabilmektedir. Bu nedenle adrenal insidentaloma hem fonksiyonel olup olmadığı hem de malign-benign lezyon ayırımı acısından tetkik edilmesi gereken bir durumdur.
Objective: The aim was to review the hormonal status, treatment and histopathological diagnosis of patients admitted to our endocrinology outpatient clinic with the diagnosis of adrenal incidentaloma.
Material and Methods:Between 2015-2018, 217 patients with adrenal incidentaloma who were admitted to the endocrinology outpatient clinic were included in the study. 1 mg overnight dexamethasone suppression test (DST), 24 hour urine free cortisol, 24-hour urine methanephrine and normetanephrine levels were evaluated in all patients.Patients who also have hypertension or hypokalemiawere screened for the plasma aldosterone/renin activity ratio. CT or MRI imaging properties of adrenal incidentalomas were screened.
Results: In the evaluation of cases; 180 (83%) of the masses were evaluated as non-functional and 37 (17%) as functional. Of the 37 patients evaluated as having functional adrenal mass; 10 (4.6%) pheochromocytoma, 5 (2.3%) Cushing's syndrome, 9 (4.1%) subclinical Cushing’s syndrome and 13 (6%) primary hyperaldesteronism were detected. In 180 patients who were evaluated as having non-functional adrenal mass; metastatic disease in 7 (3 non-small cell lung cancer, 1 breast cancer, 1 prostate carcinoma and 2 unknown primary cancer), myelolipoma in 4, ganglioneuroma in 1, hydatid cyst in 1, adrenocortical carcinoma in 2 patients were detected.
Conclusion: According to the results of this study, it is not uncommon for adrenal incidentalomas to be functional. It may be malignant in some cases. For this reason, adrenal incidentaloma is a condition that should be examined both in terms of
functionality and malignancy potential.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
Halil Özer, Semih Erden
Olgu sunumu
Özeti
Kokuları Renk Olarak Algılayan Sinestezi Vakası
A Case Who Has Smell- Color SynesthesIa
\r\n Sinestezi, bir duyu modülünün uyarılmasıyla aynı veya farklı yöntem içerisinde istem dışı ek algılamalara neden olan bir durum olarak tanımlanır. Şimdiye kadar yazı-renk, ses-renk, ses-hareket, ses-tat, renk-tat vb. 60 adet sinestezi türü tespit edilmiştir. Sinestezi genel popülasyonda yaklaşık %4 olduğu tahmin edilmektedir. Yazı-renk ve ses-renk sinestezisi en yaygın formlarından biridir. Bu olgu sunumunda işitme-renk ve koku-renk sinestezileri olan, ilk duyusal deneyimleri altı yaşında başlayan ve şu an şikayetleri daha az olan bir olgudan bahsedilmiştir. Yapılan klinik değerlendirmede aktif bir psikiyatrik patoloji saptanmadı. Geçmiş öyküsü ve aile öyküsünde psikiyatrik bir patoloji yoktu. Olgumuzda nöbet ve travma öyküsü yoktu. Yapılan kranial MR ve EEG normaldi. Fonksiyonel MR görüntülemede sol serebral hemisferde daha çok aktivasyon sinyali izlenmiş olup sol serebral hemisfer dominanttı. Olgumuzun kardeşinde de benzer öykünün olması sinestezide genetik yatkınlığı düşündürmektedir.
\r\n
\r\n Synesthesia is a phenomenon in which stimulation of one sensory system leads to a different experience in a second sensory system. There is more than sixty types of Synesthesia, like grapheme-color, sound-color (chromesthesia), sound-movement, sound-flavor, color- flavor etc. have been identified so far. Synesthesia is seen in 4% in general population. The grapheme-color and sound-color Synesthesia are the most common types. A case is discussed that has auditory-visual and smell-color types Synesthesia started at 6 yo but currently she has had fewer symptoms than before. An active psychiatric pathology is not found in clinical evaluation. There is neither significant patient history nor family history for psychiatric disorders other than a younger sister who has similar symptoms. She has not experienced any seizures or trauma. Her MRI and EEG were within normal limits. Functional MR imaging showed greater activation in the cerebral hemisphere that indicate lateralization. Since there is a positive familial history, we might consider genetic predispositions.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Erdal Peker, Murat Doğan, Sinan Akbayram, Selçuk Bektaş, A. Faik Öner
Olgu sunumu
Özeti
Brusellozda Akciğer Tutulumu
Pulmonary Involvement In BrucellosIs
Bruselloz, gram-negatif bakteri ailesinden Brusella türü bakterilerle oluşan zoonotik bir hastalıktır. Bruselloz, dünya genelinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeye devam etmektedir. Bakteri başta retiküloendotelyal sistem olmak üzere eklem, kalp, böbrek gibi pek çok sistemi tutabilir. Solunum sistemini tuttuğu bilinmesine rağmen akciğer tutulumu nadirdir. Akciğer tutulumu olan hastalarda klinik bulguların ve komplikasyonların nonspesifik olması tanı koymayı zorlaştırmaktadır. Bu olgu sunumunda, ateş yüksekliği, öksürük, balgam çıkarma, hemoptizi, halsizlik, istahsızlık, dizlerde ağrı şikâyetiyle başvuran 6 yaşındaki erkek hasta pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla yatırıldı. Yapılan tetkiklerinde hepatosplenomegali ve bisitopeni saptanan olgunun alınan kan ve plevral efüzyon mayisinden RoseBengal testi (+++) ve Wright agglütinasyon testi 1/1280 (+) saptandı. Olgu brusellaya bağlı pnömoni ve plevral effüzyon olarak kabul edildi. Olgu nadir görülmesi ve ülkemiz gibi brusellanın endemik olduğu ülkelerde brusellaya bağlı komplikasyonların geniş bir yelpazede olduğunu vurgulamak üzere sunuldu.
Brucellosis is a zoonotic disease caused by bacteria of the Brucella subspecies from the gram-negative bacteria family. Brucellosis continues to be a public health problem worldwide, especially in developing countries. The bacteria can involve the reticuloendothelial system foremost, and many systems such as joints, the heart and the kidneys. Despite the respiratory system involvement being known, lung involvement is rare. Non-specific findings and complications in the patients with lung involvement makes the diagnosis difficult. In this case report, a 6-year-old male patient, presenting with the complaints of fever, cough, expectoration, hemoptysis, exhaustion, anorexia and knee ache, was hospitalized with the diagnosis of pneumonia and pleural effusion. On the performed examinations, hepatosplenomegaly and bicytopenia were detected. The Rose-Bengal test was (+++) and the Wright agglutination test was 1/1280 (+) in the blood and pleural effusion fluids of the case. The case was considered to be a pneumonia and pleural effusion due to brucella. The case has been presented since it is rarely seen, and in order to emphasize that in countries such as ours, in which brucella is endemic, complications due to brucella show a wide spectrum.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Fatma Alagöz
Olgu sunumu
Özeti
Divertikülden Kaynaklanan Mesane Tümörünün Bt Ve Mrg Bulguları (olgu Sunumu)
Ct And Mrı Fındmgs Of Urınary Bladder Tumor Arısıng From DIvertIcula (case Report)
Mesane divertikülünden kaynaklanan tümörler nadirdir. Hematüri şikayeti olan 76 yaşındaki olguya radyolojik inceleme yapıldı. Ultrsonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans incelemede mesanede sağ lateral duvardaki dlvertikülün içine ve mesane lümenine uzanan tümöral kitle tesbit edildi. Özellikle bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme divertikül neoplazmlarını tesbit etmede güvenli radyolojik yöntemlerdir.
Tumors arising from urinary bladder diverticula is a rare lesion. 76-year-old man who was presented with hematüria examined with radiologic methods. Tumoral lesions reaching into diverticula and bladder cavity were detected by ultrasonography, computed tomography and magnetic resonance imaging. Particularly, computed tomography and magnetic resonance imaging are confident to determine diverticular neoplasms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Ülkü Koçak, Demet Kıreşi, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya
Olgu sunumu
Özeti
Diabetik Üremide Akut Bilateral Bazal Ganglion Lezyonları : Mrı Bulguları
Acute BIlateral Basal GanglIa LesIons In DIabetIc UraemIa: MrI FIndIngs
Üremi, böbrek foksiyon bozukluğuna bağlı olarak gelişen klinik ve metabolik bozukluklarla seyreden bir tablodur. Üremiye bağlı nörolojik bozukluk pek çok diğer metabolik ve toksik hastalıktaki bulgulara benzer. Literatürde diabetik üremik hastalarda, bilateral bazal ganglionların akut tutulumu gösteren az sayıda olgu örneği mevcuttur. Biz bu sunuda akut ensefalopati bulguları gelişen diabetik kronik böbrek hastası olan olgunun kranial konvansiyonel MRG ve difüzyon MRG bulgularını sunduk. Diabetik üremik sendromik hastalarda bilateral bazal ganglion tutulumu akut olarak gelişebilmekte ancak bulgular dializ sonrasında gerilemektedir. Akut evrede ve dializ sonrası takiplerde MRG güvenli bir inceleme yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Uraemia is a syndrome of clinical and metabolic abnormalities that develop in parallel with deteriorating renal function. The neurological consequences of uraemia are similar in many ways to the central nervous system effects of other metabolic and toxic disorders. There are several recent case reports of acute movement disorders with bilateral basal ganglia involvement in diabetic uraemic patients. We studied MRI and DWI findings of a patient with diabetus mellitus and chronic renal failure who developed acute ensepholopathy. Patients with diabetes mellitus and chronic renal failure may be progress to acute ensepholopathy. After hemodialysis semptoms are regressed; MRI can be used succesfully at acute phase and after hemodialysis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnflamatuar Barsak Hastaliklarinda Manyetik Rezonans Enterografi Bulgulari, Tedavi Öncesi Ve Sonrasi Apparent Diffusion Coefficient Değerlerinin Farki Ve Klinik Cevap İle Korelasyonu
Seyit Erol, Ramazan Dertli, Mehmet Asil, Yusuf Kenan Boyraz, Ülkü Kerimoğlu
Araştırma makalesi
Özeti
İnflamatuar Barsak Hastaliklarinda Manyetik Rezonans Enterografi Bulgulari, Tedavi Öncesi Ve Sonrasi Apparent Diffusion Coefficient Değerlerinin Farki Ve Klinik Cevap İle Korelasyonu
MagnetIc Resonance Enterography FIndIngs, ComparIson Of Pre- And Post-Treatment Apparent DIffusIon CoeffIcIent Values And TheIr CorrelatIon WIth Response To Treatment In Inflammatory Bowel DIsease Pat
Amaç: İnflamatuar Barsak Hastalığı(İBH) tanılı aktif bulguları olan ve remisyondaki hastalar arasında MR Enterografi ve Difüzyon MR incelemelerinin ilişkisini değerlendirmektir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmamıza, hastanemizde 01.12.2015 ve 31.08.2016 tarihleri arasında İBH tanısı olan hastalar dahil edilmiştir. Toplam 47 hasta olup bunların 30’u erkek (%63,8), 17’si kadındır (%36,2). Hastaların 32’sinde (%68,1) Ülseratif kolit, 15’inde (%31,9) Crohn hastalığı vardır. Hastalara yağ baskılı T2 trufi ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme sekansları alınmıştır. Daha sonra intravenöz kontrast madde sonrası 60. saniyede T1 VİBE sekansları alınmıştır. 47 hastanın 1. grup olan 10 tanesinde aktif ve remisyonda MR incelemeleri olup, 2. gruptaki 37 hastanın ise aktif ve inflame olmayan barsak duvarından ADC, duvar kalınlıkları ve kontrastlanma miktarları karşılaştırıldı.
Bulgular: Birinci grupta aktif ve remisyon MR incelemelerindeki ADC değerleri ile aktif ve remisyondaki duvar kalınlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p=0.005). Birinci grupta aktif ve remisyondaki barsak duvar kontrastlanmaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0.059). İkinci gruptaki aktif ve normal barsaktan ADC değerleri, duvar kalınlıkları ve kontrastlanmalarında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0.001).
Sonuç: MR Enterografi ve Difüzyon MR incelemesi bu hastalardaki inflamasyonun derecesi ve tedaviye yanıtın belirlenmesinde yararlı olabilir.
Aim: We aimed to evaluate the relationship between magnetic resonance (MR) enterography and diffusion magnetic resonance imaging (MRI) investigations in inflammatory bowel disease (IBD) patients during active inflammation and remission phases.
Patients and Methods: We included patients diagnosed with IBD between 01.12.2015-31.08.2016 at our hospital. 47 patients were included; 30 were male (63.8%) and 17 were female (36.2%). Thirty two (68.1%) of them had ulcerative colitis and 15 (31.9%) had Crohn’s disease. Standard institutional sequences for upper and lower abdomen scan included: sagittal and axial T2 TRUFI, axial and coronal fat suppressed T2 TRUFI and coronal and axial T1 VIBE following intravenous (at 60 seconds) contrast medium administration. First group of patients (n=10) had MRI investigations both at active and remission phases, whereas in the second group of patients (n=37) apparent diffusion coefficient (ADC) values, bowel wall thickness and contrast enhancement grades were compared between actively inflamed and non-inflamed bowel segments.
Results: A statistically significant difference was found regarding ADC values and bowel wall thickness measurements in the first group of patients when compared between active and remission phase MRI investigations (p=0.005). Bowel wall contrast enhancement degree did not differ between active and remission phases in the first group (p=0.059). In the second group, there was a statistically significant difference between active and normal bowel segments regarding ADC values, bowel wall thickness and contrast enhancement (p<0.001).
Conclusion: MR enterography and diffusion MRI may be beneficial to determine the degree of inflammation and response to treatment in IBD patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Saim Açıkgözoğlu, Demet Kıreşi, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Pelvik Kistik Lezyonların Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
EvaluatIon Of AdnexIal Masses: PozItIve PredIctIve Value In Us, Ct, And Mrı
Amaç: Pelvik ve tubo-ovarian lezyonların tanısında önce ultrasonografi, sonra bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılmaya başlanmıştır. Tubo-ovarian lezyonları olan olgularımızda her üç yöntemin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya pozitif prediktif katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 41 tubo-ovarian lezyon alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1A, T2A, fat saturasyonlu ve kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalitede tanılarımızın pozitif prediktif sonuçlarını değerlendirdik. Bulgular: Olgularımızın 3'ü korpus luteum kisti, 4'ü folliküler kist, 10'u kistadenom, 7'si över karsinomu, 7'si dermoid kitle, 4'ü endometrioma, 3'ü abse, 2'si kist hidatik ve Ti över fibromu olarak patolojik tanı aldı. Ultrasonografi ile 41 lezyonun 33'üne(%80), bilgisayarlı tomografi ile 36 lezyonun 29'una(%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 40 lezyonun 33'üne(%83) doğru tanı koyduk. Her üç yöntemin birlikte uygulandığı 36 olguda ise pozitif prediktif değerleri US’de %83.3, BT’de %77.7 ve MRG’de %86.1 olarak bulduk. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of pelvic and tubo-ovarian lesions. We discussed the primary contribution of these methods in the diagnosis of uterine masses in the patients with tubo-ovarian lesions. Materials and Method: IVe present 41 tubo-ovarian lesion with pathologic correlation. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover sagittal and axial T1-weighted as well as T2- vveighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium- enhanced MR images of the pelvic region. kVe compared our radiologic findings with histopathological results. Results: Three of 41 cases had corpus luteum eyst, 10 had eystadenoma, 7 had ovarian carcinoma, 7 had dermoid eyst, 4 had endometrioma, 3 had abcess, 2 had eyst hydatid, and 1 had ovarian fibroma on histopathological examination. Correct diagnosis was established in 33 (80%) out of 41 lesions with US, in 29 (80%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (83%) out of 40 lesions with MRI. Correct diagnosis was established in 33 (83.3%) out of 36 lesions with US, in 29 (77.7%) out of 36 lesions with CT scan and in 33 (86.1%) out of 36 lesions with MRI. Conclusion: Because of ability to detect invasion and in defining the extent of disease, MRI is better than sonography, and CT, and appears to be the modality of choice for evaluated of the pelvic masses. Although US pas potantial advantages and limitations, it should be preferred as the first method of searching for pelvic pathologies.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Temporamandibular Eklem İç Yapı Bozukluklarında Klinik Ve Manyetik Rezonans Bulgularının Korelasyonu
Ganime Dilek Emlik, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Nurhan Güler, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Temporamandibular Eklem İç Yapı Bozukluklarında Klinik Ve Manyetik Rezonans Bulgularının Korelasyonu
ClInIcal DIagnosIs Compared WIth FIndIngs Of MagnetIc Resonance ImagIng In Internal Derangement Of The TemporomandIbular JoInt.
Temporamandibular eklemin (TME) iç yapı bozuklukları disk, artiküler eminens, fossa ve mandibular kondil arasındaki anormal ilişki olarak tanımlanmaktadır. Çalışmamızda TME iç yapı bozukluklarının tanısında klinik muayene ile manyetik rezonans görüntüleme bulgularının korelasyonu araştırıldı. TME şikayeti olan 100 hasta (179 eklem) Manyetik Rezonans Görüntüleme'de (MRG) ağız kapalı ve açık T1, T2 ve proton ağırlıklı oblik sagittal; ağız kapalı T1 ağırlıklı koronal kesitler alınarak incelendi. Eklemler MR bulgularına göre normal, redükte (RA), irredükte (IRA) ve beraberinde dejeneratif değişikliklerin gözlendiği dört gruba; klinik bulgularına göre erken, ara ve geç dönem olmak üzere üç gruba ayrıldı. Sıklıkla geç (%43) ve ara (%37) dönem olgularla karşılaşıldı. Ara dönemdeki eklemlerin %42'si normal, %44’ü redükte anterior (RA), %14'ü irredükte anterior (IRA); geç dönemdekilerin çoğu IRA (%67), 0%23'ü RA, %10ü normaldi. Erken dönemdekilerin ise %66’sı normal, %26’sı RA, %8’i IRA olarak saptandı. IRA’lı eklemlerin klinik muayenelerinde %83'ünde ağrı, %66'sında ağız açıklığında azalma, %39ünda krepitasyon, %26'sında klik; RA'lı eklemlerin ise %64'ünde ağrı, %62 sinde klik, %23'ünde ağız açıklığında azalma ve % 11'inde krepitasyon bulundu. Kemik komponentlerdeki dejenerasyon sıklıkla IRA ’lı ve krepitasyon bulunan eklemlerde izlendi. Klinik muayenede klik sesi redükte, kronikleşmiş ağrı ve ağız açıklığında azalma irredükte disk yer değiştirmesi için anlamlı bulunmuştur. Ayrıca klinik muayenede değerlendirilemeyen osseoz değişikliklerin saptanması özellikle tedavi seçiminde ve cevabında önemli olduğu için TME disfonksiyonlarında klinik muayene ile MRG bulguları birlikte değerlendirilmelidir.
İnternal derangement of temporomandibular joint (TMJ) has been described as abnormal relationship beetween the disc, articular eminence, fossa and condyl. İn this study it vvas compared to magnetic resonance imaging and clinical findings of internal derangement of TMJ. Hundered seventy nine joints of hundered patients, who vvere referred from Selçuk University Faculty of Dentistry with daim of internal derangement in their TMJ vvere examined by MRI. Examination vvas performed at closed and opened mouth position in T1, T2, proton vveighted oblique sagittal plane and closed mouth position in coronal plane. These joints vvere joints vvas divided into four groups as normal, reducted (RA), İrreducted (IRA) and with or vvithout degenerative joint changes according to MRI findings. Clinically they vvere classified as in early, intermediate and late stage. Most of the cases vvere in intermediate (%37) and late (%43) stages. İn early, intermediate, late stages the joints vvere determined normal: 66%, 42%, 10%; RA .26%, 44%, 23%; IRA: 8%, 14%, 67% by MRI respectively. İn RA and IRA joints pain 64%, 83%, limited mouth opening 23%, 66%, clicing 62%, 26%, crepition 11%, 39% vvere found by clinical examination, respectively. Degenerative change of osseos component at the joints vvere freçuently seen in the joints vvith IRA and crepitation. İn the clinical examination of TME vvere significant findings. Also the presence of osseos degenerative changes, vvhich could not be determined by clinical examination, are very important. Because they influence the treatment type and effctivity. We think that in determination of TME joint disfunction, clinical examination and MR findings should be evaluated together.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
Törel Oğur, Zeynep İlerisoy Yakut, Mehmet Akif Teber, Esra Soyer Güldoğan, Leyla İnce, Aynur Turan, Aydın Kurt
Araştırma makalesi
Özeti
Hipertansiyon Ve Diabetes Mellitus’da Bazal Gangliyon
ve Talamus Diffüzyon Mr Bulguları
DIffusIon MrI FIndIngs Of Basal GanglIa And Thalamus In
hypertensIon And DIabetes MellItus
Hipertansiyon ve diyabetes mellitusta lentikülositriyat ve
talamoperforan arterlerin etkilenmesi ile bazal gangliyon ve talamus
düzeyinde laküner enfarktların geliştiği bilinmektedir. Biz, bu çalışma
ile hipertansiyon ve diyabetes mellitusta, lakuner enfarkt gelişmemiş
bazal ganglion ve talamus ADC (apparent diffusion coefficient)
değerleri ile herhangi bir sistemik hastalığı olmayan bireylerin ADC
değerlerini kıyaslamayı amaçladık. Sadece hipertansiyonu olan 52,
sadece diyabeti olan 8 ve herhangi bir sistemik hastalığı olmayan, baş
ağrısı ya da baş dönmesi gibi nedenlerle beyin MR’ı elde olunan 116
hastada kaudat nukleus, talamus ve lentiform nukleus düzeylerinde
ADC değerleri ölçüldü. Sonuçlar istatiksel olarak karşılaştırıldı.
Sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında diabetik bireylerde, sol
lentiform nukleus için ADC değerleri arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmıştır (p< 0.05). Hipertansif bireyler ile
sağlıklı bireyler karşılaştırıldığında her iki talamus ve lentiform
nukleus ADC değerleri için istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmıştır (p<0.05). Gerek hipertansiyon gerekse diyabetes
mellitus hastalıklarında lakuner enfarkt gelişmemiş olsa bile bazal
gangliyon ve talamus ADC değerlerindeki farklılıklar mikroskopik
düzeyde bir kronik iskemik süreci ya da gelişmekte olan bir laküner
enfarktı yansıtabilir.
It is known that development of lacunar infarcts were seen
due to involvement of lentikulositrial and talamoperforan arteries
in hypertension and diabetes mellitus. In this study, we aimed
to compare ADC (apparent diffusion coefficient) values of basal
ganglia and talamus free of lacunar infarct in patients with diabetes
mellitus and hypertension and individuals who have not any systemic
diseases. Cranial MR imagings of 52 patients with hypertension, 8
patients with diabetes mellitus and 116 patients with a symptom like
headache or vertigo but without any systemic disease were analyzed
for ADC values at the levels of caudat nucleus, thalamus and lentiform
nucleus. Results were evaluated for statistically. Statistically
important difference was found between individuals without systemic
disease and patients with diabetes mellitus for ADC values of left
lentiform nucleus (p< 0.05). Statistically important difference was
determined between hypertensive patients and healthy individuals
for ADC values of both thalamus and lentiform nucleus (p<0.05).
Even there is no distinct lacunar infarct, differences in ADC values
of basal ganglia and thalamus in patients with diabetes mellitus
and hypertension may represent microscopic chronic ischemia or
developing lacunar infarct.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
Demet Kıreşi, Saim Açıkgözoğlu, Mehmet Kılınç, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Uterus Lezyonlarının Ayırıcı Tanısında Us, Bt Ve Mrg'nin Pozitif Prediktif Değeri
PozItIve PredIctIve Value Of UterIne Masses: Us, Bt And Mrı
Amaç: Uterus lezyonlarının ayırıcı tanısında kesitsel radyolojik incelemeler yeni bir çığır açmıştır. Çalışmamızda US, BT ve MRG’nin uterus lezyonlarındaki ayırıcı tanıya olumlu katkılarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına patolojik olarak ispatlanmış 15 uterus lezyonu alındı. Lezyonlara önce ultrasonografi, sonra kontrastlı ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi ve T1 ağırlıklı, T2 ağırlıklı, fat saturasyonlu ve Intravenöz kontrastlı sekanslarda magnetik rezonans görüntüleme incelemesi yapıldı. Her üç modalite ile konulan ayırıcı tanılarımızı patolojik tanılar ile karşılaştırdık. Bulgular: Olgularımızın 7'si myom, 3'ü adenomyozis, 3'ü endometrial karsinom ve 2'si servikal karsinomdu. Ultrasonografi İle 15 olgunun 11'ine(%73), bilgisayarlı tomografi İle 12'sine (%80) ve magnetik rezonans görüntüleme ile 13'üne (%87) ayırıcı tanı konuldu. Sonuç: Magnetik rezonans görüntüleme hem doğru tanı koymakta, hem de çevre invazyonları göstermede bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografiye göre daha doğru sonuç vermektedir. Fakat ucuz ve kolay olması nedeniyle ultrasonografi öncelikli uygulanmalıdır.
Purpose: Cross sectional imaging technigues more widely available in the recent years for evaluation of uterine lesions. We discussed the primary contribution of US, CT, and MRI methods in the diferential diagnosis of uterine masses. Materials and methods: We evaluated the spectrum of US, CT, and MRI findings of the 15 uterine masses. Transabdominal sonography, enhanced and nonenhanced CT seans were performed in ali cases. Moreover, sagittal and axlal T1 weighted as well as T2 weighted, and fat-saturated unenhanced and gadolinium-enhanced MR images of the pelvic region. We compared our radiologic diferential diagnosis with pathologic diagnosis. Results: Seven of 15 cases had myoma, 3 had adenomyosis, 3 had endometrial carsinoma, and 2 had servix carcinoma. Correct diferential diagnosis was established in 11 (73%) out of 15 cases with US, in 12 (80%) with CT, and in 13 (87%) with MRI. Conclusion: MRI is the imaging method best suited for evaluation of uterine lesion than other imaging technigues. Since ultrasonography allows deiiation of the uterine masses in at least two scanning planes, this method should be preferred as the first method of searehing for uterine lesions.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serviks Karsinomunun Radyoterapiye Cevabının Ultrasonografi İle Değerlendirilmesi: Manyetik Rezonans Bulguları İle Rezistiv İndeks Korelasyonu
Ülkü Kerimoğlu, Deniz Akata, Tuncay Hazırolan, Faruk Köse, Enis Özyar, Lale Atahan
Araştırma makalesi
Özeti
Serviks Karsinomunun Radyoterapiye Cevabının Ultrasonografi İle Değerlendirilmesi: Manyetik Rezonans Bulguları İle Rezistiv İndeks Korelasyonu
SonographIc EvaluatIon Of RadIotherapy Response In CervIcal Cancer: CorrelatIon Of Mrı FIndIngs WIth ResIstIve IndIces
Amaç: Bu prospektif çalışmada serviks karsinomunun radyoterapiye cevabının değerlendirilmesinde transvajinal renkli doppler ultrasonografi ile ölçülen rezistiv indeksin rolünü incelemek ve manyetik rezonans bulguları ile karşılaştırmak amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: İleri evre (>IIA) serviks kanseri histopatolojik tanı alan 13 hastaya radyoterapi öncesi ve 6 ay sonrası MRG ve TVRDUS yapıldı. Tümör santral ve perifer kesiminden ölçülerek ortalaması alınan rezistiv indeks tedavi öncesi ve sonrası değerleri karşılaştırıldı. Bu değerler MRG bulguları ve kontrol grubunun rezistiv indeks değerleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: B-mod transvajinal ultrasonografi (TVUS) ile tedavi öncesi tüm hastalarda tümöral kitle görüntülenebildi.Tedavi öncesi ve sonrası rezistiv indeks değerleri sırasıyla 0.20-0.82(ortalama: 0.52), 0.70-0.99 (ortalama:0.81) olarak ölçüldü. 13 hastadan 11’i tedaviye tam cevap verdi ve MR tetkikinde hiçbir kitle saptanmadı. TVUS ile yapılan incelemede servikste kitle gözlenmedi. 2 hastada ise MR tetkiki ve ultrasonografi ile rezidüel kitle izlendi. Tedaviye tam cevabı olanlarda radyoterapiye bağlı rezistiv indeks değerindeki artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.001). Rezidüsü olan 2 hastada ise rezistiv indeksler artmadı. Kontrol grubunun rezistiv indeks ortalaması 0.65 olarak ölçüldü ve hastaların tedavi öncesi rezistiv indeks değerinden istatistiksel olarak anlamlı olarak yüksekti. Sonuç: TVRDUS ile elde edilen spektral değerler serviks karsinomunun tedaviye cevabının değerlendirilmesinde MRG’ye iyi bir alternatif olabilir çünkü MRG bulguları ile rezistif indeks değerleri anlamlı korelasyon göstermektedir.
Aim: To assess prospectively the role of resistive indicies (RI) in determining the response to radiotherapy by transvaginal color doppler ultrasound (TVCDUS) and to correlate the results with MRI findings. Material and Method: 13 patients with advanced stage (>stage IIA) cervical cancer evaluated by MRI of the pelvis and TVUS before and 6 months after radiotherapy treatment. The mean resistive indicies before and after daiotherapy were measured from the periphery and the center of the tumor and were compared. These values were further correlated with both MR findings and RI values of the control group. Results: B mode TVUS identified the mass of all patients before therapy. RI measured 0.20-0.82 (mean=0.52) and 0.70-0.99 (mean=0.81) before and after the radiotherapy respectively in 13 patients. 11 showed full response clinically and accordingly, MR showed no residual tumor. MR examination and US showed residual tumor in two patients. The increase in RI before and after the radiotherapy was statistically significant (p=0.001) in the full response group. RI did not increase in two patients with residua. The mean RI measured from the control group was 0.65 and was significantly higher than the RI of the patients measured before therapy. Conclusion: Spectral features of TVCDUS can be a good alternative in the follow up response of cervix carcinoma to therapy, since a significant correlation between MRI findings and RI measurements are found.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Suna Özdemir, Osman Balcı, Halime Göktepe, İsmet Tolu
Olgu sunumu
Özeti
İntrauterin Dönemde Mrı İle Tespit Edilen Fetal Germinal Matrix Kanaması
Fetal GermInal MatrIx Hemorrhage DIagnosed By MrI DurIng IntrauterIne PerIod
İntraventriküler kanama (İVK) preterm doğumun önemli komplikasyonlarından biridir. Lateral ventriküllerin subepandimal tabakasını oluşturan germinal matriks intraventriküler kanamanın en sık olarak görüldüğü alandır. İVK fetüste ultrasonografi ile ventrikülomegali ve hiperekojenik alan olarak yansırken, fetal manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile daha kolay saptanır. Fakat fetüste bunu gözlemlemek kolay değildir. Bizim burada sunduğumuz olgu, 30’uncu gebelik haftasında dış merkezden ventrikülomegali ön tanısıyla tarafımıza gönderildi. Kliniğimizde yaptığımız ultrasonografi ve MRI’da fetal kraniumda germinal matrix kanaması tespit edildi. Otuz ikinci gebelik haftasında annede ağır preeklampsi gelişti ve bu nedenle gebelik sezaryen ile sonlandırıldı. Şüpheli ventrikülomegalide teşhisi doğrulamada fetal MRI yapılmalıdır.
Intraventricular hemorrhage (IVH) is a common complication associated with delivery in preterm neonates. Germinal matrix, subependymal layer of lateral ventricle is the most occurring site of intraventricular hemorrhage. IVH is imaged as a hyperechogenic area and ventriculomegaly on ultrasonography, but it is detected easily by fetal magnetic resonance imaging (MRI). The present case was referred to our clinic due to ventriculomegaly on ultrasonography. Germinal matrix was determined on the fetal cranium with ultrasonography and intrauterine MRI at 30th weeks of gestation. The pregnancy was terminated by cesarean section due to severe preclampsia. Fetal MRI should be performed to confirm the diagnosis on the cases with suspect ventriculomegaly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
Fahri Halit Beşir, Hüseyin Yaman, Nihal Alkan, Abdullah Belada
Araştırma makalesi
Özeti
Parotis Kitlelerinin Tanisinda Ve Tedavinin Planlanmasinda Görüntüleme Tetkiklerinin Yeri
DIagnosIs And Therapy PlanIng Of ParotId Gland Masses WIth ImagIng TechnIques
Parotis kitlesi ile gelen hastaların tanısında ve tedavinin planlanmasında görüntüleme tetkiklerinin önemi araştırılmıştır. On altı hasta (10 kadın, 6 erkek; 13-75 yaşları arasında; ortalama yaş 41.12±16.97) retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, klinik özellikleri, preoperatif yapılan radyolojik tetkikler, yapılan görüntüleme tetkiklerinde kitlenin lokalizasyonu, karakteristik özellikleri, çevre dokularla ilişkisi ve cerrahi spesmenlerin histopatolojik tanıları gözden geçirildi. Histopatolojik inceleme sonucunda olguların tamamına benign parotis tümörü tanısı konulup malign parotis tümörü görülmedi. Histopatolojik tanılar 11 hastada (%68.75) pleomorfik adenom iken, 5 hastada (%31.25) Warthin tümörü idi. Parotis kitlesi 8’inde (%50) sağ parotis bezinde diğer 8’inde de (%50) sol parotis bezinde yerleşim gösteriyordu. Hastaların 7’sinda preoperatif ultrason (US) yapılırken, 9’unda bilgisayarlı tomografi (BT) ve 5’inde manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılmıştı. Parotiste kitle ile gelen bir hastada ucuz, efektif, ulaşımı kolay, radyasyon içermeyen, non-invaziv, sedasyon gerektirmeyen bir tetkik olduğu için, parotis kitlelerinin büyük bir kısmı süperfisiyal lobdan orijin aldığından ve süperfisiyal lobda yerleşim gösteren tümörleri değerlendirmede etkili olduğu için öncelikle US yapılmalıdır. Derin lob yerleşimli tümörlerde ve maliniteden şüphelenildiğinde BT veya MRG’den birisi tercih edilmelidir. Hasta geldiğinde BT veya MRG’den herhangi biri varsa diğerinin yapılmasına gerek yoktur.
To determine the contribution of imaging techniques for diagnosis and therapy planning of patients with parotid masses. 16 patients (10 female, 6 male; between 13-75 age; mean age 41.12±16.97 years) were evaluated retrospectively. Age, gender, clinical characteristics of patients, imaging studies which were performed preoperatively, location and characteristics of masses and invasion to the surrounding tissue, histopathologic examination of surgery specimens were evaluated in the current study. Histopathologic examinations of specimens revealed that all cases were benign. Histopathologic findings revealed no malignancy. Histopathologically, lesion was diagnosed as pleomorphic adenoma in 11 patients (%68.75) and Warthin tumor in 5 patients (%31.25). The mass was located in left parotid gland in 8 (%50) patients and in right parotid gland in 8 (%50) patients. Preoperative, ultrasound (US) was performed in 7 patients; computed tomography (CT) was performed in 9 patients; magnetic resonance imaging (MRI) was performed in 5 patients. US should be the initial investigation of choice for patients with parotid masses because of superficial location. US is effective, inexpensive, nonradiation, non-invasive, practical and does not require sedation in diagnosis parotid masses. Deeply located tumors and malign tumors should be evaluated with CT or MRI. CT or MRI alone is sufficient for evaluation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
Ganime Dilek Emlik, Ali Erbay, Demet Kıreşi, Orhan Demir, Serdar Karaköse
Araştırma makalesi
Özeti
Vertebrobaziller Yetmezlik Tanısında Radyolojik Görüntüleme Yöntemlerinin Etkinliği
EffectIvIeness Of The RadIologIc ImagIng Methods In The DIagnosIs Of The VertebrobasIllar InsuffIcIency
Amaç: Vertebrobasiller yetmezlik (VBY), özellikle ileri yaş grubunda görülen, nonspesiŞk semptomlara sahip klinik bir sendromdur. Amacımız VBY tanısında yüksek duyarlılık ve seçiciliğe sahip, maliyeti uygun, hastaya mümkün olduğunca zarar vermeyen radyolojik yöntemleri belirlemek ve bunların etkinliğini tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda VBY semptom ve bulguları bulunan, yaşları 18-79 yaş arasında değişen 40 hasta grubu ile yaşları 25-72 yaş arasında değişen 20 kontrol grup vakası değerlendirildi. Hasta ve kontrol grubundaki olgulara RDUS, boyun MRA, kranial MR tetkikleri yapıldı. RDUS ile vertebral arterlerin (VA) sadece ekstrakranial segmentleri ( V1-V2 ) incelendi. Bulgular: RDUS ile her iki VA çapları ve sistolik- diastolik hızları hasta ve kontrol grubunda ayrı ayrı karşılaştırıldı. Her iki grupta da sol VA ortalama çapı, sağa göre daha geniş izlendi. Hızlar karşılaştırıldığında, hasta grubundaki sol VA sistolik ve diastolik hız ortalamaları kontrol grubuna göre daha yüksekti. RDUS ile 9 hastaya oklüzyon, 5 hastaya kink veya stenoz, 6 hastaya sadece hipoplazi, 2 hastaya yetersiz akım tanıları kondu. Ayrıca distal segmentlerde oklüzyon veya stenozu bulunan 3 olguda, RDUS’de indirekt bulgular izlendi. MRA ile 14 hastaya oklüzyon, 4 hastaya stenoz, 6 hastaya kink, 6 hastaya sadece hipoplazi, 4 hastaya sadece tortiozite, 1 hastaya fenestrasyon tanısı kondu. 5 hastanın MRA’sı normaldi. Posterior dolaşım iskemisini ortaya koymak için, kranial MR tetkikleri yapıldı ve 7 hastada iskemi- infarkt izlendi. Sonuç: VA’ların sadece ekstrakranial patolojileri değerlendirildiğinde, RDUS’nin MRA’ya göre duyarlılığını yaklaşık % 81.5, seçiciliğini yaklaşık % 84.6 olarak bulduk. Tüm VBS patolojileri yönünde değerlendirildiğinde MRA’ya göre RDUS’nin duyarlılığını % 57.1, seçiciliğini % 60 olarak bulduk.
Aim: Vertebrobasillar insufficiency (VBI) is a common problem of elderly patients. However, diagnosis of VBI is generally difficult. The aim of this study was to determine the findings and efficiencies of MRA and CDUS in the diagnosis of VBI. Material and Method: We examined 40 patients (20 men, 20 women, mean age: 54.83±14.36 years) having signs and symptoms of VBI and 20 controls of the same age and sex. All of the patients, underwent cervical MRA, CDUS, cranial MRI. The diameter measurements and systolic and diastolic flow velocities of the vertebral arteries were compared between study and control group. Posterior circulation was also evaluated by cranial MRI in patients with VBI. Results: By CDUS, 9 patients with oclusion, 5 patients with kink or stenosis and 6 patients with only hypoplasia, and 2 patients with insufficient flow were diagnosed. MRA showed occlusion in 14 patients, stenosis in 4 patients, kink in 6 patients, tortuosity in 6 patients, and fenestration in one patient. MRA of the remaining 5 patients were normal. Cranial MRI of 7 patients was abnormal. On MRA, there was distal oclusion in five out of 14 patients having oclusion. CDUS showed low velocity and high resistance in the extracranial segment of these vessels. Conclusion: When only the extracranial pathologies of vertebral arteries were in concern, CDUS specifity was 81,5% and sensitivity was 84,6% according to MRA. If all the vertebrobasillary system pathologies were in concern CDUS sensitivity and specifity according to MRA were 57,1% and 60%, respectively.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Mustafa Kürşat Evrenos, Merve Özkaya Ünsal
Araştırma makalesi
Özeti
Travma Sonrasında Kortikosteroid Tedavisi Gören Hastalarda Gelişen Kutanöz Mukormikoz Olgularında Tedavi
Treatment Of Cutaneous MucormycosIs In PatIents WIth CortIcosteroId Treatment After Trauma
Amaç: Mukormikozis, invaziv yumuşak doku nekrozu yapabilen ve agresif seyirli nadir bir fırsatçı mantar enfeksiyonudur. Genellikle immun sistem yetersizliği olan hastalarda görülürken, nadiren immunkompetan hastalarda da karşılaşılabilir. Bu yazıda, travma sonrası kısa sureli kortikosteroid tedavisi alan ve ardından fasiyal kutanöz mukormikoz gelişen 4 immunkompetan olgunun prognoz ve tedavisi bildirilmektedir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 2016 – 2018 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’ne travma sonrasında başvuran, intrakranial veya spinal patolojileri nedeniyle kısa sureli kortikosteroid tedavisi alarak immun sistemi baskılanmış olan ve fasiyal kutanöz mukormikoz tanısı alan dört adet hasta dahil edildi. Prognoz, medikal ve cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Malar ve maksiller bölge tutulumu olan bir hastada seri debridmanlar ve medikal tedavilerle kür sağlandı. Serbest fleplerle rekonstruksiyon yapılan hastada estetik ve fonksiyonel olarak kabul edilebilir sonuçlara ulaşıldı. 2 hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra lokal fleplerle onarımı yapıldı. Bir hastaya, fungal osteomiyelit ve intrakraniyal inflamatuar değişiklikleri bulunması nedeniyle onarım operasyonu yapılamadı. Bu hastanın takiplerinde MR görüntülemelerinde regresyon saptandı.
Sonuç: Multitravma sonrasında, kontamine yara enfeksiyonu meydana gelen ve kısa dönem için bile olsa kortikosteroid tedavisi alan hastalarda mukormikozisin akılda tutulması gerekmektedir. Seri, tekrarlayan ve agresif debridmanlar yapılmalı, rekonstruksiyon planı enfeksiyonda kür sağlandıktan sonra yapılmalıdır.
Objective: Mucormycosis is an infrequent opportunistic fungal infection which may cause an aggressive and invasive soft tissue necrosis. It is usually developed in patients with immune system deficiency, and rarely seen in immunocompetant patients. We report prognosis and treatment of the immunocompetant patients that developed facial cutaneous mucormycosis after short term corticosteroid therapy.
Material and Method: The patients who were admitted to Manisa Celal Bayar University Hospital after multitrauma and given short term corticosteroids due to cranial and spinal injuries and became immuncompromised and diagnosed as facial cutaneous mucormycosis between 2016 and 2018 were included in the study. Prognosis, medical and surgical treatment outcomes of therapy is reported.
Results: One patient with malar and maxillary involvement was treated with medical therapy and serial debridements and infection was cured. Reconstruction with free flaps were done, acceptable functional and aesthetic results were achieved. Two patients had adequate therapy and reconstructed with local flaps. One patient was not operated due to recurrent fungal osteomyelitis and intracranial inflammatory findings, and regression in MRI was seen.
Conclusion: Mucormycosis should be kept in mind in contaminated wound infections in patients who have been treated with corticosteroids even for a short time after multitrauma. Rapid, repetitive and aggressive debridemants should be performed and reconstruction should be planned after cure of the fungi.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
Yılmaz Akbaş, Nuh Yılmaz
Araştırma makalesi
Özeti
Nörofibromatozis Tip-1 Tanısıyla Takipli Çocuk Hastalarda Kardiak Aritmi Belirteçlerinin Değerlendirilmesi: Prospektif Tek Merkez Çalısması
EvaluatIon Of CardIac ArrhythmIa Markers In PedIatrIc PatIents WIth A DIagnosIs Of NeurofIbromatosIs Type-1: A ProspectIve SIngle Center Study
Amaç: Bu çalışmamızda ki amacımız bölgemizde takip ettiğimiz Nörofibromatozis tip 1 tanılı hastaların kardiak tutulumlarının değerlendirilmesi ve diğer klinik bulgularla karşılaştırılmasıdır. Bu çalışma ile kardiyak tutulumun sıklığını ve çeşitliliğini göstermek istedik
Gereç ve Yöntem: Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Polikliniği’ne 01/09/2019-01/09/2020 tarihleri arasında Nörofibromatozis tip 1 tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından muayene edilip ekokardiografi ve elektrokardiografi çekimleri yapıldı. Hastaların dosya kayıtlarından demografik bilgileri, muayene bulguları, beyin manyetik rezonans görüntüleri toplandı. Elektrokardiografi ve ekokardiografi Çocuk Kardioloji Uzmanı tarafından incelenip kayıt altına alındı.
Sonuçlar: Çalışmaya merkezimizden 17 hasta kabul ettik. Altı hastamız (%35,3) sporadik Nörofibromatozis-1 tanısı alırken 11 hastamızda (%64,7) familyal Nörofibromatozis-1 mevcuttu. Hastalarımızın tamamında ciltte cafe au late lekeleri (%100), 10 tanesinde (%58,8) aksiller ve/veya inguinal çillenme 3 (6/17-%35,2) tanesinde optik glioma ve papil ödemi 3 tanesinde ise lish nodülü tespit ettik. Santral sinir sistemi tutulumuna baktığımızda 8 (%47) hastamızın beyin MRG’lerinde çeşitli tutulumlarla karşılaştık. Kardiyak açıdan yaptığımız incelemede 1 hastada QT uzunluğu, 3 hastada subendokardiyal nörofibromla uyumlu nodüler görünüm, 3 hastada mitral yetmezlik, 1 hastada patent foramen ovale, 1 hastada atrial septal defekt, 1 hastada ise biküspit aorta vardı.
Tartışma: Çalışmamızda literatürden farklı olarak 3 hastamızda subendokardiyal nodüler hiperekojen görüntü mevcuttu. Bu bulgular oldukça nadir olmasına rağmen bizim 17 hastamızın 3’ünde saptanması bu patolojinin daha sık olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca bir hastamızda uzun QT mevcuttu. Bu vakada bildiğimiz kadarıyla Nörofibromatozis tip 1 ve Uzun QT sendromuna sahip ilk vakadır. Sonuç olarak; Nörofibromatozis tip 1 hastalarında kardiyak tutulumun literatürde bahsedilen oranlardan daha yüksek olabilir
Introduction: Our aim is to evaluate the cardiac involvement of Neurofibromatosis type 1 patients in our region and to compare them with other clinical findings. In this study, we wanted to show the frequency and variety of cardiac involvement.
Material and Methods: Patients diagnosed with Neurofibromatosis type 1 in Hatay Mustafa Kemal University Medical Faculty Pediatric Neurology Clinic between 01/09/2019 and 01/09/2020 were included in the study. The patients included in the study were examined by a Pediatric Cardiology Specialist, and echocardiography and electrocardiography were taken. Demographic information, examination findings, brain magnetic resonance images were collected from the files of the patients. Electrocardiography and echocardiography were examined and recorded by the Pediatric Cardiology Specialist.
Results: We accepted 17 patients from our center to the study. Six patients (35.3%) were diagnosed with sporadic Neurofibromatosis type 1, while 11 patients (64.7%) had familial Neurofibromatosis type 1. All of our patients had cafe au late spots on the skin. In addition, 10 (58.8%) patients also had axillary and / or inguinal freckles. We detected optic glioma in 3 of our patients with ocular involvement, and lish nodules in 3 of them with papillary edema. When we looked at central nervous system involvement, we encountered various involvements in brain MRIs of 8 (47%) patients. In our cardiac examination, we found QT length in 1 patient’s electrocardiography. In the echocardiography we performed for the detection of cardiac structural pathologies, we detected nodular appearance compatible with subendocardial neurofibroma in 3 patients, mitral insufficiency in 3 patients, patent foramen ovale in 1 patient, atrial septal defect in 1 patient, and bicuspid aorta in 1 patient.
Discussion: In our study, unlike the literature, subendocardial nodular hyperechogenic appearance was present in 3 patients. Although these findings are quite rare, subendocardial nodular hyperechogenic images in 3 of our 17 patients suggest that this pathology may be more common. In addition, one of our patients had a long QT. As far as we know, this is the first case of Neurofibromatosis type 1 and Long QT syndrome. In conclussion; Cardiac involvement in patients with Neurofibromatosis type 1 could more common than mentioned in the literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Özlem Düzenli, Ganime Dilek Emlik, Demet Kıreşi
Olgu sunumu
Özeti
Multisistemik Langerhans Hücreli Histiyositozis Hastalığında Bt Ve Mr Bulguları
Ct And MrI FIndIng Of Langerhans Cell HIstIocytosIs DIsease
Langerhans hücreli histiyositoz, kemik iliği kökenli Langerhans hücresinin anormal çoğalması ile karakterize ve nedeni bilinmeyen bir hastalık grubudur. Bu çalışmada nadir görülen akciğer, yaygın kemik, hipofiz, dalak tutulumu olan ve biyopsi sonucu Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşen iki yaşındaki erkek olgunun BT ve MR bulguları sunulmuştur. Öksürük, ateş, kusma, ishal, solukluk, halsizlik, ve ciltte döküntü yakınmaları ile hastaneye başvuran 2 yaşındaki erkek çocuğun akciğer grafisinde her iki akciğerde retikülonodüler infiltrasyon gözlendi. Toraks BT’de akciğer parankim alanlarında yaygın mikro ve makronodüler karakterde infiltratif lezyonlar ile direkt grafi, BT ve MR tetkiklerinde kafatasında, vertebralarda, iliak kemiklerde yaygın litik lezyonlar görüldü. Hipofiz MRG’de ise T1A görüntülerde nörohipofize ait hiperintensite izlenmedi ve stalkta hafif kalınlaşma vardı. Batın BT’de ise dalakta hipodens nodül saptandı. İliak kemikten yapılan biyopsi ile Langerhans hücreli histiyositoz tanısı kesinleşti. BT ve MRG’de yaygın akciğer,kemik,hipofiz bezi,dalak tutulumu tespit edilen olgularda Langerhans hücreli histiyositoz ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir
Langerhans cell histiocytosis is a group of idiopathic disorders characterized by the abnormal proliferation of specialized bone marrow-derived Langerhans cells. In this report, we present a rare case of Langerhans cell histiocytosis with CT and MRI in a 2 yearold-boy who developed symptomatic diabetes insipidus and multiple bone ,cranial, lung and spleen metastases during the disease course. A 2-year-old male patient was hospitalized due to complaints of cough, fever, vomitting, diarrhea, achromasia, weakness and rash. Chest X-ray revealed reticulonodular infiltration in both lung fields. Thorax CT revealed diffuse micro and macro nodular type infiltration in both lung parenchyma. On CT and MRI revealed common lytic lesion of skull, vertebra and iliac bone. There are infundibular thickening and absence of posterior pituitary intensity on MRI of pituitary gland. The spleen involvoment is determined by abdominal CT. The diagnosis is confirmed with biopsy of iliac bone. Langerhans cell histiocytosis should be in the differential diagnosis in children having widespread lung, bone, pituitary gland, and spleen involvement on MRI and CT.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
Demet Kıreşi, Ganime Dilek Emlik, Nazmi Zengin, Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse
Olgu sunumu
Özeti
Koroideal Metastaz: Usg, Doppler Usg, Mrg
ChoroIdal Meta S Ta SI S: Us, Doppler Us, Mrı
Nadir görülen koroideal metastazlı üç olgunun ultrasonografi, renkli Doppler ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme bulgulan değerlendirildi. İkisi kadın, biri erkek üç olguda sırasıyla pankreas, meme ve bronkoalveolar Ca ve bunlara bağlı göz metastazları mevcuttu. Olguların ikisi görme azalması şikayeti ile incelemeye alındı. Bronkoalveolar Ca’lı olguda beyin metastazı için manyetik rezonans incelemesi sırasında göz metastazı saptandı. Ultrasonografide glob posterior duvarında, glob içine protrüze olan lezyonlar olguların 2 ’sinde hiperekoik, Tinde kısmen hipoekoik kitleler şeklindeydi. Renkli doppler ultrasonografide tarif edilen lezyonlarda kanlanma bulguları tespit edildi. Lezyonların manyetik rezonans incelemelerinde ise TTde Tinde izointens 2 ’sinde ise hiperintens; T2de tüm olgularda hipointens görünüm mevcuttu. Göz şikayetleri olan primer maligniteli olgularda göz metastazlarının ayırdedici tanısında radyoloijk görüntüleme faydalı olacaktır.
Ultrasonography, Doppler ultrasonography and magnetic resonance imaging findings of three cases with choroidal metastasis were evaluated. Two of the cases were women, and one was man. They had pancreas, breast and bronchoalveolar carcinomas, respectively. Two cases presented with blurred Vision. The case with bronchoalveolar carcinoma was detected during the magnetic resonance imaging procedure for cerebral metastasis. İn one of the three patients immediate hypoechogenic, in the remaining two patients hyperechogenic lesions vvhich were protrused to the posterior wall of the globe determined by ultrasography. Doppler ultranography demonstrated that the lesions were vascularised. The lesions were hyperintense in two, and isointense in one case; ali of them were hypointense on T2- vveighted images. İn cases of primary malignancy with eye complaints, radiologic evaluation can be helpful in the elimination of eye metastasis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Aydın Karabacakoğlu, Serdar Karaköse, Ahmet Kaya, Ertuğrul Yalınkılıç
Olgu sunumu
Özeti
Hiperparatiroidizmde Mrg Bulguları
Mrı FIndIngs In HyperparathyroIdIsm
Kalıcı ve tekrar eden hiperparatiroidizm bulguları veren paratiroid adenomlu hastaların teşhisinde ve kitlelerin boyundaki lokalizasyonlarının net olarak değerlendirilmesinde manyetik rezonans görüntülemenin önemli bir yeri vardır. Hiperparatiroidizmli üç hastamızın paratiroid kitlelerinin manyetik rezonans görüntüleme bulguları sunuldu.
Magnetic resonance imaging provides high contrast, anatomic delineation of the neck and is useful for preoperative localization of abnormal parathyroid glands in patients with persistent or recurrent hyperparathyroidism. Magnetic resonance imaging findings of the parathyroid masses are reported in three patients with hyperparathyroidism.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İntraartiküler Sufentanil, Morfin Ve Plasebonun Postoperatif Ağrı Ve Analjezik Kullanımı Üzerine Etkileri
Ruhiye Reisli, Sema Tuncer, Mustafa Yel, Gamze Sarkılar, Atilla Erol, Faruk Çiçek, Şeref Otelcioğlu
Araştırma makalesi
Özeti
İntraartiküler Sufentanil, Morfin Ve Plasebonun Postoperatif Ağrı Ve Analjezik Kullanımı Üzerine Etkileri
The Effects Of IntraartIcular AdmInIstratIon Of SufentanIl, MorphIne And Plasebo On PostoperatIve PaIn And AnalgesIc RequIrements
Amaç: Bu çalışmada intraartiküler sufentanil ve morfinin postoperatif ağrı ve analjezik kullanımı üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Artroskopik diz cerrahisi geçirecek 60 olgu üç gruba ayrıldı. Hastalara standart anestezi uygulandı. Operasyon sonunda artroskop çekilmeden, ilaçlar toplam verilecek mayi 20 cc olacak şekilde serum fizyolojik ile sulandırılarak, Grup I’de 20 cc izotonik (n:20), Grup II’de 10 mg sufentanil (n:20), Grup III’de 2mg morfin (n:20) intraartiküler uygulandı. Hastaların uyandıkları saat 0. dk kabul edilerek VAS’ları değerlendirildi. Tramadol 1mg/kg yükleme, 20 mg bolus ve 7 dk kilitli kalma süresi olacak şekilde hasta kontrollü analjezi (HKA) ile uygulandı. Bu andan itibaren 30. dk, 2.saat, 12. saat ve 24. saat larda hastaların HKA istekleri ve bir günlük tramadol tüketimleri kaydedildi. Bulgular: Sufentanil grubunda 0. dk VAS değerleri diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktü (p< 0.05). 30. dk kullanılan tramadol miktarı Grup II’de Grup I ve III’e göre anlamlı derecede azdı (p<0.05). ‹ntraartiküler verilen sufentanilin postoperatif tramadol kullanımını azalttıgı gözlendi. Sonuç: Sonuç olarak; intraartiküler sufentanil kullanımı artroskopik diz cerrahisinde kolay uygulanan, efektif, güvenilir ve iyi tolere edilen bir analjezik tekniktir. Bu çalışmada intraartiküler sufentanil ile etki başlangıcının daha kısa ve güçlü olduğu gösterilmiştir.
Aim: The aim of this study was to evaluate the effects of intraarticular administration of sufentanil and morphine on postoperative pain and analgesic requirements after artroscopic knee procedures. Material and Method: Sixty patients scheduled for artroscopic knee surgery were randomised into three groups. A standart general anesthesia was used for all patients At the end the surgery , before the artroscope was removed the following solutions were administerd in 20 ml of normal saline. Group I:(n:20) 20 ml normal saline, Group II:(n:20) 10mg sufentanil, Group III:(n:20) 2 mg morphine. Awaken time of the patients was estimated as time 0 and Visual Analog Scale (VAS) scores were assesed. IV PCA (Patient Controlled Analgesia) was given as tramadol. The PCA deliveries at 30 min, 2 hours, 12 hours and 24 hours and total tramadol requirements for 24 hours were noted. Result: VAS scores were significantly lower in group II(p< 0.05). The consumption of tramadol at 30 min was also lower in group II when compared to group I and group III (p<0.05). Intraarticular sufentanil significantly reduced the postoperative consumption of analgesics (p<0.05). Conclusion: As a result we concluded that intraarticular sufentanil using in artroscopic knee procedures is simple, effective, safe and well tolerated analgesic techinique. This study showed that the onset of analgesia was faster and stronger with intraarticular sufentanil.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bir Multifokal Distoni Olgusu
Figen Güney, Hasan Hüseyin Kozak, Betigül Yürüten
Olgu sunumu
Özeti
Bir Multifokal Distoni Olgusu
A PatIent WIth MultIfocal DystonIa
Amaç: Travma, toksik maddeye maruziyet, metabolik hastal›k ya da kronik ilaç kullanım öyküsü olmayan multifokal distonili hastanın literatür ıflığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: Altmış iki yaşında erkek hasta boynun sağ yarısında ağrı, hassasiyet, sağda belirgin her iki elde kasılma şikayetleri ile servisimize yatırıldı. Öyküde boynun sağ yarısındaki ağrının iki yıldır mevcut olduğu ve bu ağrının hemen ardından sağ elde kasılma şikayetinin başladığı, bir yıldır da sol elde kasılma şikayetinin mevcut olduğu tespit edildi. Genel fizik muayenede boynun sağ yarısında dokunmakla hassas 1x1 cm ebadında düzgün sınırlı ele gelen kitle gözlendi. Nörolojik muayenede sağda daha belirgin her iki elde distoni mevcuttu, tonus her iki üst ekstremitede rijidite şeklinde artmıştı. Servikal MRG’de C5-6’da belirgin C5-6, C6-7’de sol paramedial protrüzyon, C5-6 seviyesinde kord basısı mevcuttu. Sonuç: Olgumuzu asıl ilgi çekici kılan boyun sağ yarısındaki ağrı ve sağ üst ekstremitedeki distoninin ortaya çıkışı arasındaki zamansal korelasyondur. Kronik ağrı, spinal internöronların hipereksitabilitesine neden olarak sessiz durumdaki spinal kordun santral pattern jeneratörünün disinhibisyonu ile distoni şeklinde hareket bozukluğuna yol açabilir.
Aim: Diagnosed with multifocal dystonia, the subjects without trauma, exposure to toxic substances, metabolic diseases or the history of chronic drug use were aimed to be discussed in light of literature. Case Report: A 62- year-old man was recruited to our clinic with the complaints of the pain on the right half of the neck, tenderness, contractions on both hands, more definite on the right. In his history, it was determined that the pain on the right half of the neck had been present for two years and the complaint of contraction on the right hand had just started after the right neck pain, and that contraction on the left hand had existed for one year. On his physical examination, a mass which could palpably be felt, in size of 1x1 cm, of neatly framed and tender was observed on the right half of the neck. On the neurologic examination, dystonia existed on both hands, more marked on the right, and tonus had increased on both upper extremities in the nature of rigidity. On the cervical MRI, definite protrusion on C5-6, left paramedian protrusion on C5-6, C6-7 and cord impression on C5-6 were present. Conclusion: What makes our case remarkable is timely correlation between pain on right half of neck and beginning of dystonia on right upper extremity. Chronic pain could lead to movement disorder in the form of dystonia by disinhibitation of the silent spinal cord central pattern generator by causing hyperexitability of spinal interneurons.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
Ali Yavuz Karahan, Ali Sallı, Muhammed Şahin
Olgu sunumu
Özeti
Geriatrik Olgularda Kladikasyo: Nörojenik Ve Vasküler Kladikasyo Birlikteliği
ClaudIcatIon In GerIatrIc PatIents: AssocIatIon Of NeurogenIc And Vascular ClaudIcatIon
Geriatrik olgularda yürüme esnasında bel, kalça, diz ve diğer bölgelerin çeşitli patolojilerine bağlı farklı şekillerde izlenen yürüme güçlüğü, ağrı, uyuşma ve benzeri bulgular görülebilir. Ancak kladikasyo daha özgün bir semptomdur. Hastalar tarafından sıklıkla belirli bir mesafe yürümekle ortaya çıkan, bir veya iki bacakta, lokalize edilemeyen ağrı, güçsüzlük, uyuşma, parestezi ve kramp olarak ortaya çıkan ancak istirahat ile rahatlayan bir tablo olarak tanımlanır. Özellikle periferik arter hastalıklarında görülen vasküler kladikasyo ve lomber spinal stenoz kliniğinde izlenen nörojenik kladikasyo, bu klinik tabloların ilk ve en önemli semptomlarıdır. Geriatrik hastalarda ağrılı alt ekstremite varlığında ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken birçok hastalık vardır. Bu yüzden hastalar tarafından tarif edilen kladikasyo göz ardı edilmemesi gereken ayırıcı tanı için uyarıcı ve yol gösterici bir semptomdur. Biz de bu yazımızda bel bacak ağrısı ile başvuran, değişken bir kladikasyo tarifleyen, ayırıcı tanıya yönelik yapılan çalışmalar sonucunda lomber spinal stenoz ve sol ana iliak arter darlığı ile seyreden periferik arter hastalığı (PAH) tanılarını bir arada koyduğumuz bir olguyu semptomdan teşhise yönelik süreci tekrar gözden geçirmek amacıyla sunduk.
Difficulty in walking, pain, numbness and other symptoms may occur in geriatric patients during walking, depending on various pathologies of waist, hips, knees and other areas. However claudication is an important symptom that is watched in specific clinic tables. That often appears by walking and it is described as not localized pain in one or two legs, weakness, numbness, parestesia and cramp by patients. Vascular claudication, especially monitored in peripheral arterial disease and neurogenic claudication monitored in lumbar spinal stenosis are the most important and initial clinical symptoms of these statements. In the presence of lower extremity pain in geriatric patients there are many diseases to be considered in the differential diagnosis. Therefore, patients with claudication should not be neglected as defined for the differential diagnosis and a guiding symptom. In this text, we present a case which described a variable claudication and diagnosed with lumber spinal stenosis and peripheral artery disease the aim of rewiewing the process from symptoms to diagnosis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
Alaaddin Nayman, Ersen Ertekin, Mehmet Emin Sakarya, Ganime Dilek Emlik, Kemal Ödev
Olgu sunumu
Özeti
Baş Boyun Hemanjiomlarında Mrg Bulguları Ve Tedaviye Dramatik Cevap
MrI FIndIngs In Head And Neck HemangIomas And DramatIc Response To Treatment
Hemanjiomlar çocukluk çağının en sık tümorleridir aynı zamanda en sık konjenital lezyonlarıdır(1). Vasküler malformasyonlar tüm benign tümörlerin yaklaşık %7’lik bir oranını oluştururlar(2). Baş boyun bölgesi vücudun yaklaşık %14’ünü oluşturmakla birlikte hemanjiomların %65’i bu lokalizasyondan kaynaklanmaktadır(1). MRG hemanjiomların tanısında ve çocukluk çağında medikal tedavi ile gerileyen hemanjiomların tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde oldukça faydalı bir görüntüleme yöntemidir.
Hemangiomas are the most common congenital lesions and they are the most common tumors of childhood(1). Vascular malformations are common lesions accounting for approximately 7% of all benign tumours(2). Although the head and neck region comprises only 14% of the body surface, 65% of hemangiomas arise from this region(1). MRI in the diagnosis of hemangiomas and hemangiomas regressed with medical therapy in childhood is a very useful imaging method for assessing response to treatment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
Demet Kıreşi, Memduha Akyol, Kürşat Aydın, Mehmet Erkan Üstün
Olgu sunumu
Özeti
Spinal Arteriovenöz Malformasyonun Tanısında Mrg Ve Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi
MrI And MultIdetector Ct AngIography In DIagnosIs SpInal ArterIovenous MalformatIon
Amaç: Spinal vasküler malformasyonlar spinal kanalda dura boyunca uzanan nadir görülen bozukluklardır. Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazları ile intravenöz kontrastlı anjiografik incelemeler son zamanlarda kullanılan tekniklerdendir. Bu sunuda 16 yaşında spinal arteriovenöz malformasyonu olan kız çocuğunun manyetik rezonans görüntüleme ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: MR görüntülerinde servikal 1-2 seviyesinde spinal kord ön yüzeyinde signal void özellikte yapılar ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi’de aynı seviyede kontraslanan genişlemiş ve kıvrımlı vasküler yapılar görüldü. Spinal arteriovenöz malformasyon tanısı konan olguya embolizasyon yapıldı. Sonuç: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi cihazı ile anjiografi yöntemi spinal vasküler anomalileri görüntülemede kullanışlı non-invaziv bir inceleme yöntemi olabilir.
Aim: Spinal arteriovenous malformation is a rare pathology located in the dura along the spinal canal. Multi-detector computed tomographic (MDCT) angiography is a recently developed imaging technique. We present findings of magnetic resonance (MR) imaging and multi-detector computed tomographic angiography in 16-year-old patient with spinal arteriovenous malformations. Case report: MR images showed signal voids dilated vessels at the surface of the spinal cord at C1-2 level. Also, multi-detector computed tomographic angiography demontrated dilated varix-like vessels. The patient was diagnosed as having a spinal arteriovenous malformation. Result: Multi-detector computed tomographic angiography can be a non-invasive usefulness technique in detect the spinal arteriovenous malformatios.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal İleri Evre Rektum Kanseri Hastalarında Neoadjuvan Kemoradyoterapi Sonrası Yanıt Değerlendirmede Manyetik Rezonans Görüntülemenin Rolü
Şehnaz Evrimler, Zümrüt Arda Kaymak, Hanefi Diler, Emine Elif Özkan
Araştırma makalesi
Özeti
Lokal İleri Evre Rektum Kanseri Hastalarında Neoadjuvan Kemoradyoterapi Sonrası Yanıt Değerlendirmede Manyetik Rezonans Görüntülemenin Rolü
The Role Of MagnetIc Resonance ImagIng In The EvaluatIon Of Response Of The Locally Advanced Rectal Cancer To The ChemoradIotheraphy
Amaç: Lokal ileri evre rektum kanseri hastalarında neoadjuvakne moradyoterapi (KRT) yanıtının
değerlendirilmesinde Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) özelli klerinin rolünü araştırmaktır.
Hastalar ve Yöntem: KRT sonrası 6-8 hafta içinde 2015-2020 yılları arasında total mezorektal eksizy on
uygulanan 24 lokal ileri evre rektum kans erli olgunun KRT öncesi ve sonrası T2-Ağırlıklı ve Diffüzyon Ağırlıklı
Görüntülemeleri (DAG) retrospek tif olarak değerlendirildi. Radyolojik olarak kitle morfolojisi, lokalizasyonu,
boyut, mrT, mrN evrelemesi ve ekstramural vasküler invazyon (EMVİ) açısından değerlendirildi. Post-KRT
görüntülemelerde rezidü skorlaması; 0: rezidüel kitle yok, 1: fibrotik duvar kalınlaşması var, belirgin rezidü
kitle izlenmemekte, 2: rezidüel kitle var şeklinde yapıldı. Regresyon derecelendirmesi ise şu şekildeydi; 1:
Tümör yok, 2: İyi yanıt, çoğunlukla fibrozis, 3: %50’den fazla fibrozis ve musin, 4: Zayıf yanıt, 5: Yanıt yok.
Bulgular: KRT sonrası tümör kraniokaudal uzunluğunda anlamlı gerileme ve Apparent Diffusion Coefficient
(ADC) ortalamalarında artış izlendi (p=0,001). Histopatolojik T (pT) ile post-KRT mrT evresi anlamlı, kuvvetli
korelasyon gösterdi (r=0,54, p=0,006). Pre-KRT EMVİ ile perinöral invazyon (PN İa)rasında anlamlı korelasyon
mevcuttu (r=0,53, p=0,008). Rezidü skorlaması ile regresyon derecelendirm esi (r=0,6; p=0,001), pT (r=0,48;
p=0,02) ve tümör uzunluğu (r=0,51; p=0,01) arasında anlamlı ve k uvvetli korelasyon saptandı. Regresyon
derecesi ise EMVİ (r=0,43, p=0,036), PNİ (r=0,46, p=0,02), pT (r=0,41; p=0,048), pN (r=0,55; p=0,006) ve
metastatik/total lenf nodu oranı (r=0,46; p=0,02) ile anlamlı korelasyon gösterdi.
Sonuç: Lokal ileri evre rektum kanserinde neoadjuvanK RT sonrası MRG postoperatif patolojik değerlendirme
ile kuvvetli korelasyon göstermektedir. MRG primer evrelemede olduğu gibi KRT sonrası evrelemede de baş
arılıdır. MRG regresyon derecelendirmesi ile tedavi yanıtının değerlendir mesi cerrahi plana katkı sağlayabilir.
Aim: Investigate the role of Magnetic Resonance Imaging (MRI) in the evaluation of response of the locally
advanced rectal cancer to the chemoradiotheraphy (CR T).
Patients and Methods: T2-weighted and Diffusion Weighted Imaging (DWI) of 24 cases with locally advanced
rectal cancer who have undergone total mesorectal excision 6-8 weeks following the CRT between 2015 and
2020 were evaluated retrospectively. The evaluated radiological parameters were as follows; Tumor morphology,
localization, length, mrT/mrN stages, and extramural vascular invasion (EMVI). Post-CRT MRI residue scoring
was performed (0: No residual tumor, 1: No significant residual tumor, fibrotic wall thickening, 2: Residual tumor
present). Regression grading was as follows; 1: No tumor, 2: Good response, mostly fibrosis, 3: Fibrosis and
mucin more than 50%, 4: Slight response, 5: No response.
Results: There was a significant decrease in the craniocaudal length of tumor and a significant increase
in the mean ADC of tumor after CRT (p=0.001). A significant and high correlation was observed between
histopathological T (pT) and post-CRT mrT (r=0.54, p=0.006). There was a significant correlation between pre-
CRT EMVI and perineural invasion (PNI) (r=0.53, p=0.008). A significant correlation was found between residue
scoring and regression grading (r=0.6; p=0.001), pT (r=0.48; p=0.02), and tumor length (r:0.51; p=0.01). There
was a significant correlation between regression grading and EMVI (r=0.43, p=0.036), PNI (r=0.46, p=0.02), pT
(r=0.41; p=0.048), pN (r=0.55; p=0.006), and metastatic/total lymph node ratio (r=0.46; p=0.02).
Conclusion: Post-CRT MRI is highly correlated with postoperative pathological evaluation of the locally
advanced rectal cancer. MRI is highly successful in re-staging as well as primary staging. The evaluation of
treatment response by MRI regression grading may contribute to the surgical planning.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diz Patolojilerinde Klinik Muayene Bulguları İle Artroskopi Bulgularının Karşılaştırılması
Mustafa Yel, M. Ulvi Üzümcü, Recep Memik, Erol Ertürk
Araştırma makalesi
Özeti
Diz Patolojilerinde Klinik Muayene Bulguları İle Artroskopi Bulgularının Karşılaştırılması
The CorrelatIon Between ClInIcal DIagnosIs Of Knee Pathology And FIndIngs At Arthroscopy
Amaç: Bu çalışmanın amacı diz patolojilerinde klinik muayene bulguları ile artroskopi bulgularının karşılaştırılması ile klinik muayenenin doğruluk değerlerinin tespitidir. Materyal ve metod: Prospektif yapılan bu çalışmada 666 hastanın 666 dizi değerlendirildi. Klinik muayene bulguları, artroskopi bulguları ile karşılaştırılarak, klinik muayenenin teşhisteki doğruluğu, duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif tahmini değerleri hesaplandı. Bulgular: Menisküs ve ön çapraz bağ lezyonlarında klinik muayene ile yüksek doğruluk oranları (%78.9- %92.4) tespit edilirken, kıkırdak, plika ve sinovyal patolojiler ile serbest eklem cisimlerinde daha düşük doğruluk oranları (%77- %84.6) elde edildi. Menisküs ve ön çapraz bağ lezyonlarında duyarlılık oran landa yüksekti (%81.1- %78.2). Buna karşılık kıkırdak, plika ve sinovyal patolojiler ile serbest eklem cisimlerinin duyarlılık oranlarında belirgin bir düşüklük (%44.6- %51.9) tespit edildi. Sonuç: Bu bulgular; diz problemlerinde klinik muayenin menisküs ve ön çapraz bağ lezyonlarının teşhisinde çok değerli olduğunu, kıkırdak, plika ve sinovyal patolojiler ile serbest eklem cisimlerinde ise teşhise yardımcı olmakla birlikte kesin teşhis için diğer teşhis yöntemlerinin yararlı olacağı görüldü.
The purpose of this study is to compare the diagnostic value of clinical findings with arthroscopic findings in the knee pathologies. İn this prospectlve study, 666 knees of 666 patients were evaluated. By comparing the clinical findings with arthroscopic findings; the accuracy, sensitivity, specificity, positive and negative estimated values of the clinical findings in diagnosis were calculated. High accuracy rates were found in meniscal and anterior cruciate ligament lesions with clinical examination (78.9-92.4%). Hovvever, the accuracy rates in chondral, plica, synovial lesions, and loose body were found low (77-84.6%). The sensitivity rates of meniscal and anterior cruciate ligament were found high (81.1-78.2%). On the contrary, chondral, plica, and synovial lesions and loose body sensitivity rates were found low (44.6-51.9%). These findings suggested that clinical examination of meniscal lesions and anterior cruciate ligament tears were more valuable than other knee pathologies such as chondral, plica, and synovial lesions and loose body. They also can be helpful for accurate diagnosis when they are used with other diagnostic tools.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın Değerlendırılmesı
Recep Memik, Abdurrahman Kutlu, Salim Güngör, M. İ. Safa Kapıcıoğlu, Osman Kurtuluş, Eyüp S: Karakaş
Araştırma makalesi
Özeti
Akut Septık Artrit Va Kalarında Klınık Özellıklerın Değerlendırılmesı
Acute SeptIc ArthrItIs: EvaluatIon Of The ClInIcal Features
Bu makalede. akla septik artritin prognozla olabilecek klinik özelliklerini incelemeyi amaç edindik,. Konya ve Kavseri'deki iki Ortopedi klini-ğinde tedavi edilen ve yaşları 10 günle 72 yıl ara-sında değişen 159 hasta gözden geçirildi. Karşılaş-tırmalı değerlendirme için hastalar üç yaş grubuna ayrıldılar. Birinci grupta; yaşları 12 aydan küçük 20 infant, ikinci grupta; yaşlari 1-16 yıl arasında olan 106 çocuk, üçüncü grupta; yaşları 17 yıl ve daha büyük olan 33 yetişkin hasta vardı. En fazla birinci ve ikinci grupta olmak üzere 70 hastada kalça septik artritl görüldü. Diz tutulumu 59 hastada izlendi. Diz yetişkinlerde en çok tutulan eklem olmuştur. Eklem kültürlerinde en fazla izole edilen bakteri Stafilokok aureus olmuş, bunu gram-negatif bakteriler izlemiştir.
In this article, our aim was to evaluate clinical features of acute septic arthritis in relations to its prognosis. One hundred andfifiy-nine patients whose ages ranged fr-om 10 days to 72 years were reviewed two Orthopaedic Clinics in Konya and Kayseri. A compararive analysis was made by dividing the pa-tients into three age groups. First group contained 20 infants vounger [han one year of age. One hundred and six children between 1 and 16 years of age are included in the second group. Patients older than 17 years of age, 33 of them, made up the third group. The hip joim was involved in 70 patients represented largely the first and the second group. The knee was involved in 59 patients. Majority of the third group patients had knee involvement. Microorganisms iso-lated from the cultures of these joints were predorni-nantly Staphylococcus aureus which was followed by gram-negative bactarias.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
Egemen Altan, Müjdat Adaş, Murat Tonbul, Osman Orman
Araştırma makalesi
Özeti
Travmatik Tekrarlayan Omuz Çıkıklarının Artroskopik Bankart Tamiri İle Fonksiyonel Sonuçları
FunctIonal Results Of ArthroscopIc Bankart RepaIr Of TraumatIc Recurrent Shoulder InstabIlIty PatIents
Travma sonrası tekrarlayan anterior-inferior glenohumeral instabilite tanısıyla artroskopik Bankart tamiri yapılan hastaların fonksiyonel sonuçları değerlendirildi. Hastaların ortalama takip süreleri 45 aydı (dağılım 32- 80 ay). Olguların 4’ü (%10) kadın, 37’si (%90) erkekti ve yaş aralıkları 24-44 (ortalama 32)’dü. Olgularımızın 27’inde (%65) sağ omuzda, 14’ünde (%35) sol omuzda patoloji gözlendi ve bunların 25’inde dominant taraf tutulumu vardı. Olgularımızın hepsinde travmatik omuz çıkığı meydana gelmiş ve travma şekli olarak düşme, futbol oynarken darbe alma, yüzme gibi aktiviteler etyolojide sıklıkla rol oynamışdır. 10 hasta düşme sonucu, 4’ü voleybol oynarken, 2’si kaledeyken, 1’i güreş yaparken, 2’si kavga sırasında, 2 hasta yüzerken, diğerleri de çeşitli travmalar sonucunda çıkık episodları geçirmiştir. Ameliyat öncesi manyetik rezonans incelemelerinde tüm hastalarda Bankart lezyonu saptandı. Hastalar Rowe ve Constant skorlama sistemlerine göre değerlendirildi. Ameliyattan sonra ortalama Rowe skoru 87 (ortalama 15-100) olarak ve Constant skoru ise 95 (dağılım 88-100) olarak bulundu. Buna göre 33 (%80.5) hastada mükemmel sonuca ulaşıldığı tespit edildi. Tekrar instabilite gelişen 8 (%19.5) hastadan 2’sine artroskopik revizyon cerrahisi 2’sine Laterjet prosedürü uygulandı. Artroskopik omuz cerrahisi uzun bir öğrenme eğrisi olan, eğitim süreci gerektiren ama aynı zamanda kanama, rehabilitasyon ve yara iyileşmesi gibi pek çok konuda avantajları olan bir yöntemdir. Sonuç olarak bu etkili yöntemle daha az komplikasyon oranları ile omuz instabilitesi olan hastalar başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir.
The purpose of this study was to present, through a retrospective case series, results of the patients who were treated arthroscopically for anterior glenohumeral instability. We evaluated 41 patients. Mean follow-up of the patients were 45 months (range 32-80). There were 4 (10%) female and 37 (90%) male with a mean age of 32 (range 24- 44). There were 27 (65%) right and 14 (35%) left shoulders. Dominant side was injured in 25 patients. All of the patients were suffered from a traumatic shoulder dislocation. Many etiological factors are responsible for these traumatic dislocations like swimming, falling on the side while playing soccer or volleyball or a direct trauma to the shoulder. MRI was performed before the surgery and it was found to be a Bankart lesion for all the patients. Also, all patients were evaluated according to Rowe and Constant scores. Postoperatively, mean Rowe score was 87 (range 15-100) and mean Constant score was 95 (range 88-100). Excellent resuls were obtained in 33 (80.5) patients. There were 8 (19.5) patients of recurrences and 2 of them had arthroscopic revision surgery and Laterjet procedure was performed for the latter 2 patients. Arthroscopic shoulder surgery is a long learning curve, requiring the training process but also has the advantages of less bleeding, easy rehabilitation and wound healing. As a result, this effective method can be performed for recurrent shoulder instability patients with less complication rates.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Femorotibial Açıda Lateral Ayakaltı Kaması İle Değışme
Saim Açıkgözoğlu, Mustafa Erken, Hasan Oğuz, Recep Memik, Kemal Ödev
Araştırma makalesi
Özeti
Femorotibial Açıda Lateral Ayakaltı Kaması İle Değışme
AlteratIon Of The FemorotIbIal Angle WIth LateraI Subfood Wedge
20-30 yaşlarında 30 normal erkek, çalışma kapsamına alındı. Dizin femorotibial açılan anteroposterior röntgenogramlarda değerlendirildi. Femorotibial açı dekubitis pozisyonunda 5(sağ) -6(sol) derece iken, ayakta 3 .6(sağ) - 24(sol) derecedir. Sağ lateral kamalı grafide, sağ dizde varusta anma (28, %93.3) olurken, sol dizde valgusta artma olmaktadır (12, %40). Sağ diz valgusu sağ lateral ayakaltı kama ile azalmaktadır. Kama kalınlığı, sağ dizde valgusu değiştirmemekte, solda ise valgusu arttırmaktadır.
The study was based on a series of 30 normal mide subjects ageing between 20 to 30. Femoroti-bial angle of the knee joint was analyzed using a an-teroposterior roentgenogram of the knee. Femoroti-bial angle was 5(right) - 6(left) degree at the decubit-us pozition, and 3 .6(right) 2.9(left) degree at the standing. At the right lateral subfood wedge, varus of the knee was increased at the right knee (28, %93.3), and valgus of the knee was increased at the left knee (12, %40). Valgus of the right knee was decreased with right lateral subfood wedge. Thickness of the wedge didn't increase valgus of the right knee, but increased valgus of the left knee.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
Sami Ceran, Güven Sadi Sunam, Mehmet Gök, Tahir Yüksek, Tunç Solak, Hasan Solak
Araştırma makalesi
Özeti
Morgagnı Hernısı Ye Cerrahı Tedavısı
MorgagnI HernIa And SurgIcal Treatment's A Case Of ClInIcally SIlent MorgagnI HernIa Is Presented
Klinik olarak sessiz seyreden, morgagni hernisi tants' alan, kiint abdominal agar' olan, 62 yaltnda hir erkek hasta takdim edilmistir. Morgagni hernisi PA Akciger graifisi ye Pnomoperitoneum ile techis Defekt cerrahi olarak tamir Modern goriintilleme yontemlerinin rutin kullanima girmesiyle morgagni hernisi tamp olan olgu sa-ytstnin artacagintn beklenilmesi dogaldir.
The patient has blunt abdominal pain and asyptomatic. The diagnosis of morgagni hernia is X-Ray pnemoperiteneum and CT. The patiend was re-pair surgical treatment. THe diagnosis of silent mor-gagni hernia can he revealed bly using modern ima-ging techniques such as CT or MRI.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alt Ekstremite Derın Ven Trombozları Ve Tedavisi
Hasan Solak, Mehmet Yeniterzi, Tahir Yüksek, Cevat Özpınar, Sami Ceran, Güven Sadi Sunam
Araştırma makalesi
Özeti
Alt Ekstremite Derın Ven Trombozları Ve Tedavisi
Lower ExtremIty Deep VeIn ThrombosIs And Its TreaIment
1983-1989 yılları arasında kliniğimizde 140 alt ekstremite derin ven trombozu vakası yatırılarak te-davi edilmiştir. Cerrahi tedavi uygulanan (trornbek-tont') 3 (%2.1) yaka dışında 137 (%97.9) yakaya ya-tak istirahati + bacak elevasyonu + heparinizasyon uygulandı. Medikal tedaviye aldığımız 137 hastanın 127'sinde (%92.7) tedavi sonuçları çok iyiydi. Phleg-masia cerulea dolens vakalarından 4süne (%2.85) diz üstü amputasyon yapıldı. Phlegrnasia cerulae do-lens'li diğer 5 yaka (%3.6) medikal tedaviye cevap verdi ve ilgili ekstremite ampute olmaktan kurtuldu. Oral antikoagulan tedavinin tamamlanmasından sonra 6 ay süreyle yaptığımız kontrollerde 22 (%15.7) hastada post tromboflebitik sendrom tespit ettik.
140 cases of lower extremity deep vein thrombosis were hospitalised and trealed at our clinic between the years of 1983 and 1989. Bed rest with leg elevation and heparanization were applied to 137 cases (%97.9), 3 cases (%2.1) had surgical treatment (thrombectomy). Treattrıent in 127 patients otu of 137 were satisfactory, and ampulation ampuiation operation over the knees was carried out at 4 cases (%2.85) of phlegmasia cerulea dolens. °iller 5 cases of phlegmasia cerulea dolens responded to medical treatment and related extrernities did not need to be amputaled. After the complation of oral anticoagulation treatment we found a post thrombophlebitis syndrome in 22 patients (9;35.7) at the controls that were carried out every 6 mounth.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Popliteal Arter Yaralanmaları
İslam Kaklıkkaya, Ramis Özdemir, Zerrin Uzun, Hakan Filizlioğlu, Yaşar Güven, Gökalp Altun, Fahri Özcan, Fahri Özcan, Fahri Özcan
Araştırma makalesi
Özeti
Popliteal Arter Yaralanmaları
PoplIteal Artery InjurIes
1990 ile 1996 yılan arasında K.T.Ü. Tip Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi bölümünde künt veya penetre travmaya bağlı 20 popliteal arter ya-ralanmasının klinik oluşum ve tedavileri gözden ge-çirildi. 16 olguda arteriyel yaralaııma olduğu klinik muayene ve Doppler değerlendirilmesi ile teşhis edildi (%80). Arterio-venöz fistülü ve false anev-rizması bulunan 4 olguda (%20) pedal nabazanlar başlangıçta elle alınıyordu. Penetre ve künt trav-maya bağlı popliteal arter yaralanması olan 8 ol-guva otojen safen yen grefti, 2 olguya PTFE suni greft kullanıldı. 8 olguya uç-uca anastomoz, 1 ol-guya lateral tamir, 1 olguya trombektomi yapıldı. Venöz yaralanma ile birlikte olan rutin tamirlerde erken dönemde fasiotomi yapıldı. Multipl kınkla bir-likte olan yaralanmalarda internal tesbit, eksternal tesbit veya iskelet traksiyonu uygulandı. Diz böl-gesine olan küm` arteryel travnıayı izleyen bölgede görülen önemli fonksiyonel ortopedik bozukluklar tartışıldı.
The clinical presentation and management of 20 popliteal artery injuries following penetrating and blunt trauına were rewiewed during the period 1990 to 1996 of at the Cardiovascular Surgery De-partment of the Medical Faculty of Karadeniz Tech-nical University. Clinical and Doppler evaluation identified arterial injury in 16 (%80 per cent) pa-tients. In four (%20 per cent) patients with arterio-venous fistula or false aneurysms pedal pulses were palpable during initial assesnıent. Autogenous vein grafting was used in 8 patient, PTFE prosthesis was used in 2 patients, a direct end-to- end anastomosis was succesful in 8 patients, trombectomy was done in 1 patient and lateral repair was done in 1 patient. As a routine repair of associated venous injuries, early fasciotomy were used. External, internal fi-xation, skeletal traction was done for compoutıd and comminuted fractures. The significant functional orthopedic disability following blunt arterial trauma at the knee is emphasized
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta