Çölyak Hastalığına Diyetetik Yaklaşım
Volkan Özkaya, Şebnem Özgen Özkaya
Derleme
Özeti
Çölyak Hastalığına Diyetetik Yaklaşım
DIetetIc Approach To CelIac DIsease
Çölyak hastalığı hayat boyu devam eden tek besin intoleransıdır. Glutene karşı meydana gelen bu intolerans, ince bağırsağın yapısını bozmakta ve besin öğelerinin emilimini engellemektedir. Çölyak hastalığı, genellikle diğer otoimmün hastalıklarla ilişkilidir. Ülkemizde de sıklığı giderek artmaktadır. Farklı yaşlarda ve farklı klinik bulgularda karşımıza çıkabilmektedir. Günümüzde en etkili tedavi yöntemi, glutenin günlük diyetten çıkarılmasıdır. Tedavi aşamasında devreye giren glutensiz diyet, büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönemde bireyin tüm yaşantısını etkilemektedir. Glutensiz diyetin sıkı bir şekilde uygulanmasıyla hastalıkla ilişkili düşük kemik mineral yoğunluğu ve bağırsak malignite dahil bir çok komplikasyonun riski azalabilir. Ancak glutensiz diyetin çocuk veya aile tarafından uygulanması ve takip edilmesi her zaman kolay değildir. Ayrıca glutensiz diyet bazı besin ögesi fazlalığına (doymuş yağlar), yüksek kalori alımına ve belirli besin ögelerinin (lif, Folik asit, B 12 vitamini, demir, çinko, magnezyum) yetersizliğine de neden olmaktadır. Özellikle glutensiz ürünler gluten içeren muadilleriyle karşılaştırıldıklarında hem magnezyum, lif ve folik asit içeriği daha düşük hem de daha pahalıdır. Diyet tedavisine “dirençli” olduğu düşünülen birçok hastanın da gluten içeren besinleri tükettikleri tespit edilmiştir. Bu nedenle glutensiz diyet iyi planlanmalı, aile ve çocuk eğitilmeli ve hasta uzun süreli takibe alınmalıdır. Bu derleme makalede çölyak hastalığı, çölyak hastalığında uygulanan diyet tedavisi, diyet tedavisinin ilkeleri, diyete uyum ve bu uyumu etkileyen faktörlere yer verilmiştir.
\r\n
Celiac disease is the only life-long continuing food intolerance. This intolerance, caused by gluten, endamages the structure of small intestine and prevents the absorption of nutritional elements. Celiac disease is usually related with other auto-immune diseases. Rate of this disease in our country is increasing in time. It can be seen in people of different ages and different clinical findings. In our day, the most efficient way of treatment is removal of gluten from daily diet. Gluten-free diet that step in treatment phase, affects the living of individual in a period in which growth and development is most rapid. By applying the gluten-free diet strictly, the risk of complications like low bone mineral density and intestine malignite related with the disease, can be decreased. However, it is not always easy to apply and keep track of gluten-free diet by family or child. Moreover, gluten-free diet can cause excess of some nutritional elements (saturated fat), gaining high calorie, and poorness of some nutritional elements (fiber, folic acid, vitamin B 12, iron, zinc, magnesium). Particularly, gluten-free products, when compared with their gluten-including equivalents, have less magnesium, fiber, and folic acid, as well as they are far more expensive. It is determined that a lot of patient considered "resistant" to diet treatment are also eating gluten-including food. Therefore, gluten-free diet should be planned and followed well, and family and child should be educated. This editted article is about, celiac disease, diet treatment for celiac disease, principles of the diet treatment, concordance to the diet, and the factors that effects this concordance.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prediyabet
Evrim Çakır
Derleme
Özeti
Prediyabet
PredIabetes
Prediyabet sıklığı tüm dünyada giderek artış göstermektedir.
2030’lu yıllarda 470 milyondan fazla kişide prediyabet izleneceği
tahmin edilmektedir. Prediyabet, glisemik değerlerin normal ile
diabetes mellitus (DM) arasında değiştiği DM gelişimi için yüksek risk
grubunu tanımlamak için kullanılır. Prediyabette insülin direnci ve beta
hücre disfonksiyonu glukoz seviyesinde aşikar değişiklik izlenmeden
başlamaktadır. Gözlemsel çalışmalarda prediyabetin kronik böbrek
hastalığı, küçük fiber nöropati, retinopati ve artmış serebrovasküler
ve kardiovaküler hastalık riski ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu
derlemede prediyabetin tanımı ve prediyabetin mikrovasküler ve
makrovasküler hastalıklarla birlikteliği değerlendirilmiştir.
The prevelans of prediabetes is increasing over the world. It is estimated that more than 470 million people will have prediabetes by 2030. Prediabetes is defined as intermediate state between normal and diabetic glycaemic values and high risk categories for DM development. Insulin resistance and beta cell dysfuction start with prediabet before marked glucose changes. In observational studies it has been reported that the relationship was found between prediabetes and chronic renal disease, small fiber neuropathy, retinopathy, serebrovascular and cardiovascular disesase. In this review, it was evaluated that the definition of prediabetes and its microvascular and macrovascular complications.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Onkojenik Retroviruslar
Murat Şevik
Derleme
Özeti
Onkojenik Retroviruslar
OncogenIc RetrovIruses
Bu makalede, onkojenik retroviruslar hakkında güncel bilgiler sunulmuştur. Kanser, dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen bir hastalıktır. Yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular, viral etkenlerin de kansere neden olduğunu göstermektedir. Kanser ile ilişkilendirilen viral etkenler, onkogenez mekanizmaları ile hücrelerin kontrolsüz ve anormal şekilde büyümesine neden olmaktadır. Kansere neden olan viruslar, DNA ve RNA virusları arasında yer almakta olup, bütün RNA tümör virusları, retrovirus familyasında yer almaktadır.
In this article is compiled the current knowledge about oncogenic retroviruses. Cancer is a disease that affects millions of people around the world. The findings of the researches indicate that viral factors cause cancer. Viral factors associated with cancer leads to uncontrolled and abnormal growth of cells by their oncogenesis mechanisms. Cancer viruses can be found in both the DNA and RNA viruses. All RNA tumor viruses are located in retroviruses family.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Deneysel Serebral İskemi Modelleri
Gökhan Kalaycı, Gönül Gürol, Fatih Ekici
Derleme
Özeti
Deneysel Serebral İskemi Modelleri
ExperImental Cerebral IschemIa Models
Serebral iskemi beyindeki serebral kan akımındaki azalma olarak
tanımlanmaktadır. İnsandaki serebral iskemiyi taklit etmek adına
çeşitli deneysel modeller geliştirilmiştir. Bu modeller iskemik beyin
hasarının patofizyolojisini anlamamıza katkıda bulunmakta ve yeni
tedavilerin ve nöroprotektif stratejilerin geliştirilmesine de olanak
sağlayabilmektedirler. Sonuç olarak, deneysel çalışmalarda seçilen
modelin insandaki serebral iskeminin klinik ve laboratuvar bulgularını
en iyi yansıtan ve en uygun model olması gerekmektedir.
Cerebral ischemia is defined as a reduction of cerebral blood
flow in brain. Various experimental models of cerebral ischemia in
humans has been developed to mimic closely the human ischemia.
These experimental models have contributed the understanding of
the pathophysiology of ischemic brain injury and may also allow the
development of new neuroprotective strategies and new treatments.
As a conclusion, the selected model in the experimental studies
must be the most appropriate model that best reflect the clinical and
laboratory findings in human cerebral ischemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Solid Meme Kitlelerinde Ultrasonografi: Benign Mi, Malign Mi?
Seda Özbek, Ali Sami Kıvrak, Alaaddin Nayman, Hasan Erdoğan, Mesut Sivri
Derleme
Özeti
Solid Meme Kitlelerinde Ultrasonografi: Benign Mi, Malign Mi?
Ultrasound In SolId Breast Masses: BenIgn Versus MalIgn
Son yıllarda ulaşılan teknik gelişmeler sayesinde ultrasonografi (US), sadece kistik-solid lezyon ayrımında kullanılan bir inceleme yöntemi olmaktan çıkmış, hem mamografi ve manyetik rezonans görüntüleme (MR) gibi diğer inceleme yöntemlerine tamamlayıcı, hem tanısal açıdan etkin, hem de girişimlerde rehber bir modalite haline gelmiştir. Bu gelişmeler raporlamada uluslararası ortak bir yaklaşım ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Amerikan Radyoloji Derneği tarafında geliştirilen “The Breast Imaging Reporting and Data System” (BIRADS) sözlüğü, ultrasonografide kullanılan terminolojiyi standardize etmeyi, bulguları malignite risklerine göre kategorize etmeyi ve uygun klinik yaklaşımları önermeyi amaçlamaktadır. Bu sözlükte solid meme kitleleri için altı ultrasonografik morfolojik özellik tanımlanmıştır: şekil, yerleşim, kenar, sınır, eko paterni, arka akustik özellik. Benign ve malign US özelliklerinde çakışma olsa da oval şekil, üçten az yumuşak lobülasyon, homojen hiperekojenite, paralel yerleşim benignite; düzensiz şekil, antiparalel yerleşim, keskin olmayan kenar, ekojenik halo, arka akustik gölgelenme ise malignite için daha anlamlı özelliklerdir. Bu yazıda, BIRADS sözlüğünde solid kitleler için tanımlanan morfolojik US özelliklerinin, benignite ve malignite açısından etkinlikleri literatür bilgileri ışığında gözden geçirilmektedir.
With the rapid technological advances, ultrasonography (US) has become an important breast imaging procedure in the last decade. In addition to the complementary role to mammography and magnetic resonance imaging, today it has an important place in interventional situations such as guiding needle aspiration, core needle biopsy and presurgery needle localization. American College of Radiology has developed “The Breast Imaging Reporting and Data System” (BIRADS) lexicon to standardize the terminology in the US reports. This lexicon includes the descriptors from several feature categories, the assessment of findings and the recommendation of the action to be taken. Six morphologic features were described for solid breast masses: shape, orientation, margin, lesion boundary, internal echo pattern and posterior acoustic features. Despite the known overlap between benign and malignant features, typical signs of benignity were oval shape, gently lobulation, homogenous hyperechogenity, parallel orientation; typical signs of malignity were irregular shape, antiparallel orientation, noncircumscribed margin, echogenic halo, decreased sound transmission. The purpose of this article was to discuss reliability of these BIRADS US lexicon descriptors in the differentiation of benign from malignant solid masses of the breast.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Yeni Bir Alternatif: Sodyumglukoz
co-Transporter-2 İnhibitörleri
Cevdet Duran, Orkide Kutlu
Derleme
Özeti
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Yeni Bir Alternatif: Sodyumglukoz
co-Transporter-2 İnhibitörleri
A New AlternatIve In The Treatment Of Type 2 DIabetes: SodIumglucose
co-Transporter-2 InhIbItors
Dünya üzerinde tip 2 diyabet sıklığı giderek artmaktadır.
Hernekadar diyabetes mellitus tedavisi için günümüzde birçok
tedavi seçeneği bulunsa da glisemik kontroldeki başarı oranları
halen yetersizdir. Sodium Glucose Co-transporter (SGLT)2
inhibitörleri insülin etkisinden bağımsız etki gösteren yeni bir sınıf
antihiperglisemik ajanlardır. SGLT2 inhibitörleri idrarla glukoz
atılımını arttırarak plazma glukoz düzeylerini düşürürler. Günümüzde
değişik fazlarda klinik çalışmaları devam eden birçok molekül vardır.
Mevcut çalışmalar bu grup ilaçların iyi tolere edildiğini, hipoglisemi
yapmadan kilo kaybıyla beraber kan şekeri düzeylerini kontrol altına
aldığını göstermiştir. Bu yazıda böbreğin glukoz hemostazındaki rolü
ve renal glukoz absorbsiyonu SGLT2 inhibitörleri ile inhibisyonunun
etkileri irdelendi.
The prevalence of type 2 diabetes mellitus is increasing
worldwide. Although there are a number of treatments currently
avaible to treat diabetes mellitus, glycemic control rates remain poor.
Sodium Glucose Co-transporter (SGLT) 2 inhibitors are a novel class
antihyperglycemic agent that act independently of insulin actions.
The SGLT2 inhibitors increase urinary glucose excretion and lower
plasma glucose. There are a lot of SGLT inhibitor molecules in a
different phases of clinical trials is currently avaible. Initial clinical
trials showed that this class of agents are well tolerated and can
effectively control blood sugar levels with reduced weight gain
without hypoglycemia. This manuscript reviews the role of the kidney
in glucose hemostasis and the effects of inhibition of renal glucose
reabsorbtion by SGLT2 inhibitors.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Jinekolojik Kanserlerde Fertilite Koruyucu Cerrahi
Kazım Gezginç, Elif Utku Dalkılıç
Derleme
Özeti
Jinekolojik Kanserlerde Fertilite Koruyucu Cerrahi
FertIlIty SparIng Surgery In GynecologIcal Cancers
Günümüzde sosyal ve ekonomik şartlar nedeniyle kadınların çocuk sahibi olma yaşı giderek artmaktadır. Her ne kadar jinekolojik kanserler ileri yaşta görülseler de bunların önemli bir kısmı reprodüktif çağda karşımıza çıkmaktadır. Son yıllarda patoloji, cerrahi ve kemoterapi alanlarındaki gelişmelerle birlikte artık jinekolojik kanserli hastalarda düşük riskli gruplar saptanabilmektedir. Tüm bunlar sonucunda çağdaş kanser tedavisinde; hastanın duygu durumu, fiziksel görünümü, cinsel işlevleri ve fertilite isteği göz önüne alınarak fertilite koruyucu tedavi yaklaşımları ön plana çıkmaktadır.
Today, age of childbearing women is increasing because of social and economic conditions. Although gynecological cancers are seen in old age, some of them may occur in reproductive age. With recent advances in the fields of surgery, pathology and chemotherapy, low risk patient group can be identified in gynecological cancers. Fertility sparing surgery appears as a parallel development in current cancer treatment, when considering the emotional condition, physical appearance, sexual function and fertility desire of the patient.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
Emre Avcı, Erdinç Çakır
Derleme
Özeti
Diyabetes Mellitusun Mikrovasküler K
MIcrovascular ComplIcatIon Of DIabetes MellItus:
dIabetIc Nephropathy
Diyabetik nefropati, diyabetes mellitusun önemli mikrovasküler
komplikasyonlarından biridir. Diyabetik nefropati, hem tip I hem de
tip II diyabetes mellitusun major komplikasyonu olarak gelişmektedir.
Aynı zamanda, son dönem böbrek yetmezliğinin en önemli nedenidir.
Hiperglisemi ve arteriyal hipertansiyon, diyabetik nefropati için
esas risk faktörleridir, ancak genetik yatkınlık hem tip I hem de
tip II diyabet için büyük önem taşır. Hiperglisemi, hipertansiyon,
obezite, kalıtsal hastalıklar, sigara kullanımı ve ilerleyen yaş gibi
diğer birçok risk faktörü de diyabetik nefropatinin gelişimine katkı
sağlamaktadır. Normal albuminüriden mikroalbuminüriye ilerleme
diyabetik nefropatide ilk adım olarak kabul edilir. Daha sonra, belirgin
proteinüri, azalmış glomerüler filtrasyon hızı ve son dönem böbrek
yetmezliği gelişir.
Diabetic nephropathy is one of the important microvascular
complications of diabetes mellitus. Diabetic nephropathy develops
as major complication of both type 1 and type 2 diabetes mellitus.
At the same time, it is currently the leading cause of end-stage renal
disease. Two of the main risk factors for diabetic nephropathy are
hyperglycemia and arterial hypertension, but the genetic susceptibility
in both type 1 and type 2 diabetes is of great importance. Contribute
to the development of diabetic nephropathy other risk factors such as
hyperglycemia, hypertension, obesity, hereditary diseases, smoking,
and advanced age. The progression from normal albuminuria
to microalbuminuria is accepted as the initial step in diabetic
nephropathy, and then distinctive proteinuria, decreased glomerular
filtration rate, and end-stage renal failure develops.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kemik Metastazlarında Güncel Tedavi Seçenekleri
Eda Yirmibeşoğlu Erkal, Görkem Aksu
Derleme
Özeti
Kemik Metastazlarında Güncel Tedavi Seçenekleri
Current Treatment OptIons For Bone Metastases
Kemik lezyonları içinde malign destrüksiyona en sık sebep olan lezyonlar, kemik metastazlardır. Kemik metastazları sıklıkla şiddetli ve başa çıkılması zor ağrıya neden olmaktadırlar. Kemik metastazlarının neden olduğu ağrının uygun şekilde tedavi edilmesi, hastaların yaşam kalitesinin iyileştirilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu, derlemede kemik metastazlarına güncel tedavi yaklaşımları gözden geçirilmektedir.
Among bone lesions, bone metastases are the most common lesions leading to malignant destruction. Bone metastases commonly result in severe pain that is hard to handle. Appropriate treatment of pain associated with bone metastases is critical for the improvement of the patients’ quality of life. In this article, current treatment approaches regarding bone metastasis are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Gliminler
Murat Baş, Cevdet Duran
Derleme
Özeti
Tip 2 Diyabet Tedavisinde Gliminler
The GlImIns In The Treatment Of Type 2 DIabetes
Dünya üzerinde tip 2 diyabet sıklığı giderek artmaktadır.
Günümüzde 382 milyon diyabetli varken, 2035 yılında bu rakamın
582 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir. Diyabet tedavisinde
birçok alternatif olsa da optimal glisemik kontrol sağlanan hasta
oranı düşüktür. İmeglimin, -tetrahydrotriazine-içeren yeni bir sınıf
ilacın ilk üyesi olup, karaciğerden aşırı glukoz çıkışını baskıladığı,
kas dokusunda glukoz alımını arttırdığı ve glukoza yanıt olarak
insülin sekresyonunu arttırdığı gösterilmiştir. Bu derlemede, Tip 2
diyabet tedavisinde imegliminin etkinliği ve güvenliği ile ilgili veriler
derlenmiştir.
The prevalence of type 2 diabetes is increasing world wide and
it is estimated to rise from 382 million today to 582 million by 2035.
Although there are a number of therapies currently avaible to treat
diabetes mellitus, glycemic control rates remain poor. Imeglimin, the
first in a new-tetrahydrotriazine-containing class of oral antidiabetic
agents and it has been shown to decrease hepatic glucose
production, increase glucose uptake in skeletal tissue and improve
insulin secretion in response to glucose. In this text, the efficacy and
safety of imeglimin in the treatment of type 2 diabetes are reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Domuz Kaynaklı İnfluenza A (h1n1) Virus Enfeksiyonu : Radyolojik Bakış
Seda Özbek
Derleme
Özeti
Domuz Kaynaklı İnfluenza A (h1n1) Virus Enfeksiyonu : Radyolojik Bakış
SwIne OrIgIn Influenza A VIrus (h1n1) InfectIon: A RadIologIcal RevIew
Domuz kaynaklı influenza A virüsü ilk olarak saptandığı Nisan 2009 dan itibaren dünya çapında hızlı bir yayılım göstermiş ve ölüm vakaları giderek artmıştır. Bugüne kadar literatürde hastalığın oluşturduğu radyolojik bulguları içeren yayınların sayısı oldukça azdır. Bu yazıda amaç literatür bilgileri ışığında H1N1 enfeksiyonuna genel bir bakış yapmak ve radyolojik bulgulara ait bilgileri derlemektir.
Since it has first observed in April 2009, the swine origin Influenza A virus infection, spreaded worldwide and cases of dead increased. Untill now the number papers in literature about the radiological signs caused by the desease is extremely low. In this review we aimed to overview the H1N1 and collect the data in literature about radiological signs of the desease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gestasyonel Diabetes Mellitus Tanısı
Evrim Çakır
Derleme
Özeti
Gestasyonel Diabetes Mellitus Tanısı
The DIagnosIs Of GestatIonal DIabates MellItus
Gestasyonel diyabet (GDM) yıllarca ilk defa gebelikte saptanan
glukoz intoleransı olarak tanımlandı. Günümüzde ise ilk prenatal
vizitte diabetes mellitus (DM) tanısı alan gebeler aşikar DM olarak
tanımlanmaktadır. İlk prenatal vizitte DM saptanmayan ve daha önce
DM olduğu bilinmeyen gebeler, gebeliğin 24-28. haftasında oral
glukoz toleransı ile taranmalı ve herhangi bir değerin eşik değeri
aşması durumunda GDM olarak tanımlanmalıdır. GDM prevalansı
farklı populasyonlarda % 1-14 olarak bildirilmiştir. GDM tanısı, yeni
kriterlerle tüm dünyada giderek artış göstermektedir. Yakın zamanda,
GDM tanısı için Amerikan Diyabet Birliği (ADA), Hiperglisemi ve
Gebelik Sonuçları (Hyperglycemia and Adverse Pregnancy OutcomeHAPO)
çalışmasını temel alan 2008, Uluslar arası Diyabet Birliği
ve Gebelik Çalışma Grubu konferansı kriterlerini kabul etmiştir. Bu
kriterlere göre; Bu konferansta; 75 gr glukoz tolerans testi tanı testi
olarak önerilmiş ve tek bir anormal değerin GDM tanısı için yeterli
olduğu kabul edilmiştir. Bu test için eşik değerler; açlık; 92 mg/dl
(5.1 mmol/l), 1.saat; 180 mg/dl (10 mmol/l), 2. saat; 153 mg/dl (8.5
mmol/L) olarak belirtilmiştir. Bu derlemede GDM tanımı üzerinde
yapılan değişiklikler ve güncel tanı kriterleri değerlendirilmiştir.
Gestational diabetes mellitus (GDM) was previously described as
any degree of glucose intolerance with first recognition at pregnancy
for many years. Currently, pregnant with DM at their initial prenatal
visit has been diagnosed as overt diabetes, not gestational diabetes.
The remaining pregnant who found not to have DM at initial visit
and not known to have DM should undergo oral glucose tolerance
screening at 24-28. weeks of gestation and diagnosed as GDM if
any value exceeds the threshold values. The prevalence of GDM
is reported 1-14% among the different populations. Its diagnose
is increasing over the world with new GDM criteria. Recently, ADA
has adopted the 2008 International Association of Diabetes and
Pregnancy Study Groups (IADPSG) conference criteria based on
the Hyperglycaemia and Adverse Pregnancy Outcome (HAPO) study.
IADPSG criteria for GDM is including; 75 gr glucose tolerance test
has been recommended as diagnostic test for GDM and a single
abnormal value has been considered to be sufficient for diagnosis
in this conference. The threshold values for glucose tolerance test
are as following; for fasting glucose; 92 mg/dl (5.1 mmol/L), for
1.hour; 180 mg/dl (10 mmol/L), for 2 hour; 153 mg/dl (8.5 mmol/L).
In this review, the modifications on GDM definition and the current
diagnostic criteria for GDM were evaluated.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Pediatrik Onkoloji Hastalarında Dental Yaklaşım
Emre Korkut, Alparslan Esen, Fatma Demiray, Yağmur Şener
Derleme
Özeti
Pediatrik Onkoloji Hastalarında Dental Yaklaşım
Dental Approach In The PedIatrIc Oncology PatIent
Çocukluk çağı kanserlerinin oranı son iki yıldır nispeten sabit
kalmış olmasına rağmen, erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki
gelişmeler sayesinde ölüm oranlarında ciddi düşüşler olmuştur.
Günümüzde yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen halen, kanser tanısı
alan çocukların %75’inden fazlası beş yıldan fazla yaşayamamaktadır.
Ağız ve diş sağlığı problemleri; kanser tedavisi öncesinde, sırasında
ve sonrasında çocuğun sağlığını ve yaşam kalitesini bozabilir. Bu
nedenle pediatrik diş hekimleri, bu hastaların ağız hijyeni ve diş
tedavi gereksinimlerinin sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.
Although it remains relatively stable childhood cancer rates
in the last two years, thanks to advances in early diagnosis and
treatment there has been a serious decline in the mortality rate.
Despite all these developments, it still experienced today that
children diagnosed with cancer 75% more than they can not survive
more than five years. Before cancer treatment, oral and dental health
problems may impair during and after the child’s health and quality of
life. Therefore, pediatric dentists, the provision of oral hygiene and
dental treatment needs of these patients have a very important place.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gastrointestinal Görüntülemede Bir Yenilik: Kapsül Endoskopi
Ahmet Tekin, Celalettin Vatansev
Derleme
Özeti
Gastrointestinal Görüntülemede Bir Yenilik: Kapsül Endoskopi
A New Approach In GastroIntestInal VIsualIzatIon ImagIng: Capsule Endoscopy
Amaç: Kapsül endoskopi non-invaziv bir yolla sindirim sistemi hastalıkların tanısının konmasında bir devrimdir. Bu yazımızın amacı sindirim sistemi hastalıklarının tanısında kapsül endoskopi kullanımının tartışılmasıdır. Ana Bulgular: Kapsül endoskopi gizli gastrointestinal sistem kanamaları, barsak tümörleri, Celiac hastalığı, Crohn hastalığı gibi gastrointestinal sistem hastalıklarının tanısında yeni bir tanı aracı olarak kullanılmaktadır. Bu hastalarda bu teknik aynı zamanda sonraki tedaviler hakkında karar vermede yardımcıdır. Ayrıca bu yöntem konvansiyonel görüntüleme yöntemlerinden çok daha sensitiftir. Sonuç: Kapsül endoskopi; potansiyeli bilinen, endikasyonları genişletilmiş, gelişmiş yeni bir tekniktir. Kapsül endoskopinin klinik sonuçlar üzerine etkilerini değerlendirmek için daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: Capsule endoscopy is a revolution at the diagnosis of digestive tract diseases by providing a new non-invasive way. In our manuscript we discuss the use of capsule endoscopy in the diagnosis of digestive tract disease. Main Findings: Capsule endoscopy is a new diagnostic tool especially used for the diagnosis digestive tract disease such as obscure gastrointestinal bleeding, small below tumours, coeliac disease, Crohn’s disease, etc. In these patients, the technique is also helpful for effective decision-making concerning subsequent treatments. Beside it is clearly more sensitive than conventional imaging modalities. Conclusion: The capsule endoscopy is a new tecnique consolidated and as its potential is known, its indications are extended. Larger studies are needed to assess the influence of capsule endoscopy on clinical outcoumes.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
Selvi Gülaşı, Ümit Çelik
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Antifungal İlaç Kullanımı
The Use Of AntIfungal Drugs Used In Newborn
İnvaziv candidiyazis, çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde nozokomiyal sepsislerin yaklaşık
%10’undan sorumlu olup ciddi morbidite ve mortalite nedenidir. Son yıllarda Candida türleri
için kullanılan antifungal ilaçlarla ilgili bilgiler artış olmakla birlikte etkinlik ve güvenilirlik
ile ilgili çalışmalar ve sonuçlar hala yetersizdir. Çalışmaların çoğu farmakokinetik ve
farmakodinamik değerlendirmelere odaklanmıştır. Neonatal candidiyazisin yenidoğandaki
farklı patofizyolojisi nedeniyle etkinlik erişkin çalışmalarından yapılacak çıkarımlarla
değerlendirilemez. Şu ana kadar amfoterisin B deoksikolat, flukonazol ve mikafungin
yenidoğan invaziv candidiyazis tedavisi için önerilen ilaçlar olarak görünmektedir. Burada
tıbbi literatür taranarak yenidoğanda antifungal ilaçların kullanımı ile ilgili son bilgiler
derlenmiştir.
Invasive candidiasis is responsible for about 10% of nosocomial sepsis and it continues to be
significant cause of serious morbidity and mortality in very low birth weight infants. Alhough
the informations about the antifungal drugs which used for Candida species are increasing,
studies and conclusions about the efficacy and safety are still insufficient. Most of the studies
have focused on the pharmacokinetic and pharmacodynamic evaluations and obtained from
adult patients. However, efectiveness of the therapy can not be same in newborns due to
the different pathophysiology of neonatal candidiasis in newborn, the inferences can not
be considered from adult studies. Until now, amphotericin B deoxycholate, fluconazole and
micafungin seems to be effectivev therapy for the treatment of neonatal invasive candidiasis.
Herein, the medical literature has been scanned and compiled with the latest information
about the use of antifungal agents in newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
Ahmet Küçükapan, Suat Keskin, Zeynep Keskin, Necdet Poyraz
Derleme
Özeti
Hepatosellüler Karsinom Tedavisinde Girişimsel Radyolojik Yöntemler
InterventIonal RadIologIcal Methods In Treatment Of Hepatocellular
carcInoma
Hepatosellüler karsinom (HCC) çoğunlukla viral hepatit sonrası oluşan bir durumdur. HCC karaciğer parankiminde geç dönemde siroz gelişiminden displastik nodül gelişimine ve erken evre kanser oluşumuna kadar farklı antitelere neden olabilmektedir. Ancak tümör çapının yaklaşık 2 cm olduğu olgularda ve vasküler invazyonu gelişmeden küratif tedavi mümkün olabilmektedir. Karaciğer fonksiyonlarının yetersiz olması, vasküler invazyon ve metastaz nedeniyle cerrahi tedavinin olası olmadığı hastalarda tümör gelişimini durdurmak amacıyla perkütan radyofrekans ablasyon ve transarteriyel kemoembolizasyon gibi cerrahi olmayan tedavi yöntemleri kullanılmaktadır.
Hepatocellular carcinoma (HCC) generally develops as a
consequence of underlying liver disease, most commonly viral
hepatitis. The development of HCC follows an orderly progression
from cirrhosis to dysplastic nodules to early cancer development,
which can be reliably cured if discovered before the development
of vascular invasion (typically occurring at a tumor diameter
of approximately 2 cm). If resection is not possible because
of poor liver function, vascular invasion and metastasis. To
prevent tumor progression while waiting, nonsurgical treatments
including percutaneous radiofrequency ablation, and transarterial
chemoembolization are employed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
İnsülin Benzeri Büyüme Faktörleri
Ali Muhtar Tiftik, Esma Öztekin
Araştırma makalesi
Özeti
İnsülin Benzeri Büyüme Faktörleri
Ilke Growth Factors
Organizmanın büyüme ve gelişmesi, bi-potalarnus-hipofiz ekserıi boyunca bir dizi büyüme hormonlar] ve faktörleri tarafından regüle edilmesiyle aerçekleşir. Bu faktörlerden insülin benzeri büyüme faktörlerinin, hastalıkların teşhis ve tedavilerinde rol aldıkları, birçok araştırmacı tarafından be-lirtilmektedir_ Sunulan derlemede; bu faktörlerin, re-septörlerinin ve bağlayıcı proteinierinın kimyasal yapıları ve fonksiyonları hakkındaki bilgiler gözden geçirilmiştir.
Growth and development of a organism vere re-gulated by growth hormones and growth factors along the axis of hypothalarnus-pituitaıy. It was exp-ressed by lots of researchers that arnang these fac-tors, insulin like growth factors take role in diagnosis and treatment of diseases. fn this review, know-ledges abouf chemical structures and functions of re-ceptors and binding proteins of these factors have been reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erken Membran Rüptürüne Güncel Yaklaşım
Kazım Gezginç, Refika Selimoğlu, Fatma Yazıcı
Derleme
Özeti
Erken Membran Rüptürüne Güncel Yaklaşım
Current Management Of Premature Rupture Of Membranes
Erken membran rüptürü (EMR) obstetri pratiğinde sık karşılaştığımız bir problem olup, perinatal sonuçları önemli ölçüde etkilemektedir. Tüm preterm doğumların %20-30’u erken membran rüptürü ile ilişkilendirilmiştir. İlk başvuru sırasındaki ve doğumdaki gebelik haftası prognozun primer belirleyicisidir. Hastalar özellikle enfeksiyon varlığı ve gebelik haftası açısından dikkatlice değerlendirildikten sonra uygun tedavi planlanmalıdır. Preterm erken membran rüptürü (PEMR) perinatal morbidite ve mortalitenin en önemli sebebi ve obstetrisyenler için büyük bir problemdir. Bu sebeple PEMR tanı, tedavi ve yönetimi daha da önem kazanmaktadır. PEMR tanı, tedavi ve yönetimi çok sık tartışılmasına rağmen hala belirlenmiş bir konsensus bulunmamaktadır. Biz bu derlememizde EMR yönetiminde karşımıza çıkan problemlere literatür ışığında güncel nasıl yaklaşacağımızı tartışmayı amaçladık.
Premature rupture of membranes (PROM) is frequently encountered problems in obstetric practice and PROM is effecting perinatal outcomes. Premature rupture of membranes is associated with 20% to 30% of all preterm births. The prognosis is related primarily to gestational age at presentation and delivery. Appropriate treatment must be applied after patients were evaluated carefully, especially about gestational age and presence of infection. Preterm premature rupture of membranes (PPROM) is a major cause of perinatal morbidity and mortality and the most difficult problem for obstetricians. This reason, diagnosis, treatment and management of PPROM is very important. Diagnosis, treatment and management of PPROM is often discussed, but stil no consensus. In this review, we aimed to discuss how to approach with the support of current literature to problems we faced on PROM management.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
Şaduman Dinçer, Müslim Yurtçu, Engin Günel
Derleme
Özeti
Yenidoğanlarda Ağrı Ve Nonfarmakolojik Tedavi
PaIn In Newborns And NonpharmacologIc Treatment Procedures
Yenidoğan ünitelerinde çalışan hekim ve hemşireleri, yenidoğanlarda ağrı, ağrının yenidoğan gelişimine etkisi ve etkin ağrı yönetiminde, nonfarmakolojik yöntemlerin kullanımı konusunda bilgilendirmektir. Yenidoğan ve yenidoğan cerrahisinde bebekler, yoğun bakım ünitesinde, tanı ve tedavi amacıyla başlayan preoperatif invaziv girişimler, cerrahi travma ve postoperatif invaziv girişimler nedeniyle, sayısız ağrılı uyarana maruz kalırlar. Bebekler yaşadıkları ağrı sonucunda fizyolojik, psikolojik ve metabolik sorunlar yaşamaktadır. Etkin ağrı yönetiminde farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemler birbirini tamamlayıcı olarak ele alınmaktadır. Yapılan araştırmalar, nonfarmakolojik yöntemlerin invaziv girişimlere bağlı ağrıda tek başına etkili olabildiğini farmakolojik yöntemlerle birlikte kullanıldığında ise, ilaçların etkinliğini arttırdığını göstermektedir.
To inform the doctors and nurses working in intensive care units about the pain in newborns, its effects on neonatal development, and the use of nonpharmacological methods for effective pain management. Newborns are challenged by several painful stimuli because of diagnostic and therapeutic preoperative invasive procedures, surgical trauma, and postoperative invasive procedures in the neonatal intensive care units. These babies face physiologic, psychological, and metabolic consequences because of pain. Pharmacologic and nonpharmacological methods are regarded as complementary in effective pain management. Studies showed that nonpharmacologic methods themselves are not only effective in management of pain resulting from invasive procedures but they also increase the effectiveness of medical therapy when used in combination.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yanıklı Hastada Hemşirelik Bakımının Yönetimi
Nilgün Aksoy
Derleme
Özeti
Yanıklı Hastada Hemşirelik Bakımının Yönetimi
Management Of NursIng Care In Burn PatIent
Yanıklar, yol açtıkları mortalite ve morbidite nedeni ile
toplumlar için büyük bir problem teşkil etmektedir. Yanık hastasının
hemşirelik yönetimi; hasta ve ailelerinin psikolojik destek ve tıbbi
bakımını içerir. Hastalarının optimal bakımı multi disipliner bir ekip
yaklaşımı gerektirir ve hemşireler tüm hasta bakım faaliyetlerinin
koordinatörüdür. Bu derleme, yanıklı hastada hemşirelik sürecinin
önemine ilişkin yayınlanmış makaleler ve hemşirelik tanı örneklerini
içermektedir.
Burns pose a major problem for the community because of
mortality and morbidity they cause. Nursing management of burn
patients includes medical care and psychological support of burn
patients and their families. Optimal care of burn patients requires a
multidisciplinary team approach. Nurses are the coordinator of all the
patient care activities. This compilation includes published articles
about the importance of nursing process in burn patients and nursing
diagnosis samples.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Mehmet Okka
Derleme
Özeti
The Intraocular Pressure (ıop) LowerIng Effects Of ProstaglandIns And ProstaglandIn Analogs
Prostaglandins (PG) are very effective ocular hyper-and hypotensive agents in the mammalian eye, with the direc- tion and magnitude of the intraocular pressure (IOP) change varying by species, PG and dose. İt is generally agreed that these drugs reduce intraocular pressure primarily by increasing uveoscleral outflovv. They may also increase trabecular outflovv facility though available evidence is less convincing. İt has been hypothesized that PGs may increase facility of uveascleral outflow in addition to their other mechanisms, but this has not yet been test- ed. Its potent ocular hypotensive action in primates, including man, Prostaglandin F2 alfa has received substantial study as a potential anti-glaucoma therapeutic agent, but the specific PG receptor(s) involved in ali aspects of the response are unknovvn. In studying prostaglandin and prostaglandin analogs, there are a diverse variety of prostanoid receptor selective agonists. These included DP, EP (EP-ı, EP2 EP3), FP, İP and TP receptor selective compounds.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Meram Tıp Fakültesinde Tıp Eğitimi Ve Bilişimi Anabilim Dalı (tebad) Faaliyetleri: 2011-2012
Nazan Karaoğlu
Derleme
Özeti
Meram Tıp Fakültesinde Tıp Eğitimi Ve Bilişimi Anabilim Dalı (tebad) Faaliyetleri: 2011-2012
ActIvItIes Of MedIcal EducatIon And InformatIcs Department Of Meram Faculty Of MedIcIne: 2011-2012
Fakültemizde 2004-2005 akademik yılından itibaren faaliyet göstermekte olan Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilim Dalı (TEBAD) geniş katılımlı ve multidisipliner olarak çalışmalarını yürütmektedir. Bu yazı Meram Tıp Fakültesinde 2011-2012 akademik yılında sürdürülmüş olan TEBAD faaliyetlerinin kısa bir rapor olarak sunumudur.
Medical Education and Informatics Department in Meram Faculty of Medicine is maintaining a well attended and multidisciplinary education since the establishment in 2004-2005 academic years. This article is a brief annual report of the activities of the Medical Education and Informatics Department in 2011-2012.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Beslenmenin Fetal Büyüme Üzerine Etkileri
Hilal Evcil, Mehmet Ali Malas
Derleme
Özeti
Gebelikte Beslenmenin Fetal Büyüme Üzerine Etkileri
The Effects Of NutrItIon In Pregnancy On The Fetal Development
Amaç: Bu derlemede, daha önce yapılan gebelikte beslenmenin fetal büyümeye etkilerinin araştırıldığı literatür çalışmalarının gözden geçirilmesi amaçlandı. Ana bulgular: Yapılan bu çalışmalarda; gebelikte, maternal yaş, beslenme ve stres gibi faktörlerin fetal gelişim üzerine olumsuz etkilerinin olabileceği belirtilmektedir. Gebelik öncesinde ve gebelikte maternal beslenmenin rolü çok önemlidir. Gebe kadınlara önerilen diyet birkaç istisna dışında normal kadınların diyetleri ile benzerdir ve tavsiye edilen sağlıklı ve dengeli beslenmedir. Bununla beraber doğum defektleri riskinin azalmasına yardımcı olan vitamin ve minerallerin gebelikte günlük alımları ile ilgili öneriler bulunmaktadır. Gebeliğin başlangıcında maternal beslenme durumu fetal büyüme ve gelişme için önemli bir belirteçtir. Literatürde maternal beslenme ile düşük doğum ağırlığı, intrauterin gelişme geriliği ve spontan abortus ile ilişki belirtilmiştir. Ayrıca maternal beslenme nöral tüp defekti, yarık damak-dudak, kardiyovasküler, respiratuvar, üriner ve santral sinir sistemi defektleri gibi doğumsal defekt çeşitleri ile de ilişkilidir. Sonuç: Bu nedenle, maternal beslenmenin fetus üzerindeki etkilerinin araştırılması için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: The aim of this review is to evaluate recent literature regarding effects of nutrition on fetal development. Main findings: Previous studies show that maternal factors such as age, nutrition, and stress are able to have negative effects on fetal development during pregnancy. The role of maternal nutrition on human pregnancy is still unclear but undoubtedly crucial. The dietary recommendations for pregnant women before and during pregnancy are similar to those for other adults, with a few exceptions. The main recommendation is to keep a healthy and balanced diet; however, there are some specific recommendations related to daily supplementation of minerals and vitamins during pregnancy to reduce the risk of birth defects. Maternal nutritional status during the period of conception is an important determinant of fetal growth and development. The relationship between maternal nutrition and low birth weight, intrauterine growth retardation, and spontaneous abortus are reported in the literature. Furthermore, maternal nutritional factors associated with different kinds of birth defects such as neural tube defects, oral cleft, cardiovascular, central neural, respiratory, and urinary system defects. Result: Therefore, further researchs are need for the effects of maternal nutrition on fetal growth
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Obezite Cerrahisinde Hemşirelik Bakımı
İsmail Otlamaz, İlhan Ece
Derleme
Özeti
Obezite Cerrahisinde Hemşirelik Bakımı
NursIng Care In BarIatrIc Surgery
Obezite tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla artmaktadır.
Diyet ve ilaç tedavilerinin etkilerinin tatmin edici olmaması obezite
tedavisinde cerrahiyi altın standart haline getirmiştir. Obezite
cerrahisi uygulayan klinik sayısı giderek artmaktadır. Bu derlemede
obezite cerrahisi öncesi, ameliyat sırasında ve ameliyat sonrasında
hemşirelik bakımı ile ilgili konular tartışılmıştır.
Obesity incidence is rapidly increasing in Turkey like all over the
world. Surgery has become a gold standard treatment for obesity due
to the unsatisfactory results of diet and drug therapies. The number
of clinics applying bariatric surgery is increasing every day. In this
review, preoperative, perioperative and postoperative nursing care
strategies were discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diyabetik Hastada İzole Ekstensor Hallusis Kas İnfarktı
Zekeriya Tosun, Adem Özkan, Sadık Şentürk, Zeynep Karaçor Altuntaş, Nedim Savacı
Derleme
Özeti
Diyabetik Hastada İzole Ekstensor Hallusis Kas İnfarktı
UnIque Ekstensor HallusIs Muscle Infarct In DIabetIc PatIent
Bacakta lokal ağrı, hassasiyet ve şişlikle kendini gösteren diyabetik kas infarktı, tip 1 insüline bağımlı diyabetik hastalarda nadir görülen bir komplikasyondur. Bu bulgular kliniğimize diyabetik ülser nedeniyle yattıktan beş gün sonra 72 yaşındaki erkek hastamızda görüldü. Kitle önce bir abse odağı olarak düşünülmüşken cerrahi eksplorasyonda izole ekstensor hallusis longus kas infarktı olduğu gözlendi. Nekroze kas eksize edilerek defekt alan ince kalınlıkta cilt grefti ile kapatıldı. Bu yazıda literatürde ilk kez diyabetik hastada ekstensor hallusis longus kas intaktı olgusu sunulmuştur.
Diabetic muscle infarct is a rare complication of type 1 insulin dependent diabetic patient, resenting with focal thigh pain, tenderness, swelling and erythema. These pathologic findings were observed in 72 years old male patient, 5 days after he was accepted to our clinic because of diabetic foot ulcer. The mass was thought that on abscess at first but unixue extensor hallucis muscle infarct was observed by surgical exploration.Necrosed muscle was excised and defect area was reconstructed with split thickness skin graft. V/e have presented a case of extensor hallucis longus muscle infarction in a diabetic patient first in the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Tiroid Hastalıkları
Aybike Tazegül, Bülent Şimşek
Derleme
Özeti
Gebelikte Tiroid Hastalıkları
ThyroId DIseases In Pregnancy
Gebelik öncesi ve gebelik sırasında görülen tiroid hastalıklarının tanınması ve erken tedavi edilmesi, hem anne hem de bebek için çok önemlidir. Tiroid hormon sentezinin artması, idrar ile iyot kaybı ve plasenta yolu ile fetusa iyot geçişi gebelerin günlük iyot gereksinimini arttırır. Gebelerde tiroid fonksiyonlarını değerlendirebilmek için serum serbest T4 (sT4), serbest T3 (sT3) ve TSH seviyeleri tayin edilmelidir. Maternal ve fetal tiroksin düşüklüğü geri dönüşü olmayan SSS gelişim defektlerine yol açmaktadır. Endemik kretenizm ve zekâ geriliği en önemli komplikasyonlardandır. Bu nedenle iyot tedavisine mümkünse gebelik öncesi başlanmalıdır. Hipertiroidizm durumunda ise abortus, prematüre doğum, preeklampsi ve plasenta dekolmanı gibi komplikasyonlara yol açabilir. Bu nedenle gebelik sırasında tiroid fonksiyon testleri dikkatle takip edilmelidir.
The diagnosis and the early treatment of the thyroid diseases occuring before and during pregnancy are essential for both mother and baby. Increased synthesis of the thyroid hormones, urinary iodine loss, and transfer of iodine to the fetus through the placenta increase the daily iodine requirement in pregnant women. In order to evaluate the thyroid functions in pregnant women, the serum free T4 (fT4), free T3 (fT3), and TSH levels should be determined. Low levels of maternal and fetal thyroxin, lead to irreversible central nervous system development defects, where endemic cretinism and mental retardation are the most significant complications. Therefore, if possible, iodine treatment should be initiated prior to pregnancy. On the other hand hyperthyroidism, can lead to complications such as abortion, premature birth, preeclampsia, and placenta detachment. Thus, thyroid function tests should be monitored carefully during pregnancy
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik Bulgular
Hüseyin Tokgöz, Ümran Çalışkan
Derleme
Özeti
Çocuklarda Enfeksiyon Hastalıklarında Görülen
hematolojik Bulgular
HematologIc ManIfestatIons Of InfectIous DIseases In ChIldren
Çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının seyri esnasında, pek
çok patofizyolojik mekanizma ile hematopoez ve/veya koagülasyon
sistemi etkilenebilmektedir. Buna bağlı olarak hastalık esnasında
veya komplikasyon olarak bir takım hematolojik problemler ortaya
çıkabilmektedir. Çocuklarda mevcut enfeksiyonun tedavisi ile birlikte
hematolojik problemlere uygun yaklaşım gösterilmesi, mortalite
ve morbiditeyi azaltmada faydalıdır. Bu derlemede çocuklarda
enfeksiyon hastalıklarında görülen hematolojik bulgular ayrıntılı
olarak değerlendirilmiştir.
In the course of infectious diseases in children, hematopoiesis
and coagulation systems may be effected as a result of several
pathological mechanisms. Some hematological problems may occur
especially in infection term or in post infection term as a complication.
Selection of an appropriate approach to hematological problems as
well as infection treatment may be useful to reduce mortality and
morbidity related to infectious diseases in children. In this review,
hematologic manifestations of infectious diseases in children were
evaluated in detail.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Oral Antidiyabetiklerin Kardiyovasküler Etkileri
Ahmet Soylu, Bülent Behlül Altunkeser
Derleme
Özeti
Oral Antidiyabetiklerin Kardiyovasküler Etkileri
CardIovascular Effects Of Oral AntIdIabetIc Drugs
Koroner arter hastalığı gelişimi için oldukça önemli ir risk faktörü olan diyabetes mellitusun (DM) %90’dan fazlasını tip-2 diyabet oluşturur ve bu hastaların çoğu oral antidiyabetik tedavi almak zorundadır. Tip-2 DM’da esas ölüm nedeninin kardiyovasküler hastalıklar olduğu düşünüldüğünde bu hastalarda kullanılacak ilaçların kardiyovasküler (KV) sistem üzerine olan etkilerinin iyi bilinmesi gerekir. Bu yazıda doğrudan veya dolaylı yoldan çeşitli KV etkilere sahip oldukları bilinen oral antidiyabetiklerin bu etkilerine genel bir bakış sunulmaya çalışılmıştır.
Type 2 diabetes makes up more than 90 percent of diabetes mellitus (DM) being of a quite significant risk factor fort he development of coronary arter disease and most of these patients are required to take oral antidiabetic treatment. Upon considered that the main cause of the deaths in type 2 DM is cardiovascular diseases it is necessary that the effects of the drugs used for thesepatients on cardiovascular system be well-known to have various direct and indirect cardiovascular effects over these influences.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’ında (koah) Palyatif Ve Yaşam Sonu Bakımı
Safiye Özkan
Derleme
Özeti
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’ında (koah) Palyatif Ve Yaşam Sonu Bakımı
PallIatIve And The End-LIfe Care In The ChronIc ObstructIve Lung DIsease
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tüm dünyada morbidite ve mortalitenin en önemli sebebidir. Hastaların çoğu için KOAH’ın en son tedavisi semptomları rahatlatmak ya da yatıştırmaktır; semptomlar büyük ölçüde yaşam kalitesinin azalmasına neden olur. Ağır KOAH’la ilgili yüksek morbidite ve mortaliteye rağmen hastaların çoğu için palyatif bakım yetersiz kalır. Bunun birkaç nedeni vardır. Öncelikle, palyatif ve yaşam sonu bakımı ile ilgili hasta-sağlık ekibi iletişimi yetersizdir. İkincisi ise, KOAH’lı hastalar için prognozun tahmininde belirsiz kalınması yaşam sonu bakımı ile ilgili etkileşimi daha da zorlaştırır. Sonuç olarak, hastalar ve aileleri sıklıkla şiddetli KOAH’ın ilerleyici ve terminal bir hastalık olduğunu anlayamazlar. Bu makalenin amacı KOAH’lı hastalar için palyatif ve yaşam sonu bakımı hakkında bilgi vermektir. Son çalışmalar yaşam sonu bakımı ile ilgili iletişimi geliştirmenin palyatif veyaşam sonu bakımının kalitesini artırarak hastanın düzelmesine etkisinin önemi üzerinde durur. Bakımın kalitesini etkileyebilen iki alan göze çarpar: 1) KOAH’lı hastalar için yaygın sorun olan anksiyete ve depresyonun rolü, 2) ileri bakım planlarının önemidir. İletişimin gelişmesi palyatif ve yaşam sonu bakımının gelişmesi için önemli bir fırsattır.
Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is a leading cause of morbidity and mortality worldwide. For many patients, maximal therapy for COPD produces only modest or incomplete relief of disabling symptoms and these symptoms result in a significantly reduced quality of life. Despite the high morbidity and mortality associated with severe COPD, many patients receive inadequate palliative care. There are several reasons for this. First, patient– physician communication about palliative and end-of-life care is infrequent and often of poor quality. Secondly, the uncertainty in predicting prognosis for patients with COPD makes communication about end-of life care more difficult. Consequently, patients and their families frequently do not understand that severe COPD is often a progressive and terminal illness. The purpose of the present review is to give knowledge regarding palliative and end-of-life care for patients with COPD. Recent studies provide insight and guidance into ways to improve communication about end-of-life care and thereby improve the quality of palliative and end-of-life care the patients receive. Two areas that may influence the quality of care are also highlighted: 1) the role of anxiety and depression, common problems for patients with COPD; and 2) the importance of advance care planning. Improving communication represents an important opportunity for the improvement of the quality of palliative and endof-life care received by these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Reprogramming Regulatory T Cells To Promote Tolerance İn Allergic Diseases
Talal Chatila, Amir Massoud
Derleme
Özeti
Reprogramming Regulatory T Cells To Promote Tolerance İn Allergic Diseases
ReprogrammIng Regulatory T Cells To Promote Tolerance In AllergIc DIseases
Allergic diseases are highly prevalent disorders that exact a heavy toll of morbidity. Whereas a fine balance is normally struck between immune effector and tolerogenic mechanisms to ensure effective but self-contained and minimally damaging immune responses, this balance fails in those disorders. Of particular interest is the role in these disorders of regulatory T (Treg) cells, which act to maintain immune homeostasis and ward off exuberant or tissue damaging immune responses. In this review, we explore how chronic allergic inflammation can destabilize Treg cells and promote their acquisition of pathogenic T helper cell phenotypes that aggravate disease. We describe cellular and molecular mechanisms involved in such re-programming of Treg cells and therapeutic opportunities by which reprogramming can be reversed to reestablish enduring tolerance.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ev Tozu Akarları
Osman Selçuk Aldemir, Feyzullah Güçlü
Derleme
Özeti
Ev Tozu Akarları
House Dust MItes
Ev tozu akarları dünyanın bir çok yerinde evlerde özellikle yatak odalarında ve mobilya aralarında bulunmaktadır. Akarlar deri döküntüleri ile beslenir ve bazı insanlarda allerjik hastalıklara neden olurlar. Ev tozu akarlarının ve artıklarının alerjik rinitis, astım ve topik dermatitis’in en önemli nedenlerinden birisi olması dolayısıyla bu akarların medikal ve ekonomik önemleri, biyolojileri, tespitleri ve kontrolleri en son literatürler taranarak bu derlemede özetlenmiştir.
House dust mites are found in human housing, particularly in bedding and furniture in many parts of world. İt feeds on epidermal flakes shied from human skin and, some humans become allergic disease. Because of the fact that house dust mites and their dropping are the most important causative of the allergic rhinitis, asthma and atopic dermatitis world wide. Medical and economical importance, taxonomy, biology, description, detection, control of such mites are revievved in the light of recent literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lokal İleri Evre Rektum Kanserinde Pre-Operatif Radyoterapinin Yeri
Gül Kanyılmaz, Meryem Aktan, Berrin Benli Yavuz
Derleme
Özeti
Lokal İleri Evre Rektum Kanserinde Pre-Operatif Radyoterapinin Yeri
Current Status Of Pre-OperatIve RadIotherapy For Locally Advanced Rectal Cancer
\r\n Lokal ileri evre rektum kanseri (LİRK), onkolojide multidisipliner tedavi yaklaşımlarının ortak işbirliği sonucu etkili tedavi sonuçların elde edilebildiği en iyi örneklerinden birisidir. Her ne kadar, radyoterapi ile kombine tedavi yaklaşımlarıyla hem lokal-sistemik rekürrensler hem de sağkalım açısından başarı oranlarında artış olsa da LİRK’ de esas tedavi halen radikal cerrahidir. Günümüzde preoperatif RT’ nin postoperatif RT’ ye göre daha üstün olduğu gösterilmiştir. Bu derlemede preoperatif RT’ nin uygulanma yöntemleri, avantaj ve dezavantajları değerlendirmek amaçlanmıştır.
\r\n
\r\n Locally advanced rectal cancer is one of the best example that optimal outcomes are achieved with a multidisciplinary approach. The mainstay of curative treatment remains radical surgery; however, combine with radiotherapy is the optimal treatment to control local recurrence and to improve survival. To date, preoperative radiotherapy is shown to be superior than postoperatif radiotherapy. In this review, we aimed to evaluate the application methods, advantages and disadvantages of preoperative radiotherapy.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Düşük Frekanslı Elektromanyetik Alanın Tedavide
kullanımı
Can Demirel, Hafiza Gözen
Derleme
Özeti
Düşük Frekanslı Elektromanyetik Alanın Tedavide
kullanımı
TherapeutIc Uses Of Low Frequency ElectromagnetIc FIelds
Birçok hastalık veya komplikasyonunun tedavisinde kullanılan
statik veya pulslu elektromanyetik alanların etkileriyle ilgili net
deliller yakın zamana kadar elde edilememiştir. Tıp alanında
kullanılan terapatik manyetik alan uygulamalarında değişik teknik
ve modaliteler üzerinde anlaşma ve standart protokoller yoktur.
Yüksek frekanslarda ısı etkisi ön plana çıkar ve manyetik alan
etkisi baskılanır. Bu nedenle özellikle düşük frekanslı ve pulslu
elektromanyetik alanın birçok hastalık ve hastalık modelinde etkin
olduğu veya umut verici etkileri olduğu bildirilmiştir. Literatürde
yüksek frekanslı elektromanyetik alanın sıkça karşımıza çıkan negatif
etkilerine karşılık, bu derlemede düşük frekanslı elektromanyetik
alanın in vitro/in vivo pozitif etkilerinin araştırıldığı çeşitli tedavi
protokolleri ve sonuçları sunulmuştur.
Clear evidence could not be obtained until recently for effects
of static or pulsed electromagnetic fields which are used for the
treatment of several disorders and complications. General consensus
and standardized protocols are lacking for different techniques and
modalities used in applications of therapeutic magnetic fields in
the area of medicine. At high frequencies, heating effect becomes
dominant and the effect of magnetic field is suppressed. Thus,
particularly low-frequency pulsed electromagnetic fields has been
reported to be effective with promising results in a number of
diseases and disease models.In thecurrent compilation, in vitro / in
vivo various treatment protocols for investigating positive effects of
low frequency electromagnetic field and their results are presented,
contrasting negative effects of high frequency electromagnetic field
often reported in literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Alport Sendromu
Ahmet Özel
Derleme
Özeti
Alport Sendromu
Alport Syndrome
Alport sendromunun moleküler temelleri, tanı ve tedavisindeki yenilikleri gözden geçirildi, kollajen IV protein dizisi ve ilgili genlerin yerlerinin bulunması, Alport sendromundaki çok farklı klinik bulgu ve belirtilen açıklanmasını sağlamış, tanı ve tedavide yeni yaklaşımların geliştirilmesine yardımcı olmuşutru. İmmünohistokimyasal incelemeler Alport sendromunun X'e bağlı ve otozomal şekillerinin ayırdedilmesinde yardımcı olur. Şüpheli durumlarda genom ik incelemeler yapılabilir, halen etkili bir tedavisi olmayan hastalıkla gen tedavisi ile ilgili çalışmalar gelecek için ümit vadetmektedir.
The recent developments involving the molecular basis, diagnosis and treatment of Alport's syndrome was reviewed. The determination of the nature of type IV collağen and localisation of its genes have provided new insights in the understanding of the different sign and symptoms of Alport's syndorme and helped to reach new approaches in diagnosis and treatment. Immunohistochemical examinations may help to distinguish the X linked and autosomal forms of Alport's syndrome. The genomic investigations may be reçuired in suspected cases. İn this disease with no effective treatment the gene therapy is promising.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Skleroz Ve Kognitif Bozulma
Zehra Akpınar, Zahide Betül Gündüz
Derleme
Özeti
Multipl Skleroz Ve Kognitif Bozulma
MultIple SclerosIs And CognItIve ImpaIrment
Bu derlemede Multipl sklerozda sık karşılaşılan, ancak diğer semptomların daha baskın olması nedeni ile geri planda kalan kognitif bozulmaya dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Multipl sklerozda görülen kognitif bozulma özellikle hastalığın progresif formlarında ve ilerleyen dönemlerinde daha belirgin olmak üzere tüm formlarında ve tüm dönemlerinde görülebilir. Hastaların yaklaşık %40-65 ‘ini etkiler ve tipik olarak bellek, dikkat, bilgi işleme fonksiyonlarında bozulma gözlenir. Multipl sklerozda ortaya çıkan özürlülüğün önde gelen sebeplerindendir. Etyopatogenezi henüz netlik kazanmamıştır ve etkin bir tedavisi bulunmamaktadır. Multipl sklerozlu hastalarda kognitif bozulma sık görülen ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen bir sorundur. Bu konu üzerinde son yıllarda yoğunlaşan çalışmalar gelecekte etyopatogenezin aydınlatılması ve uygun tedavilerin geliştirilmesi yönünde umut vericidir.
The aim of this review is call attention to cognitive impairments in Multiple sclerosis which is seen frequently but not ignored sufficiently because of dominancy of the other symptoms. Cognitive impairements in multiple sclerosis can be seen in all type and period of disease especially in progressive forms. 40-65% of patients are affected, deformation typically occurs in memory, attention, and informationprocessing functions. It is the main cause of disability in multiple sclerosis. Etiopathogenesis is not clear yet and treatment is not so effective. Cognitive impairement in patients with multiple sclerosis is a frequent problem that affects life quality. Studies on this subject which are concetrated at the recent years ,are hopeful for future illuminating ethiopathogenesis and developing suitable treatement .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Farmakogenetik Yönden Bireyler Arası Farmakokinetik
varyasyonlar
Mevra al, Mehmet Kılıç, Ayşe Saide Şahin, Burak Cem Soner
Derleme
Özeti
Farmakogenetik Yönden Bireyler Arası Farmakokinetik
varyasyonlar
PharmacogenetIc Dependent InterIndIvIdual PharmacokInetIc
varIatIons
Farmakogenetik (PGx), genetik varyasyonlar ve bunların
bireyler arasında oluşturduğu ilaç yanıtı farklılıkları ile ilgilenir.
İlaç metabolizmasından sorumlu enzimlerin keşfi ve bu enzimleri
kodlayan DNA dizilimlerinin araştırılması bireysel tedavi
stratejilerinin oluşturulmasını sağlar. İlaç metabolizmasından
sorumlu sitokrom 2B6, sitokrom 2C9, sitokrom 2C19, sitokrom 2D6,
sitokrom 3A4, N-asetil transferaz, dihidropirimidin dehidrogenaz,
tiopurin metiltransferaz, 5’-difosfat (UDP)-glukuronoziltransferaz ve
katekol-O-metil transferaz enzim polimorfizleri ilacın farmokokinetik
özelliğini etkileyerek bireyler arası ilaç yanıtı farklılıklarına neden
olabilirler. PGx çalışmaların temelini oluşturan ilk örnekler N-asetil
transferaz ve sitokrom 2D6 polimorfizmleridir. İlaç seçiminde ciddi
farmakokinetik farklılıklara neden olan enzim polimorfizmlerinin göz
önünde bulundurulması tedavi başarısını artırmak ve advers/toksik
reaksiyon riskini önlemek açısından önemlidir. Yaklaşık 50 yıl önce
temelleri atılan farmakogenetik ile ilgili çalışmalar gen teknolojisinin
gelişmesi ile günümüzde daha önemli bir hale gelmiştir. Teknolojik
gelişmeler sayesinde hızlanan farmakogenetik çalışmalar ile bireye
özgü ilaç seçimi farmakogenetiğin ikinci 50 yılı içerisinde daha fazla
gelişme kaydederek önemli bir parametre olacaktır.
Pharmacogenetics deals with genetic variations and individual
response differences of drugs. The discovery of enzymes responsible
for drug metabolism and the research to DNA sequences encoding
these enzymes enable the creation of individual treatment strategies.
Cytochrome 2B6, cytochrome 2C9, cytochrome C19, cytochrome
2D6, cytochrome 3A4, N-acetyltransferase, dihydropyrimidine
dehydrogenase, thiopurine methyltransferase, UDP-glucuronyl
transferase and catechol-O-methyltransferase enzymes are
mainlyresponsible from drug metabolism and polymorphisms in
enzyme activities affect the pharmacokinetic properties of the drug
which leads to differences in drug response between individuals.
First examples that form of the basis of pharmacogenetic studies
are N-acetyltransferase and cytochrome 2D6 polymorphisms.
Consideration of enzyme polymorphisms that may result with
pharmacokinetic differences during drug choice is important to
increase the success of treatment and to prevent adverse/toxic
reaction risk. The studies about pharmacogenetics, which was studied
about 50 years ago, has become more important nowadays with the
development of gene technology. Individual drug choice will be an
important parameter by further development of pharmacogenetics
in the second 50 years through pharmacogenetic studies that is
accelerated due to technological developments.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Chemerinin Sağlık Üzerine Etkisi
Fatma Hümeyra Zengin, Efsun Karabudak
Derleme
Özeti
Chemerinin Sağlık Üzerine Etkisi
The Effect Of ChemerIn On Health
Adipoz dokunun sadece pasif bir enerji deposu değil, aynı zamanda endokrin bir organ olduğunun anlaşılması ile salgıladığı biyoaktif faktörlere ilgi artmıştır. Adipositlerin yanı sıra
pre-adipositler, makrofajlar, endotel hücreler, fibroblastlar ve lökositlerden oluşan adipoz doku, sistemik metabolik regülasyonda önemli bir role sahiptir. Tazaroten ile indüklenen gen 2 (TIG2) veya retinoik asit reseptör cevaplayıcı 2 (RARRES2) olarak adlandırılan chemerin ilk olarak 1997'de psoriatik cilt lezyonlarında, retinoik aside duyarlı bir gen olarak keşfedilmiştir. Daha sonra chemerin'in, adiposit farklılaşmasını, glukoz ve lipit metabolizmasında önemli genlerin ekspresyonunu değiştirdiğini gösteren verilerle adipogenezi ve adiposit metabolizmasını düzenlediği belirlenmiş ve yeni bir adipokin olarak sınıflandırılmıştır. Chemerin dolaşımda ve inflamatuvar sıvılarda etkilerine reseptörü G protein-bağlı reseptör kemokin benzeri reseptör 1 (CMKLR1) yoluyla aracılık etmektedir. Obezite, metabolik sendrom (MetS), tip 2 diyabet (T2DM), polikistik over sendromundan (PKOS) inflamatuvar hastalıklara kadar çeşitli hastalıklarda lokal ve/veya dolaşımdaki chemerin seviyelerinin artması ile ilişkili klinik araştırmaların sayısındaki artış chemerinin bu hastalıkların patogenezindeki önemli rollerini desteklemektedir. Her ne kadar bu hastalıklarda serum chemerin seviyelerinin yükseldiği açık olsa da, chemerin ekspresyonunu düzenleyen mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Chemerinin etki mekanizmalarının anlaşılabilmesi için daha fazla randomize kontrollü çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
With the understanding that adipose tissue is not only a passive energy store, but also an endocrine organ, interest in bioactive factors secreted from adipose tissue has increased. Adipose tissue, consisting of pre-adipocytes, macrophages, endothelial cells, fibroblasts and leukocytes, as well as adipocytes, has an important role in systemic metabolic regulation. Chemerin, called tazarotene-induced gene 2 (TIG2) or retinoic acid receptor responder 2 (RARRES2), was first discovered in 1997 in psoriatic skin lesions as a retinoic acid-sensitive gene. It was later determined that chemerin regulates adipogenesis and adipocyte metabolism, with data showing that it alters adipocyte differentiation, expression of important genes in glucose and lipid metabolism, and is classified as a new adipokine. The effects of chemerin in circulating and inflammatory fluids are mediated through receptor G protein-bound receptor chemokine-like receptor 1 (CMKLR1). The increase in the number of clinical trials associated with increased levels of local and / or circulating chemerin in various diseases, from obesity, metabolic syndrome (MetS), type 2 diabetes mellitus (T2DM), polycystic ovarian syndrome (PCOS) to inflammatory diseases, supports the important roles of chemerin in the pathogenesis of these diseases. Although it is clear that serum chemerin levels increase in these diseases, the mechanisms regulating the expression of the chemerin are not fully understood. More randomized controlled studies are needed to understand the mechanisms of action of chemerin.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
D Vitamini Ve D Vitamini Eksikliğinin Sistemik Etkileri
Bilsev İnce, Mehmet Emin Cem Yıldırım, Majid Ismayilzade, Mehmet Dadacı
Derleme
Özeti
D Vitamini Ve D Vitamini Eksikliğinin Sistemik Etkileri
VItamIn D And SystemIc Effects Of VItamIn D DefIcIency
Yağda eriyen bir prohormon olan D Vitamini, güneş ışınlarına maruz kaldıktan sonra deride üretilen bir secosteroiddir. Farklı metabolik yolaklarla kalsiyum ve fosfat metabolizmasında önemli rol oynayan kalsitriole çevrilir. D vitamini eksikliği, daha az güneş ışığına maruz kalma, D vitamini yetersiz alımı ve emilim sorunları gibi bazı faktörlerle ilgilidir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar birçok insanda D vitamini eksikliğinin olduğunu göstermiştir. Literatürde D vitamini eksikliğinin kronik kas-iskelet ağrısı, Tip 1 ve Tip 2 Diabetes Mellitus (DM), obezite, multipl skleroz, romatoid artrit, kardiyovasküler hastalıklar, osteoporoz, mikroalbüminüri, kolon, prostat ve meme kanserini içeren böbrek yetmezliği gibi çeşitli hastalıklara ve fonksiyonel bozukluklara etkileri bildirilmiştir. D vitamini, hem doğrudan hem de dolaylı olarak organizma için hayati öneme sahip çok sayıda fonksiyon sağlayan çeşitli metabolik yollarda önemli bir rol oynayan temel yapısal unsurlardan biridir. Eksikliği halinde çok sayıda fonksiyonel bozukluk ve hastalığa neden olmasına rağmen, D vitamini replasman tedavisi ihmal edilmedikçe güvenli, ekonomik ve basittir. Bu derlemede D vitamininin metabolizmasını, fonksiyonlarını ve etkilerini, D vitamini eksikliğinde karşılaşılabilecek kronik hastalık risklerinin artmasını ve D vitamini replasman tedavisinin önemini göstermeyi amaçladık.
Vitamin D is a liposoluble prohormon and a secosteroid which is produced in the skin after exposure to sun-shine. It is turned to calsitriol which has an important role in the calcium and phosphate metabolism by different metabolic pathways. Deficiency of vitamin D is related to some factors such as less sunlight exposure, inadequately intake of vitamin D and absorbtion problems. Studies recently done have shown vitamin D deficiency exists in many people. The effects of vitamin D deficiency on numerous diseases and functional disorders such as chronic musculoskeletal pain, Type 1 and Type 2 Diabetes Mellitus (DM), obesity, multiple sclerosis, rheumatoid arthritis, cardiovascular diseases, osteoporosis, microalbuminuria, renal failure involving colon, prostat and breast cancers either are reported in literature.Vitamin D is one of the main structural elements playing an essential role in several metabolic pathways both directly and indirectly providing numerous functions carring vital importance for organism. In spite of causing a lot of functional disorders and diseases, vitamin D replacement therapy in case of deficiency is safe, economic and simple unless neglected. In this review, we aimed to demonstrate the metabolism, functions and effects of vitamin D, increased risks of chronic diseases likely to be encountered in vitamin D deficiency and the importance of vitamin D replacement therapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kas-İskelet Sistem Uygulamalarında Ultrason Elastografi
Zeynep İlerisoy Yakut, Aynur Turan, Mehmet Akif Teber
Derleme
Özeti
Kas-İskelet Sistem Uygulamalarında Ultrason Elastografi
Ultrasound Elastography For Musculoskeletal ApplIcatIons
Ultrason Elastografi (UE), dokunun mekanik özelliklerini
değerlendiren bir metod olup, dokudaki yer değiştirmenin
ultrasonografi (US) ile belirlenmesi esasına dayanır. Pek çok UE
metodu olmakla birlikte klinik uygulamada gerilim elastografi (GE) en
sık kullanılanıdır ve dokunun gerçek zamanlı incelenmesine imkan
sağlar. UE’nin kas-iskelet sisteminin(KİS) değerlendirilmesindeki
önemi, patolojilerin erken teşhisine yardımcı olması ve tedaviyi
yönlendirmesi açısından giderek artmaktadır. Bu derleme, klinikte
kullanılan UE teknikleri, UE’nin kas-iskelet sisteminde kullanımlarına
ilişkin yayınlanmış makaleler, teknik ile ilgili sınırlılıklar ve gelecek
ile ilgili görüşleri içermektedir.
Ultrasound elastography (EUS) is a method to assess the
mechanical properties of tissue, by applying stress and detecting
tissue displacement using ultrasound. There are several EUS
techniques used in clinical practice; strain (compression) EUS is
the most common technique that allows real-time visualisation of
the tissue. The importance of EUS in evaluation of musculoskeletal
system is increasing since it helps out early diagnosis of diseases
and guide the theraphy. This review includes the various EUS
techniques available for clinical use, presents the published reports
on musculoskeletal applications of EUS and discusses the technical
limitations and future perspectives of this method in the assessment
of the musculoskeletal system.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Havayolu Anatomisinin Ultrasonografik Olarak İncelenmesi Ve Klinik Kullanımı
Alper Kılıçaslan, Ahmet Topal, Atilla Erol, Funda Gök
Derleme
Özeti
Havayolu Anatomisinin Ultrasonografik Olarak İncelenmesi Ve Klinik Kullanımı
UltrasonographIc Assessment Of The AIrway Anatomy
and ClInIcal Use
Havayolu anatomisinin ve ilgili patolojik yapıların tanınması
özellikle anestezi, yoğun bakım, acil tıp, göğüs hastalıkları ve
KBB uzmanları için temel klinik becerilerdir. Havayolu yönetimini
etkileyen birçok anatomik yapı bulunmaktadır ve en iyi şartlarda
bile eksternal anatomik mihenk noktaları bu yapıların tam olarak
değerlendirilebilmesi için yetersizdir. Özellikle vasküler girişimler
ve rejyonel anestezi uygulamalarında yaygın olarak olarak
kullanılan yatak başı ultrasonografi (USG), havayolu yapılarının
görüntülenmesinde de faydalı olabilir. Bu yazıda havayolu
yapılarının USG ile nasıl görüntülenebileceği ve klinik pratikte nasıl
kullanılabileceği literatür eşliğinde tanımlanmaktadır.
The identification of the airway anatomy and associated
pathological structures are the basic clinical skills for the especially
specialists of anesthesiology, intensive care, emergency medicine,
chest diseases and ENT. There are a lot of anatomical structures,
which affect the airway management and external anatomical
landmarks are insufficient for the complete evaluation of these
structures, even in the best conditions. Bedside ultrasonography,
which is used especially in the vascular interventions and regional
anesthesia applications extensively, can also be useful in the
visualization of the airway structures. In this paper, these two issues
of how the airway structures can be visualized by USG and of how
this information can be used in clinics are defined together with the
literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Wilm’s Tümöründe Mikro-Rna Ların Önemi
Aylin Orgen Çallı
Derleme
Özeti
Wilm’s Tümöründe Mikro-Rna Ların Önemi
The Importance Of Mıcro-Rna’s In Wılms Tumor
Wilm’s tümörü, çocuklarda en sık görülen, diffüz anaplastik veya olumsuz histolojinin kötü prognozu temsil ettiği heterojen böbrek tümörüdür Wilm’s tümör patogenezinde çok sayıda faktör belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle hastalık daha ileri araştırmaların ilgi odağı olmaya devam etmektedir. MikroRNA'lar, transkripsiyon sonrası seviyede gen ekspresyonunu düzenleyen küçük, protein kodlamayan RNA molekülleridir. MikroRNA'ların kanser başlangıcı ve progresyonundaki rolü çoğu solid kanserde gösterilmiştir. Mikro RNA'lar ayrıca diagnostik potansiyele sahiptir ve mikroRNA hedefli tedavi, kanser tedavisinde önemli yer almaya aday olmaktadır. Wilm’s tümöründe miR-17 ~ 92 kümesi, miR-185, miR-204 ve miR-483 gibi bazı kilit onkojenik veya tümör baskılayan mikro RNA'ların disregülasyonu belgelenmiştir. Bu çalışmada, Wilm’s tümörünün gelişiminde disregüle mikroRNA'ların rolü hakkındaki mevcut kanıtlar özetlenecektir. Wilm’s tümörünün klinik tanı ve prognozundaki olası etkileri de tartışılacaktır. Dolayısıyla yeni tedavi seçeneklerinin uygulanmasında gelecekteki yeri hakkında genel bir bakış sunulacaktır.
Wilm’s tumor, the most common childhood renal cancer, is a heterogeneous renal tumor in which diffuse anaplastic or negative histology represents poor prognosis. In Wilm’s tumor pathogenesis, a large number of factors remain uncertain. For this reason, the disease continues to be the focus of further research. MicroRNAs are small, protein-encoding RNA molecules that regulate gene expression at post-transcriptional stage. The role of microRNAs in cancer onset and progression has been demonstrated in most solid cancers. MicroRNAs also have a diagnostic potential, and microRNA-targeted treatment is a candidate for an important role in cancer treatment. In Wilm’s tumor, dysregulation of certain key oncogenic or tumor suppressor microRNAs, such as miR-17 ~ 92 cluster, miR-185, miR-204, and miR-483 has been documented. In this study, we will summarize the current evidence about the role of dysregulated microRNAs in the development of the Wilm’s tumor. The possible effects of MicroRNAs on the clinical diagnosis and prognosis of the Wilm’s tumor will also be discussed. Thus, an overview of the future place of microRNAs in the implementation of new treatment options will be presented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Renal Transplantasyon Sonrası Görülen Bir Akciğer Tüberkülozu
Mehmet Erikoğlu, İbrahim Güney, Şakir Tavlı, Süleyman Türk
Derleme
Özeti
Renal Transplantasyon Sonrası Görülen Bir Akciğer Tüberkülozu
A Lung TuberculosIs After Renal TransplantatIon
Tüberküloz (TBC) immunosupresyonun maksimum etkisinin ortaya çıktığı ilk bir yılda görülen nadir bir enfeksiyondur. Nadir görülmesi nedeni ile yeni kurulan merkezimizde transplantasyon sonrasında TBC görülen bir olguyu sunmayı amaçladık. Dört yıldır kronik böbrek yetmezliği olan ve iki yıldır hemodiyaliz uygulanan 45 yaşındaki erkek hastaya canlı donörden böbrek nakli uygulandı. Öyküsünde geçirilmiş tüberkülozu yoktu ve operasyon öncesi değerlendirmede TBC ile uyumlu fizik muayene ve laboratuar bulguları tespit edilmedi. İmmunosupressif protokol olarak Prednizolon, MMF, FK-506 kombinasyonu ve bir ve dördüncü gün Basiliximab protokolü uygulandı. Operasyon sonrası birinci ayda çekilen akciğer grafisinde sol üst zonda kavernöz lezyon tespit edildi. Alınan balgam örneklerinde TBC basilinin görülmesi ve kültürde basilin üretilmesi sonucunda hastaya anti tüberküloz tedavi başlandı. On iki aylık anti tüberküloz tedavisini tamamlayan hastada klinik ve laboratuar olarak düzelme görülmesi nedeni ile tedavi sonlandırıldı. TBC geçmişte ülkemizde sık görülen bir enfeksiyon olması, erken tanı konulup tedavi edilmediği taktirde greft kaybı ile sonuçlanabilmesi nedeniyle risk faktörü taşıyan böbrek nakli hastalarında akılda tutulması gereken ciddi bir hastalıktır.
Tuberculosis (TBC) is an infection that rarely seen in the first year of maximum immunosuppression. Beacuase of its rarity we aimed to present a case of TBC that developed after renal transplantation in our newly established transplantation unit. A live donor renal transplantation was performed on a 45 years old man who was complaining of chronic renal failure for four years and on hemodialysis for two years. There was no signs of TBC in the physical examination, preoperative laboratory investigation and past medical history of the patient. Prednisolone, MMF, FK-506 combination and in the 1st and 4th day Basiliximab were performed as immunosuppressive protocol. In 1 st postoperative month, there was a cavernous lesion in the left upper zone on chest x-ray. Antituberculosis treatment was started according to a positive sputum culture for TBC bacili. After twelve months of antituberculosis treatment there was a clinical and laboratory improvement and the treatment was ceased accordingly. Because of its frequent past history in our country, TBC is aserious disease that should be kept in mind and dealt with carefully in patients undergoing renal transplantation.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Anti-Vegf Ajanlar Ve Göz Hastalıklarındaki
kullanım Alanları
Harun Çakmak, Müjdat Karabulut, Tolga Kocatürk
Derleme
Özeti
Anti-Vegf Ajanlar Ve Göz Hastalıklarındaki
kullanım Alanları
AntI-Vegf Agents And The Uses Of These Agents In Eye DIseases
Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), yeni damar oluşumu
sırasında düzenlenen anjiyogenezisin en önemli mediyatörlerinden
biridir. Anti-VEGF ajanlar da neovasküler yaşa bağlı makula
dejeneresyonu, diyabetik retinopati, maküler ödem, neovasküler
glokom, korneal neovaskülarizason gibi birçok göz hastalığında
kullanılmaktadır. Bu derlemede VEGF biyokimyasından ve anti-VEGF
ajanların göz hastalıklarındaki kullanımından bahsedilmiştir.
Vascular endothelial growth factor (VEGF), one of the most
important mediators of angiogenesis, is upregulated during
neovascularization. In fact, anti-VEGF agents have efficacy in the
treatment of neovascular age-related macular degeneration, diabetic
retinopathy, macular edema, neovascular glaucoma, and corneal
neovascularization. In this review, which discusses the biochemistry
of VEGF and the use of the anti-VEGF agents in eye diseases.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
Fedi Ercan, Osman Balcı
Derleme
Özeti
Gebelikte Laparoskopik Cerrahi
LaparoscopIc Surgery DurIng Pregnancy
Laparoskopik cerrahinin avantajları gebe ve gebe olmayan
kadınlar için benzerdir; yine de bu prosedürün fetus için zararlı
olabileceği endişesi nedeniyle genellikle gebelikte bu prosedürden
kaçınılmaktadır. Son on yıl içinde laparoskopik cerrahinin gebelerde
güvenli olduğu ile ilgili birçok olgu sunumu ve olgu serisinin
yayınlanması ile bir paradigma kayması olmuştur. Artık gebelerde
apandisit, safra kesesi hastalıkları, mezenter kisti, adneksiyal
kitle ve adneksiyal torsiyonun laparoskopik yönetimi başarılı bir
şekilde uygulanabilmektedir. Ayrıca gebelerde radikal nefrektomi,
salpenjektomi, adrenalektomi, retroperitoneal lenfadenektomi ve
abdominal herni onarımı gibi ileri düzey laparoskopik prosedürlerin
başarılı tedavileri de bildirilmiştir. Bu derlemede gebelik sırasında
laparoskopik cerrahinin uygulanmasına yönelik spesifik konular ele
alınmıştır.
The advantages of laparoscopic surgery are similar for pregnant
and nonpregnant women; nevertheless, this procedure was avoided
during pregnancy because of concerns that it may be harmful to the
fetus. Within the last decade, however, multiple case reports and case
series describing the safe performance of laparoscopic procedures in
pregnant patients have been published, resulting in a paradigm shift.
Appendicitis, gallbladder disease, mesenteric cysts, and adnexal
masses/torsion have been successfully managed laparoscopically
during pregnancy. More advanced laparoscopic procedures, such as
radical nephrectomy, splenectomy, salpingectomy, adrenalectomy,
retroperitoneal lymphadenectomy, and ventral hernia repair, have
also been reported in gravid patients. This topic will discuss issues
specific to laparoscopic surgery during pregnancy. Discussions
of laparoscopic surgery in the general population and specific
laparoscopic procedures can be found separately.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sydenham Kore
Haluk Gümüş, Meltem Gümüş
Derleme
Özeti
Sydenham Kore
Sydenham Chorea
Sydenham koresi (SK) antistreptokokal antikorların beyinde
özellikle bazal ganglionlarda çapraz reaksiyon yapması ve
inflamasyon oluşturması sonucu ortaya çıkan nörolojik bir hareket
bozukluğu tablosudur. SK, 1992 modifiye Jones kriterlerine göre akut
romatizmal ateşin major kriterlerinden olup tanı için yeterlidir. En
sık 5-15 yaşları arasında görülür. ARA atağından yaklaşık olarak
6 ay sonra ortaya çıkmaktadır. Genellikle 4-6 hafta sürer, yıllar
boyu kalıcı olabilmektedir. Diğer ARA bulgularından en sık kardite
eşlik eder. Sydenham koresi anksiyete, duygu-durum bozuklukları,
obsesif kompulsif belirtiler, dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtileri
veya tiklerle seyredebilen bir nöropsikiyatrik durumdur. Spontan
düzelmekle birlikte şiddetli vakalar için günümüzde pekçok tedavi
yöntemi mevcuttur. Rekürens bildirilmektedir. Rekürrens ve karditi
engellemek için penisilin proflaksisi önerilmektedir. SK, gelişmekte
olan ülkelerde akkiz korenin en sık nedeni olarak kabul edilmektedir.
Asırlardır tanınan bir hastalık olmasına rağmen dönem dönem
alavlenmekte ve önemini korumaktadır. SK ve ARA son yıllarda
azalmakla birlikte ülkemizde hala önemli düzeyde morbidite sebebi
olan bir halk sağlığı sorunudur.
Sydenham’s Chorea (SC) is a neurological movement disorder
that results from antistreptocpccal antibodies cross-reacting with
brain tissues, especially basal ganglia and causing to an inflamatory
reaction. According to the 1992 modified Jones criteria, acute
rheumatic fever is a major criterion and is sufficient evidence on
which to base a diagnosis. SC is frequently seen in the 5-15 years
of age. It appears approximately 6 months later from the attack of
ARF. SC usually continues 4-6 weeks, it may be permanent. Carditis
accompanies SC much more frequently than the other signs of ARF.
SC is a neuropsychiatric disorder that may present with anxiety,
emotional lability, obsessive compulsive symptoms, attention deficit
and hyperactivity symptoms or tics. Most of the cases improve
spontanously and many treatment are available. Recurence is
common. Penisilin prophylaxis should continued to avoid carditis
and recurrence. SC is considered to be the most common cause of
acquired chorea in devoloping countries. Even though it has been
recognized for centuries, it has kept up its importance by periodic
exacerbations. SC and ARF are still declining in recent years in our
country, together with which is a significant cause of morbidity as a
public health problem.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Matriks Metalloproteinazlar (mmp) Ve Matriks Metalloproteinaz Doku İnhibitörleri (tımp)
Jale Öner, Hakan Öner
Derleme
Özeti
Gebelikte Matriks Metalloproteinazlar (mmp) Ve Matriks Metalloproteinaz Doku İnhibitörleri (tımp)
MatrIx MetalloproteInase And TIssue InhIbItors Of MatrIx MetalloproteInase DurIng Pregnancy
Gebelik esnasında, uterus endometriyumunda bir takım yapısal değişiklikler olur. Bu yapısal değişiklikler ekstraselüler matriks (ESM)’nin yıkımlanarak bozulması ve yeniden şekillenmesi ile karakterizedir. Uterus endometriyumunun yıkımlanarak yeniden şekillenmesi, başarılı bir implantasyon ve plasentasyon için oldukça önemlidir. Matriks metalloproteinazlar (MMPs), çeşitli ekstraselüler matriks ve bazal membran makromoleküllerinin yıkımlanmasını katalize eden bir grup Zn bağımlı enzimdir. MMP’ lerin aktiviteleri, aktive olmuş MMP’ler ve onların doku inhibitörleri olan Matriks metalloproteinazi (TIMP) arasındaki denge sonucunda gerçekleşir. Gebelikte MMP dağılımlarının belirlenmesine ilişkin yapılan çalışmalar, MMP ve TIMP’lerin gebeliğin erken dönemlerinde, özellikle blastosist implantasyonu esnasında ESM’in yıkımlanması ve yeniden yapılanması sürecinde ve trofoblast invazyonunda aktif rol oynadığını, bu nedenle de gebeliğin şekillenmesi ve devamında önemli olduğunu göstermektedir.
During pregnancy, some structural changes take place in the uterus endometrium These structural changes have been characterized by remodeling and distruption of the extracellular matrix (ECM). Remodelling and distruption of uterine endometrium have importance for a successful implantation and placentation. MMPs are a group of zinc-dependent endopeptidases that degrade a variety of components of ECM and basal membrane. The activity of MMPs occurs as a result of balance between activated MMPs and their inhibitors (TIMPs). Earlier experimental studies indicated that MMPs and TIMPs have essential role in ESM destruction and remodeling while blastocyt implantation and trophoblast invasion during early pregnancy. Therefore, MMPs and TIMPs are crucial to the beginning and continuation of pregnancy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozun İmmünopatolojisi
Zehra Akpınar, Aysun Hatice Akça
Derleme
Özeti
Multipl Sklerozun İmmünopatolojisi
Immunopathology Of MultIple SclerosIs
Amaç: Multipl skleroz (MS) santral sinir sisteminin (SSS) immün aracılı hastalığıdır. Biz bu makalede MS’nin immünopatolojisinde çok farklı mekanizmalar ve kompleks etkileşimlerin önemli role sahip olduğunu vurgulayacağız. Ana Bulgular: MS’nin patogenezi çevresel uyaran ve genetik olarak yatkınlık arasında kompleks etkileşimin en iyi görünümüdür. MS inşamasyon, demiyelinizasyon, oligodendrosit apopitozu, remiyelinizasyon ve akson kaybıyla karekterizedir. SSS’nin farklı komponentlerine (miyelin striktürleri) karşı immün reaksiyon destrüktif proçesin başlamasında önemli role sahiptir. MS’de inşamasyon proinşamatuvar TH1 profilinde T hücrelerinin sayesindedir. Demiyelinzasyon, inşamasyonla oluşan çevrenin indirekt etkisi veya inşamatuvar hücrelerce miyelinin direkt hasarı neticesinde gelişebilir. Akson kaybı, hastalıkta MS lezyonlarının erken başlangıcında görülür. Sonuç: MS farklı immünopatolojik mekanizmalarla gelişir.
Aim: Multiple sclerosis (MS) is an immune- mediated disease of the central nervous system. We will emphasize in this article; very different mechanisms, and complex interactions have important role in immunopathology of multiple sclerosis. Main Findings: The pathogenesis of MS is best viewed as a complex interaction between genetically predetermined susceptibility markers and environmental stimuli. MS is charecterized by inflammation, demyelination, apoptosis in oligodendrocytes, remyelination, and axon loss. Immune reaction against different components of the central nervous system (particularly myelin structures) are thought to play an important role in the initiation of the destructive process. The inflammation in MS appears to be caused by an overactive pro-inflammatory TH1 profile in T cells. Demyelination can result as a consequence of direct damage to myelin by inflammatory cells or indirectly because of the enviroment produced by inflammation. Axon loss occurs in MS lesions starting early in the disease. Conclusion: MS occurs with different immünopathological mechanisms.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Böbrek Nakilli Hastalarda Anestezi Yönetimi
İnci Kara, Gülperi Çelik
Derleme
Özeti
Böbrek Nakilli Hastalarda Anestezi Yönetimi
AnesthesIa Management In PatIent WIth Renal Transplant
Böbrek nakli gerçekleştirilen hastalar yaşam sürelerinin uzaması ve normal yaşantılarına devam edebilmeleri nedeniyle herhangi bir cerrahi müdahaleyle karşı karşıya gelebilirler. Bu derlemede herhangi bir sebeple cerrahi geçirecek böbrek nakilli hastaların anestezi açısından yönetiminin özetlenmesi amaçlanmıştır.
Renal transplanted patient may encountered any surgical procedures because of improving the survival rates and keeping their normal life. This review aims to summarize the management of renal transplanted patients who undergo any surgery under anesthetic aspect.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
Tamer Baysal, Sevim Karaaslan
Derleme
Özeti
Siyanotik Doğumsal Kalp Hastalıklarında Hematolojik Bulgu Ve Komplikasyonlar
The HematologIcal SIgn And ComplIcatIons Of CyanotIc CongenItal Heart DIseases
Amaç: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklarında hematolojik belirti ve bulgular derlenmiştir. Ana bulgular: Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı hastalarda hematolojik yan etkilerin görülme ihtimali yüksektir. Polisitemi, trombositopeni, faktör eksiklikleri, demir eksikliği anemisi ve yaygın damariçi pıhtılaşması gibi birçok bulgu ve belirtiler bildirilmiştir. Siyanotik doğumsal kalp hastalarında azalmış arteriyel oksijen saturasyonu hemoglobin ve hematokrit değerlerinde kompanzatuar artışlara yol açar. Eritrositoz siyanotik doğumsal kalp hastalarında yeterli oksijenizasyonu sağlamak için ortaya çıkan bir cevaptır. Ancak hematokrit değerleri çok artmış hastalarda hiperviskozite bulguları ortaya çıkabilir. Siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği hemoglobin değerleri yüksek olduğu için gözden kaçabilir. Hemostatik anormalliklerin zamanında tespiti ve uygun tedavi yaklaşımları ile yan etkiler azaltılabilir. Sonuç: Siyanotik doğumsal kalp hastalığı olan çocuklar hem tromboz hem de kanamaya eğilimlidir. Bu çocukların hematolojik açıdan takipleri az ilgi çekmektedir. Bu hastalara yönelik olarak pratik tedavi yaklaşımları geliştirilmediği için siyanotik doğumsal kalp hastalıklı çocuklara yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Aim: This review sought to determine the relationship between cyanosis and hematological signs and findings. Main finding: Patients with cyanotic congenital heart disease are succeptible to develope hematological side effects. Several findings, including polycytemia, thrombocytopenia, factor deficiencies, iron-deficiency anemia and disseminated intravasculary coagulation have been reported. Decreased arterial oxygen saturation in cyanotic congenital heart disease causes compensatory kurise in hemoglobin and haematocrit levels. Erythrocytosis is an adaptive response to improve oxygen transport in cyanotic congenital heart disease. However, at highly increased haematocrit levels patients may experience hyperviscosity symptoms. Iron-deficiency in cyanotic congenital heart disease patients is often overlooked due to elevated hemoglobin concentrations. The detection of a hemostatic abnormality and its correction by appropriate therapy are likely to minimize the side effects. Results: Children with cyanotic congenital heart disease are prone to both thrombosis and hemorrhage. Hematological management of cyanotic congenital heart disease has received little attention. The lack of practical therapeutic guidelines forced us to consolidate our observations on patients with cyanotic congenital heart disease.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Müslim Yurtçu
Derleme
Özeti
Çocuklarda İnmemiş Testis Ve Yeni Tedavi Yaklaşımları
Undescended TestIs In ChIldren And New Treatment Approaches
İnmemiş testiste; ısı etkisiyle oluşan testis dejenerasyonunu ve infertiliteyi önlemek, malignite olasılığını ortadan kaldırmak, inguinal herni ve testis torsiyonu oluşumunu engellemek, travmaya predispozisyon oluşturmamak ve psikolojik olarak çocuğun etkilenmesini önlemek amaçlanır. Skrotumun bir tarafı az gelişmiş ise testis skrotum içine inmemiştir. Sağ ya da sol skrotum normal görünümdeyse, testis yukarı çıkmış ya da retraktildir. Retraktil testiste manipülasyonla testis skrotum içine çekildikten sonra skrotumda kalır, testis normal büyüklüktedir ve daha önce çoğunlukla skrotum içindedir. Ektopik testis perinede, femoral bölgede, pubopenil bölgede ya da karşı taraf skrotumda yerleşebilir. İnmemiş testiste bir yaşına kadar bekledikten sonra orşiopeksi ya da laparoskopik orşiopeksi yapılır; ektopik testiste hemen cerrahi girişim yapılır; retraktil testiste ise cerrahi girişim yapılmamalıdır
To prevent testicular degeneration caused by the effect of temperature, infertility, the formation of groin hernias, testicular torsion, predisposition to travma and negative effect to children psychologically at the children who had undescended testes are important. The testis doesn’t descend into the scrotum if hemiscrotum doesn’t grow sufficiently. If right or left scrotum appears to be normal, testis ascends or is retractil. Testes at the children who had retractil testes remain in scrotum after drawing into scrotum, the size of the testes are normal and the testes are frequently in scrotum since before. Ectopic testis can be localised at the regions of perineal, femoral, pubisopenil regions or contralateral scrotum. Orchiopexy or laparoscopic orchiopexy is performed after observing the children, who had undescended testis for one year. Surgical procedure should be carried out without waiting for the children who had ectopic testes, but not for the children who had retractile testis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Tüberküloz Plörezi Ve Adenozin Deaminaz
Mustafa Kürşat Özvaran, Hacer Okur, Mithat Özgel
Derleme
Özeti
Tüberküloz Plörezi Ve Adenozin Deaminaz
Pleural TuberculosIs And AdenosIne DeamInase
Adenozin deaminaz (ADA); pürin yıkım yolunda bulunan adenosini inosin ve amonyağa, deoxyadenosin’i deoxyinosine ve amonyağa dönüşümünü irreversibi katalizleyen sitoplazmik bir enzimdir. İnsan biyolojik sıvılarındaki ADA aktivitesi farklı başlıca iki izoenzimden kaynaklanır. Bunlar ADA1 ve ADA2 şeklinde isimlendirilir. Tüberküloz plörezilerde sıvı ADA seviyesi artışı %81-100 sensitivite ve %83-100’lük bir spesifisite gösterir. Tüberküloz effüzyonlarında ADA’nın başlıca kaynağı monosit-makrofaj hücrelerde sentezlenen ADA2’dir. Lenfositlerden zengin plevra sıvı toplanmasına neden olan parapnömonik effüzyonlar, ampiyem ve lenfoproliferatif hastalıklarda da sıvı ADA seviyesi artışı olabilir.
In pürine pathway, adenosine deaminase is a cytoplasmic enzyme which changes adenosine into inosine and ammoniumi deoxyadenosine into deoxyinosine and ammonium catalyzed irreversibly. Activation of ADA in human fluids is by two enzymes: ADA1 and ADA2. Increased ADA levels in tuberculosis pleural effusion have %81-100 sensivity and %83-100 specivity. ADA in tuberculosis effusions originated from macrophages and monosit is mainly ADA2. ADA level also can be increased in ampiyem, lenfoproliteratif disorders and parapnömonic pleural effusions which have ıymphocyte cell mostly.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nemlendiriciler
Munise Daye, İnci Mevlitoğlu
Derleme
Özeti
Nemlendiriciler
MoIsturIzers
Nemlendiriciler, epidermal bariyerin ve epidermal su içeriğinin düzenlenmesinde, cildin düzgün ve sağlıklı görünüm kazanmasında önemlidir. Nemlendiriciler hem oklüsif (kapatıcı) hem de humektan (su çekici) etkileriyle derinin su tutma kapasitesini arttırırlar. Çeşitli nemlendiriciler içerikleriyle bu görevi üstlenirler. Nemlendirici seçimi birçok faktörden etkilenir. Birçok dermatolojik hastalıkta tedavinin önemli yardımcılarıdır.
Moisturizers are important for regulating epidermal barrier and it’s water contenent. They are also important for maintenance of healthy skin. Moisturizers acts as occlusives and humectans to increase the skin water capacity. There are many preperats enhancing these functions. Choice of moisturizer is depent on many factors. Aplication of moisturizers can save as important adjunctive therapy for patients with various dermatologic disorders.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Infantil Akalazyada Endoskopik Dilatasyon
Celalettin Vatansev, Adnan Abasıyanık, İlhan Çiftçi, Ahmet Tekin
Derleme
Özeti
Infantil Akalazyada Endoskopik Dilatasyon
EndoscopIc DIlatatIon In InfantIle AchalosIa
Çocuklarda özofagusta akalazya, özellikle bir yaşın altında oldukça nadir ve teşhisi zor bir lezyondur. On bir aylık bir kız çocuğu endoskopik balon dilatasyonuyla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Baryumlu grafide özofagus kali bresi normale döndü ve komplikasyon gelişmedi. On iki aylık takip sonrasında kusma, beslenme sorunu ve rekür- rens gözlenmedi.
Esophageal achalasia in childhood especially in whom below one year of age is a rare lesion and difficult to diag- nose. An 11 months age female infant has been treated successfully by pneumatic dilatation, after returning of the esophagus to it’s normal calibre there was no complications seen in the barium study that performed later. After a follow up period of 12 months there was no vomiting or feeding problems or recurrence of the achalasia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Postpartum Hemorajinin Yönetiminde Kanıt Temelli Yaklaşımlar
Özlem Güner, Gül Ertem
Derleme
Özeti
Postpartum Hemorajinin Yönetiminde Kanıt Temelli Yaklaşımlar
EvIdence-Based Approachs In The Management Of Postpartum Haemorrhage
Ülkemizde maternal mortalitenin birinci sebebi olan postpartum hemoraji; dünyada anne ölümlerinin yaklaşık ¼’ünden sorumlu olup, bebeğin doğumundan sonraki ilk 24 saat içinde genital yoldan 500 ml yada daha fazla kan kaybedilmesi olarak tanımlanırken, şiddetli postpartum hemoraji ise 1000 ml. den fazla kan kaybını ifade etmektedir. En sık rastlanan nedenleri; uterus atonisi, genital traktus yaralanmaları ve plasenta retansiyonudur. Tedavisinde uterin fundusa etkin masaj uygulanması, myometriumu kontakte eden ajanların kullanımı, hipogastrik veya uterin arter ligasyonu yada embolizasyonu gibi birçok yöntem kullanılmaktadır. Buna rağmen ülkemizde maternal mortalitenin birinci sebebi postpartum hemorajidir. Postpartum hemoraji bağlı yaşanan maternal mortalite oranlarını azaltmakta tedavi ve bakım da kanıt temelli yaklaşımlar önem kazanmaktadır. Postpartum hemorajinin önlenmesinde ve tedavisinde doğumun üçüncü evresine yönelik çeşitli uygulamalar, farmakolojik ve cerrahi yaklaşımlar kullanılmakla birlikte tüm tedavilerde yeterli düzeyde kanıta dayalı çalışmaların olmadığı görülmektedir. Postpartum hemorajinin tedavi edici yaklaşımlarının büyük bir kısmında klinik verilerin sınırlı olduğu görülmektedir. Bu nedenle, bu derlemede postpartum hemorajinin önlenmesinde ve tedavisinde yer alan güncel yaklaşımları belirlemek ve uygulanan girişimlerin yeterlilik düzeyi konusunda sağlık profesyonellerinin bilgilendirilmesi amaçlanmaktadır.
\r\n
Postpartum haemorrhage (PPH) which is the first cause of maternal mortality in our country is responsible for about 25% of maternal deaths in the world . While PPH is defined as loss of 500 ml or more of blood from the genital tract within 24 hours of thebirth of a baby, severe PPH is blood loss exceeding 1,000 mL. The most common causes are uterine atony, genital tract injuries and placental retention. Many methods are used such as effective implementation of the uterine fundus massage, the use of agents which myometrium contact, hypogastric and/or uterine artery ligation or embolization in its treatment. Despite this, PPH is the primer cause of maternal death in our country. To reduce maternal mortality rates caused by dependence of PPH, evidence-based approaches are important in treatment and care. Pharmacological, surgical approaches and various applications for the third stage of labour in the prevention and treatment of PPH are used. But there are no evidence-based studies at adequate levels for all treatment. The clinical data in a large part of the PPH/therapeutic approach are limited. Therefore, it is intended in this article to determine the current approaches related to the prevention of postpartum haemorrhage and to inform health professionals about the adequacy of the initiatives implemented.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik Nöromüsküler Hastalıklarda Solunum
Baykal Tülek
Derleme
Özeti
Kronik Nöromüsküler Hastalıklarda Solunum
RespIratIon In ChronIc Neuromuscular DIseases
Amaç: Solunum kas güçsüzlüğü birçok nöromüsküler hastalığın kaçınılmaz sonucudur. Solunum fonksiyonlarındaki kötüleşme bu hastalıklardaki morbiditede ciddi artışlara neden olurken, aynı zamanda yüksek mortalite oranlarının da sorumlusudur. Bu derlemenin amacı nöromüsküler hastalıklarda solunumsal problemlerin tanı ve tedavi yaklaşımlarını özetlemektedir. Ana Bulgular: Solunum kaslarındaki yetersizlik genellikle birkaç yıl içinde yavaş bir gelişim gösterir. Başlangıçta sadece uyku sırasında kendini gösteren solunum bozukluğunu, daha sonra ciddi hipoventilasyon, kor pulmonale ve hastalığın son döneminde ciddi solunum yetmezliği izler. Solunum yetmezliğinin erken saptanması ve önleyici bakım birçok hastada sonucu ve yaşam kalitesini olumlu yönde etkiler. Bu durum; solunum fonksiyonları, solunum kas güçleri, uyku çalışmaları, evde mekanik ventilasyon, göğüs fizyoterapisi, erken antibiyotik tedavisi ve beslenme girişimlerini içeren takip ve tedavi programlarının gelişmesine yol açmıştır. Noninvazif pozitif basınçlı ventilasyon solunum yetersizliğinin iyileştirilmesinde etkilidir ve bu hastaların tedavi planını dramatik bir şekilde değiştirmiştir. Sonuç: Nöromüsküler hastalıklarda solunum fonksiyonları ve uykuyla ilgili solunum problemleri düzenli olarak takip edilmelidir. Noninvazif mekanik ventilasyon bu hasta grubundaki solunum yetmezliği tedavisi için en önemli tedavi seçeneğidir.
Aim: Respiratory muscle weakness is the inevitable consequence of many neuromuscular disorders. Deterioration in respiratory function contributes to significant morbidity and is responsible for high mortality rates with these diseases. The aim of this review to summarize diagnostic and therapeutic approaches for respiratory problems in patients with neuromuscular disorders. Main Findings: Usually, chronic respiratory failure develops slowly over a period of several years. Initially, it presents with disordered breathing that is apparent only during sleep, followed by continuous progression to severe hypoventilation, cor pulmonale and eventually frank respiratory failure in end-stage disease. Early detection of respiratory compromise and preventive care are likely to improve outcome and quality of life for many patients. This has led to the development of proactive monitoring and treatment programmes that include regular assessment of pulmonary functions, respiratory strength and sleep studies, home mechanical ventilation, chest physiotherapy, early antibiotic treatment and nutritional intervention. In particular, noninvasive positive pressure ventilation is effective in resolving respiratory failure and has dramatically changed the management of these patients. Conclusion: Pulmonary functions and sleep related respiratory problems should be followed up regularly in patients with neuromuscular disorders. Noninvasive mechanical ventilation is the most important therapeutic option for the management of respiratory failure in these patients group.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Beslenmenın Kanser Üzerıne Etkısı
Ömer Karahan, Yüksel Tatkan, Serdar Yol
Araştırma makalesi
Özeti
Beslenmenın Kanser Üzerıne Etkısı
The NutrItIon And Cancer
Normal hücrede ortaya çıkan bir "mutasyon" sonucu geliştiği kabul edilen kanserin oluşumunda bir tek değil, değişik faktörlerin rol oynadığı bilinmektedir. Kanserin geliştiği doku veya organ için bu faktörler de farklılıklar göstermektedir. Oluşan bir kanserin etiyolojisinde etkili olan faktörlerin tespit edilmesi kompleks yaklaşım ve çalışmaları gerektirir. Ancak genel olarak kanserle ilgili faktörleri, kanser riskini artıranlar, kanser riskini azaltanlar ve kansere sebep olanlar şeklinde gruplandırmak mümkün olmaktadır. Diyet her üç grupla da ilişkisi bulunan bir "faktörler topluluğunu" oluşturur. Bu derleme çeşitli organ kanserleri üzerine diyetin etkisini araştırmak ve elde edilen bilgiler ışığında alınabilecek tedbirleri ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır.
It is known that different factors, not a single one, play a role in the formation of cancer, which is accepted to develop as a result of a "mutation" in a normal cell. These factors also differ for the tissue or organ in which the cancer develops. Determining the factors that affect the etiology of a cancer requires complex approaches and studies. However, in general, it is possible to group cancer-related factors as those that increase the risk of cancer, those that reduce the risk of cancer, and those that cause cancer. Diet constitutes a "community of factors" associated with all three groups. This review has been prepared to investigate the effect of diet on various organ cancers and to reveal the measures that can be taken in the light of the information obtained.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Günümüzde Rektum Kanserinde Radyoterapinin Yeri
Güler Yavaş, Çağdaş Yavaş
Derleme
Özeti
Günümüzde Rektum Kanserinde Radyoterapinin Yeri
Current Status Of RadIotherapy For Rectal Cancer
Kolorektal kanser günümüzde önemli bir sağlık problemi olmaya devam etmektedir. Cerrahi alandaki gelişmelere paralel olarak uygulanan adjuvan ve neoadjuvan tedavilerdeki ilerlemeler sayesinde lokal kontrol ve genel sağkalımda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu derlemenin temel amacı rektum kanseri tedavisinde günümüzde kaydedilen ilerlemeleri literatür bilgileri doğrultusunda tartışmaktır. Rektum kanserinde cerrahi vazgeçilmez bir tedavi seçeneğidir. Cerrahiye adjuvan (postoperatif) veya neoadjuvan (preoperatif) uygulanan (kemo) radyoterapi ile tedavi başarısı artmaktadır. Yapılan çalışmalar doğrultusunda preoperatif (kemo) radyoterapi lokal kontrol ve sfinkter korunması açısından daha üstündür. Ancak preoperatif kısa dönem radyoterapi ile uzun dönem kemoradyoterapinin etkinlik açısından farklılığını gösteren prospektif randomize bir çalışma yoktur. Günümüzde rektum kanserinde preoperatif (kemo) radyoterapinin genel sağkalım ve lokal kontrol açısından postoperatif tedaviye göre üstünlüğü ispatlanmıştır. Ancak preoperatif kısa dönem radyoterapi ile uzun dönem kemoradyoterapinin etkinliğini karşılaştıran yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
Colorectal cancer remains a significant health problem today. In parallel to the developments in the field of surgery, improvements in adjuvant and neoadjuvant treatment modalities lead to increase in both local control and overall survival times. The main purpose of this review is to discuss the current treatment options of rectal cancer with literature data. Surgery is an essential treatment option for rectal cancer. Treatment success for rectal cancer has been increasing by the help of neoadjuvant (preoperative) or adjuvant (postoperative) modalities. According to the recent studies, preoperative (chemo) radiation therapy is superior to postoperative treatment in terms of local control and sphincter preservation. However, there is not enough data regarding to the difference between the efficacy of shortterm preoperative radiotherapy and long-term chemoradiotherapy. Today, for the treatment of rectum cancer, preoperative (chemo) radiotherapy is superior to postoperative (chemo) radiotherapy in terms of overall survival and local control. However, new prospective randomized trials should be designed to compare the short term and long term preoperative (chemo) radiotherapy.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Erişkin Stili Hastalığı Belirlediğimiz 2 Vakanın Takdimi Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Şamil Ecirli, Ali Borazan, Sefa Yavuz, Ahmet Temizhan, Selda Çam
Derleme
Özeti
Erişkin Stili Hastalığı Belirlediğimiz 2 Vakanın Takdimi Ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Report Of Two Cases Of Adult Onset StIlI DIsease And RevIevv Of The LIteratüre
Erişkin Stili Hastalığı, etiyoiojisi bilinmeyen sistemik bir hastalıktır. Klinik ve laboratuar özellikleri patognomonik değildir. Teşhisi zor olup, enfeksiyon hastalıkları, hematolojik ve otoimmün hastalıklar ekarte edildikten sonra Yamaguchi kriterlerine göre tanı konulur. Tedavisi çok iyi belirlenmemiş olup; steroidler, sistemik belirtilerin ve ateşin kontrolü için son derece etkilidir. Erişkin başlangıçtı Stili hastalığının spesifik tanı ve tedavisi için yeni araştırmalara ihtiyaç vardır. Biz burada, Stili hastalığı belirlediğimiz 2 vakayı sunmayı ve literatürü gözden geçirmeyi amaçladık.
Adult onset Still’s disease is a systemic disease of unknovvn etiology. Clinical and laboratory features are not pathognomonic. The diagnosis is difficult and based upon Yamaguchi’s criteria after exclusion of infectious diseases, hematologic process or autoimmune diseases. Treatment is not well codified but steroids represent the most efficient therapy to control fever and systemic manifestations. Search for new treatments and specific markers of adult onset Still’s disease are needed. İn this study, we present the cases of two patients with adult onset Still’s disease and revievv of the literatüre.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Scheuermann Kifozu
Barış Özöner, Mehmet Çetinkaya, Rakesh Dhokia
Derleme
Özeti
Scheuermann Kifozu
Scheuermann’s KyphosIs
Hastalık ilk olarak Scheuermann tarafından, 1920 yılında, juvenilin dorsal kifozu olarak tanımlanmıştır. Scheuermann hastalığı adölesan çağda torakal hiperkofozun en sık nedenidir. İki alt tibi bulunmaktadır: Torakal ve torakolomber/lomber. Histolojik açıdan vertebral son plakalardaki düzensizlikler incelendiğinde, kollejen fibrillerde azalma veya kaybolma görülmektedir. Bunun sonucunda son plak devamlılığı bozulmakta ve disk materyalinin korpus içine protrüde olmasıyla Schmorl nodülleri ortaya çıkmaktadır. Bozulmalar vertebra korpusunda kamalaşmaya neden olmakta, bunun sonucunda dar açılanma gösteren kifotik deformite ortaya çıkmaktadır. Prevalans açısından bakıldığında, büyük serilerde %8’e varan oran görülmekte, hastalığın epidemiyolojisinde ise genetik geçiş ve mekanik stres faktörleri ön plana çıkmaktadır. Hastalığın semptomatik olması durumunda, ağrı deformiteye eşlik edebilir. Hastalığın klasik radyolojik tanımlaması, düzensiz vertebral son plak varlığı, 45 dereceyi geçen kifotik deformite ve en az 3 vertebrada bulunan ve 5 dereceyi geçen vertebra korpusunda olan kamalaşmayı içermektedir. Bazı olgularda kifoz ile minimal skolyoz birlikteliği görülebilmektedir. Tedavi ve takipte 50 derecenin altında kifozu olan olgularda periyodik radyolojik takip önerilmektedir. 75 dereceye kadar kifozu olan olgularda eğer iskelet matüritesi tamamlanmamış ise breys kullanımını uygundur. 75 dereceyi geçen olgularda ise; adölesanlarda breys uygulamasının başarısız olduğu durumlarda, erişkinlerde ise belirgin şekil bozukluğu olan ve konvansiyonel tedavi yöntemlerine rağmen ağrı şikayeti düzelmeyen olgularda cerrahi tedavi uygulanması düşünülmelidir.
The disease was first described by Scheuermann as the dorsal kyphosis of juveniles in 1920. Scheuermann's disease is the most common cause of thoracic hyperkyphosis in adolescence. There are two sub-types: thoracic and thoracolumbar / lumbar. Histologically, when the irregularities in the vertebral end plates are examined, collagen fibrils are seen to decrease or vanish. As a result, end-plate continuity deteriorates and Schmorl nodules appear when the disc material protrudes into the corpus. Deformations cause wedging in the vertebral corpus, resulting in narrow angled kyphotic deformity. In the large series, the prevalence is up to 8%, and the genetic transition and mechanical stress come into prominence in the epidemiology of the disease. Pain can be accompanied by deformity in symptomatic state. Classical radiological features include irregular vertebral endplates and kyphosis more than 45 degrees with 5 degrees of wedging in 3 or more vertebrae. In some cases, minimal scoliosis may accompany to kyphosis. Periodic radiologic follow-up is recommended for patients below 50 degrees of kyphosis. Bracing is appropriate in uncompleted skeletal maturation with kyphosis up to 75 degrees. In cases above 75 degrees, it is appropriate to perform surgical treatment when bracing is unsuccessful in adolescence and presence of exceeding pain despite the conventional methods and obvious deformity in adults.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Embryo Transfer Tekniğinde Kanıta Dayalı Yaklaşım
Mehmet Sakıncı, Cihangir Mutlu Ercan
Derleme
Özeti
Embryo Transfer Tekniğinde Kanıta Dayalı Yaklaşım
Embryo Transfer TechnIque: EvIdence Based Approach
Literatürdeki çalışmaları gözden geçirerek embryo transfer tekniğinde kanıta dayalı yaklaşım oluşturmak. Embryo transfer tekniği başarının sağlanmasında önemli bir role sahip olmasına karşın, literatürde bu konu ile ilgili sınırlı sayıda randomize kontrollü çalışma bulunmaktadır. Literatürdeki çalışmaların sonuçlarına bakıldığında; Transferin ultrason eşliğinde ve mümkün olduğunca zorlanma olmadan, atravmatik bir teknikle yapılması, yumuşak kateterlerin kullanımı başarı ile ilişkili gözükmektedir. Embryo transferinde uygun tekniklerin kullanımı gebelik oranlarında artışa yol açacaktır.
To find an evidence based approach in embryo transfer technique by reviewing relevant studies in the literature. Although the embryo transfer technique has an important role for success, there are limited randomised controlled studies about this issue in the literature. When the results of the studies are reviewed; performing the transfer by ultrasound guidance, with ease and with an atraumatic technique and using soft catheters seem to be related with success. Using appropriate techniques in embryo transfer procedure will enable increased pregnancy rates
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuklarda Mekanik Ventilasyon
Gökhan Kalkan
Derleme
Özeti
Çocuklarda Mekanik Ventilasyon
MechanIcal VentIlatIon In ChIldren
Mekanik ventilasyon (MV) çağdaş yoğun bakım anlayışının en önemli parçası ve yoğun bakımlara yatışların en sık nedenlerinden biridir. Bu yazıda günümüzde yoğun bakım ortamında, çocuk yoğun bakım uzmanlarınca gerçekleştirilme eğiliminde olan mekanik ventilasyon uygulamalarının tüm hekimlerce gerektiğinde kolaylıkla kullanabilmeleri açısından bazı temel mekanik ventilasyon prensiplerinin aktarılması hedeflenmiştir. Hayatı devam ettirmek için gerekli olan spontan solunum tehdit altında olduğunda MV endikasyonu doğar. Günümüzde hastaların MV ihtiyacını belirlemede temel kriter hastaların laboratuvar değerlerinden çok hekimin klinik kanaatidir. Ventilatörle ilgili bazı terimlerin doğru bilinmesi mekanik ventilasyonun başlatılması açısından önemlidir. Hastaya verilecek solunum desteğinin tarzı ventilatörün moduyla belirlenir. Temel modlar arasındaki esas fark hastanın spontan solunumuna karşı ventilatörün davranış şeklidir.
Mechanical ventilation (MV) is the most important part of contemporary critical care concept and one of the most frequent reasons for intensive care admissions. Currently, there is a tendency to use the mechanical ventilators in the intensive care units by pediatric intensivists. The aim of this review is to summarize the basic principles of mechanical ventilation in order to be applied when required by all physicians. There is an indication for MV when the spontaneous respiration is threatened to sustain life. Currently, the principal criteria to determine the need for MV is the clinical judgement of the physician rather than laboratory results of the patients. Some of terminology should be well- known to initiate the MV. The main difference between the basic ventilator modes ventilator’s ability to detect and and respond to patient’s own spontaneous respiration.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Multipl Sklerozda Akson Kaybı
Zehra Akpınar, Aysun Hatice Akça
Derleme
Özeti
Multipl Sklerozda Akson Kaybı
Axon Loss In MultIple SclerosIs
Amaç: Multiple Skleroz (MS), santral sinir sisteminin inşamatuvar demiyelinizan hastalığıdır. MS'de klinik, görüntüleme ve patolojik çalışmalar genel olarak miyelinle kıyaslandığında aksonun relatif olarak korunduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte son kanıtlar, anlamlı akson kaybının da olduğunu, kortikospinal, sensoriyel traktlar gibi uzun traktların etkilediğini ve fonksiyonel sakatlıkla yakın ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu makalede biz akson kaybı mekanizmalarını vurgulayacağız. Ana Bulgular: Akson kaybı gelişiminin farklı mekanizmaları vardır. Akson kaybı mekanizmaları: inşamasyonda aksonal hasar, demiyelinizasyon aracılı aksonal kayıp, wallerian dejenerasyon (WD) ve akson kaybında ortak son yol olarak sınışandırılabilir. Sonuç: Akson kaybı geri dönüşsüz ve uzun dönemde sakatlık nedenidir. Tedaviler remiyelinizasyon veya nöroprotektiyon gerektirir.
Aim: Multiple Sclerosis (MS) is an inflammatory demyelinating disease of the central nervous system. Clinical, imaging, and pathological studies in multiple sclerosis have generally emphasized the relative preservation of axons in comparison with myelin. Recent evidence, however, demonstrates that axonal loss is also significant, affects long tracts such as the corticospinal and sensory tracts and relates closely to functional disability. In this article we will consider emerging observations that reflect on the mechanisms of axon loss. Main Findings: There are different mechanisms of axon loss occur. Mechanisms of axon loss: Axonal damage in the inflammation, demyelination- induced axon loss, wallerian degeneration, and final common pathway in the axon loss. Conclusion: Axon loss is irreversible and responsible for long term disability. However therapies are also needed that enhance remyelination or neuroprotective.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Duygu İlke Yıldırım
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 Enfeksiyonu İle İlişkili Yetişkinlerde Multisistemik İnflamatuar Sendrom (mıs-A); Literatür İncelemesi
Adult MultIsystem Inflammatory Syndrome (mıs-A) AssocIated WIth Sars-Cov-2 InfectIon; LIterature RevIew
SARS-CoV-2’nin tanımlanmasından bu yana COVID-19 hastalığı sonrası çocuklarda ortaya çıkan ve
Kawasaki hastalığını taklit eden multisistem inflamatuar bir sendrom (MIS-C) İngiltere’de Nisan 2020’de
bildirilir iken, yetişkinlerde ortaya çıkan COVID-19 ile ilişkili multisistem inflamatuar sendrom (MIS-A)
Haziran 2020’de bildirilmiştir. MIS-A hastalarının literatürde 50 yaşına kadar olduğu bildirilmiş olup MIS-C
ile karşılaştırıldığında altta yatan bazı sağlık koşullarına sahip olma ve yakın dönemde tanımlanabilir bir
solunum yolu hastalığı geçirmiş olma olasılığı daha yüksektir. Diğer yandan MIS-A hastaları ile MIS-C
hastaları örtüşen birçok klinik özelliğe sahiptir fakat MIS-A’da kardiyak disfonksiyonun ciddiyeti, tromboz
insidansı ve MIS-A mortalitesi daha yüksek olabilir. MIS-C/A’da nötrofili, lenfopeni ve trombositopeninin
yaygın olarak bulunduğu açık olmakla beraber bu özellikler troponin ve BNP/NT-proBNP’deki yükselmelerle
birlikte hastalık aktivitesinin ölçüleri olarak kabul edilmişti r.
Since the identification of SARS-CoV-2, a multisystem inflammatory syndrome (MIS-C) that appears in
children after COVID-19 disease and mimics Kawasaki disease was reported in the UK in April 2020,
while it is associated with Covid-19 in adults. Multisystem inflammatory syndrome (MIS-A) was reported
in June 2020. MIS-A patients have been reported to be up to 50 years of age in the literature and are more
likely to have some underlying health condition and have recently had an identifiable respiratory disease
compared to MIS-C. On the other hand, MIS-A patients and MIS-C patients have many overlapping clinical
features, but the severity of cardiac dysfunction, incidence of thrombosis, and MIS-A mortality may be
higher in MIS-A. While it is clear that neutrophilia, lymphopenia, and thrombocytopenia are common in
MIS-C/A, these features, together with elevations in troponin and BNP/NT-proBNP, have been considered
measures of disease activity .
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dermatologic Emergencies
Selami Aykut Temiz, İlkay Özer, Arzu Ataseven
Derleme
Özeti
Dermatologic Emergencies
DermatologIc EmergencIes
Acil tıbbi durumlar, hızlı karar vermeyi ve bu kararları mortalite ve morbiditeyi önlemek için hızla uygulamayı gerektirir. Dermatolojik acil durumlar, öncelikle primer deri kaynaklı hastalıklar veya altta yatan sistemik hastalıklar ve enfeksiyonlar ile ilişkili hastalıklar olarak ortaya çıkabilir. Dermatolojik acil durumlar, diğer tıp dallarından daha nadir olmakla birlikte, yaşamı tehdit eden, yüksek mortalite oranına sahip, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen ve büyük oranda hastaneye yatış ya da yoğun bakım ünitesine yatışa ihtiyaç duyan, olası bir tıbbi tedaviyi hemen vermeyi gerektiren vakaları içermektedir.
Ürtiker-anjiyoödem, stevens-johnson sendromu, toksik epidermal nekroliz, toksik şok sendromu, eritrodermi, gebeliğin pruritik ürtikeryal papül ve plakları, otoimmün büllöz hastalıklar, akut graft versus host hastalığı, haşlanmış deri sendromu ve nekrotizan sellülit gibi mortalite ve morbiditeye neden olan hastalıklar dermatolojik acil durumlar olarak bilinir. Dermatolojik acil durumları saptamak; acil tıbbi müdahale sağlamak, mortalite ve morbidite insidansını azaltmak ve dermatolojik acil olmayan durumlarda da gereksiz konsültasyon, tedavi, para ve zaman kaybını önlemek için önemlidir.
Dermatolojik acil durumları, etiyopatogenez, klinik, ayırıcı tanı ve tedavi başlıkları altında inceledik, dermatoloji ve dermatoloji dışı hekimlere pratik yaklaşımları derledik.
Emergency medical conditions involve rapid decision making and applying these decisions to prevent mortality and morbidity. Dermatologic emergencies may primarily occur in association with skin-involved diseases, and underlying systemic diseases or infections, as well. Dermatologic emergencies are uncommon than other branches of medicine; however, it involves the cases of potentially life-threatening, having high mortality rate, negatively effecting the quality of life on highest degrees, and requiring hospitalization or intensive care units, if possible, to give a convenient medical treatment immediately.
The diseases causing mortality and morbidity, such as Urticaria-angioedema, Stevens-Johnson syndrome, toxic epidermal necrolysis, toxic shock syndrome, erythroderma, pruritic urticarial papules and plaques of pregnancy (PUPPP), autoimmune bullous diseases, acute graft versus host disease, scalded skin syndrome and necrotizing cellulitis, are known as dermatologic emergencies. Determining the dermatologic emergencies and providing an immediate medical response decreases the incidence of mortality and morbidity, and they are important to prevent unnecessary examinations, treatment, money and time loss for the consultation of conditions even they are not real dermatologic emergencies.
We examined the dermatologic emergencies under the titles of etiopathogenesis, clinics, differential diagnosis and treatment, and we edited practical approaches for dermatology and non-dermatology physicians.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Lateks Allerjisi
İsmail Reisli, Ruhiye Reisli
Derleme
Özeti
Lateks Allerjisi
Latex Allergy
Son yıllarda lateks allerjisi ile ilgili olgu sunuları ve araştırmaların yayınlandığı dikkati çekmektedir. Lateks antijeni ile meydana gelen anafilaktik reaksiyonların gösterilmesi ile önemli bir tıbbi sorun haline gelen bu konu özellikle riskli grupların tanımlanması ile daha da önem kazanmıştır. Lateks alerjisinin meydana gelmesinde en büyük risk faktörleri arasında lateks içeren ürünleri (eldiven, idrar sondası, kateter, vb.) yoğun olarak kullanma, alerjik bünye, el dermatiti, bayan cinsiyet, öyküde geçirilmiş cerrahi girişim ve diş tedavisi bulunması sayılmaktır. Sağlık personeli ve lateks endüstrisinde çalışan işçiler gibi bazı meslek grupları yoğun antijenik temas nedeniyle lateks allerjisi için risk altındadır. Ayrıca lateks allerjisi ile bazı meyve (muz, avakado, ananas, k,vi, vb.) allerjileri arasında çapraz reaksiyonlar bildirilmiştir. Lateks allerjisi hafif bir dermatitten hayatı tehdit eden anafilaktik reaksiyonlara kadar ilerleyen klinik durumlara neden olabilir. Bu yüzden lateks allerjisi için risk taşıyan bireylerde lateks allerjisi araştırılmalıdır. Böylece lateks ile ilişkili alerjik reaksiyonlar için önlemler alınması ve özellikle hayatı tehdit eden klinik durumların engellenmesi mümkün olacaktır.
The latex allergy has been increasingly recognised in recent years in both adultsand children. After anaphylactic type reactions due to latex has been shown as case reports, latex allergy became an important problem especially in medical practice. The majör risk factors in latex allergy are intense exposure to latex allergens (surgical gloves, catheters, etc.), atopy hand eczema, female gender, history of multiple operations and dental interventions. Some occupational groups such as health-care workers and workers in latex industry are under greater risk due to their possible frequent contact with latex. An association between latex allergy and allergy to various fruits (banana, avocado, pineapple, kiwi, etc) has been reported. Latex allergy is responsible for a wide spectrum of clinical symptoms ranging from a mild dermatitis to severe anaphylaxis in both adults and children. There fore an allergologic investigation for latex allergy should be considered for those from high-risk groups. Then, it will be possible to take precautions in order to prevent life-threatining allergic reactions by exposure to latex
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventilatör İlişkili Pnömoniden Korunma
Alper Yosunkaya
Derleme
Özeti
Ventilatör İlişkili Pnömoniden Korunma
PreventIon Of VentIlator-AssocIated PneumonIa
Ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) yoğun bakım ünitelerinde en sık görülen hastane kaynaklı enfeksiyondur ve VİP gelişen hastaların mortalite oranını, hastanede kalış süresini ve hastane maliyetlerini artırarak hastalığın seyrini komplike hale getirir. Bu nedenle VİP’in önlenmesi klinik olarak hastanın sonuçlarını ve hastane maliyetini iyileştirebildiği için yoğun bakım klinik pratiğinde en önemli konulardan biridir. Ventilatör ilişkili pnömoninin önlenmesi ile ilgili literatürde tartışılmış çok sayıda strateji vardır. Bu önleyici stratejiler konusunu hedefleyen çalışmaların sayısı bu yüzyılın başından beri önemli ölçüde artmıştır. Ancak ventilatör ilişkili pnömoniyi önlemek için geliştirilen bu stratejiler hakkında oldukça fazla tartışma vardır. Ventilatör ilişkili pnömoniyi önlemek için alınması gereken önlemler, esas olarak orofaringeal veya gastrik kolonizasyonu azaltmak ve kontamine olmuş hava yolu ve sindirim kanalı sekresyonlarının aspirasyonundan kaçınmayı amaçlar. Bu derleme günümüzde VİP’in önlenmesi için kullanılan non-farmakolojik ve farmakolojik önlemleri özetlemeyi amaçlamıştır. Biz önlem almanın tedaviden daha iyi olduğuna inanıyoruz.
Ventilator-associated pneumonia (VAP) is the most frequent nosocomial infection in the ICU, and it complicates illness course by increasing mortality rate, hospital length of stay, and costs for patients who acquire it. Therefore, the prevention of VAP is a major issue in ICU clinical practice since it may help improve clinical outcome and reduce costs.. There are numerous strategies discussed in literature in relation to the prevention of VAP The numbers of studies targeting many areas of preventative strategies have significantly increased since the turn of this century. On the other hand, these strategies for ventilator-assisted pneumonia remain highly controversial. Preventive measures of VAP are mainly aimed to reduce oropharyngeal or gastric colonization, and to avoid aspiration of contaminated aerodigestive tract secretions. This review aims to summarize the nonpharmacologic and pharmacologic measures for prevention of VAP. We belive that prevention is better than cure.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Nöro-Yoğun Bakımda Beslenme Ve Sağlıkta Yaşam Kalitesi
Osman Serhat Tokgöz, Şerefnur Öztürk
Derleme
Özeti
Nöro-Yoğun Bakımda Beslenme Ve Sağlıkta Yaşam Kalitesi
Nutrıtıon In Neuroıntensıve Care And Health Related Qualıty Of Lıfe
Sağlıkta yaşam kalitesi günümüzde daha da artan bir önemle tıbbın tanı ve tedaviyi içeren bütün alanlarında tedavi ve izlemin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Nöro-yoğun bakımda nörolojik açıdan en ağır, tanı ve tedavi süreci en yoğun hasta grubu izlenmektedir. Yoğun bakımda izlenmesi gereken nörolojik hastalıklar, kronik dönemde olduğu gibi akut ve şiddetli evrelerinde de yaşam kalitesini etkileyebilme potansiyeline sahip pek çok parametre içermektedir. Hastalıkların kendilerine ait yaşam kalitesi etkileri dışında, çok sayıda önemli parametre vardır. Bunları başlıca yoğun bakımda beslenme yetersizliği, ajitasyon, ağrı, cilt bütünlüğünün bozulması, kas iskelet sistemi etkilenmeleri, kardiyovasküler ve otonom etkilenmeler, ilaç yan etkileri ve çoklu ilaç etkileşimleri olarak sıralamak mümkündür. Bu derlemede nöro-yoğun bakımda beslenme ile sağlıkta yaşam kalitesi arasındaki ilişki gözden geçirilecektir.
Today health related quality of life with its ever increasing importance has become an inherent part of treatment and follow up in all departments of medicine including diagnosis and treatment. In neuro-intensive care unit, the severest patients with the most intensive diagnosis and treatment period are followed up. Neurologic disorders with neurointensive care requirement include so many parameters potentially affecting the quality of life in acute and severe stages besides in chronic term. Apart from the effects of these diseases on life quality, there are many other important parameters related to quality of life. It is possible to list chief parameters as malnutrition in intensive care unit, agitation, pain, disruption of skin integrity, musculoskeletal system involvement, cardiovascular and autonomous involvement, side effect of drugs and multidrug interactions. In this review, the relationship between nutrition and health related quality of life in neurointensive care unit will be reviewed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kolorektal Kanserde Genetik Ve Etyolojik Faktörler
Murat Büyükdoğan
Derleme
Özeti
Kolorektal Kanserde Genetik Ve Etyolojik Faktörler
Colorectal Cancer
Kolon ve rektumun kanserlerine kolorektal kanser denir. Kolorektal kanserler, özellikle gelişmiş batı ülkelerinin önemli bir sağlık sorunudur. ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya v.b. ülkelerde görülme sıklığı yüz binde 40-60 arasında değişmektedir. ABD’de yılda yaklaşık olarak 150.000, Avrupa’da 170.000 tüm dünyada ise yılda bir milyon yeni vaka görülmektedir. ABD’de görülme sıklığı yeni kanser vakaları içinde %11 ile üçüncü sırayı alır, Avrupa ülkelerinde ise akciğer kanserinden sonra kanserden ölümün en sık nedenidir
Colon and rectum cancer, is called for colorectal cancer. Colorectal cancer, is a major health problem especially of developed western countries. The prevalence in U.S., Canada, Britain France, Germany varies between 40-60 per thousand faces. In the United States per year is approximately 150.000, in Europe, 170,000 ,a million new cases are seen all in the world. The prevalence of new cases of cancer in the U.S. in the third place receives 11%, while in European countries after lung cancer is the most common cause of cancer death (1).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
İdris Mehmetoğlu, Abdullah Sivrikaya
Derleme
Özeti
Sitosterolemi (ß-Sitosterolemi)
SItosterolemIa (ß-SItosterolemIa)
Amaç: Sitosterolemi; fitosterolemi olarak da adland›r›lan, artmış plazma ve doku sterol konsantrasyonuyla karakterize, çok nadir görülen otozomal resesif kalıtsal bir hastalıktır. Erken koroner ateroskleroza eğilim gösteren, tendon ve tüberoz ksantomlarıyla karakterizedir. Bu makalede sitosterolemi hastalığı ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Ana Bulgular: Sağlıklı kişilerde total plazma bitki sterol konsantrasyonu 1mg/dl’den daha az olduğu halde, sitosterolemi hastalarında bu oran 12-40 mg/dL kadar yükselmektedir. Sitosterolemi hastalarında, bitki sterolleri olarak başta sitosterol ve kampesterol artmış olmasına rağmen, aynı zamanda stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol ve sitositanol da bulunur. Sitosterolemi’nin ABCG8 ve ABCG5 proteinleri için genlerin herhangi birinde mutasyonlardan kaynaklandığı belirlenmiştir. ATP-bağlayıcı kaset (ABC) transport proteinleri bitki sterollerini intestinal hücrelerde bağırsak lümeni içerisine geri pompalayarak, sterol absorpsiyonunu azaltırlar. Sonuç: Sitosterolemi hastalığının teşhis ve tedavisinde yanılmamak için, şüpheli kişilerde mutlaka sitosterollerin ölçülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Aim: Sitosterolemia -also known as phytosterolemia- is a rare autosomal, recessively inherited disease characterized by elevated plasma and tissue plant sterol concentrations. Sitosterolemia is characterized by tendon and tuberous xanthomas and by a strong propensity toward premature coronary atherosclerosis. In this article information concerning sitosterolemia disease are reviewed. Main Main Findings: In contrast to healthy subjects with total plasma plant sterols less than 1 mg/dl, patients with sitosterolemia have plasma phytosterol levels in the range of 12 to 40 mg/dl. The main plant sterols in patients with phytosterolemia are sitosterol and kampesterol but also elevated levels of stigmasterol, avenasterol, brassikasterol, kampestanol, sitostanol are found. Sitosterolemia has been shown to result from mutations in either of the genes for 2 proteins (ABCG5 or ABCG8). These ABC transporters preferentially pump plant sterols out of intestinal cells into the gut lumen, thereby decreasing sterol absorption. Results: We believe that it is important to measure blood sitosterol levels in suspicious patients in order to get correct diagnosis and treatment the sitosterolemia.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
Suat Keskin, Zeynep Keskin, Sinan Tan
Derleme
Özeti
Kronik İnflamatuar Orta Kulak Patolojilerinin Komplikasyonları
The ComplIcatIons Of ChronIc Inflamatuar MIddle Ear PathologIes
Kronik otitis media ve mastoidit düşük virulanslı organizmalarca oluşturulur. Bir diğer neden akut infeksiyonun ilerlemesidir. Mastoid inflamasyon yeni kemik oluşumuna sekonder bazı trabeküllerde kalınlaşmaya ve aynı zamanda diğer trabeküllerde demineralizasyona yol açar. Kolesteatom histolojik olarak stratifiye skuamöz epitelin iç tabakasından oluşan epidermoid bir kisttir. Kistin lümeni deskuamöz epitelyal debrisle doludur. Kist genişledikçe orta kulak, mastoid ve petröz piramidin komşuluğundaki kemik yapılarla temas eder. Bu kemik yapılarda enzimatik lizis ve basınç nekrozu nedeniyle erozyon meydana gelir. Kemikçik erozyonu %70 oranında görülür. Kemikçik erozyonu geç dönemde görülen bir bulgu olup en sık inkus uzun bacak erode olur. Ancak çok büyük lezyonlar tüm kemikçiklerde erozyon yapabilir. Kolesteatomlar büyüklüklerine ve sürelerine göre değişik derecelerde tegmen erozyonu, mastoid korteks düzensizliği, fasial sinir kemik kontur düzensizliği ve semisirküler kanal defekti yapabilirler. Timpanoskleroz aselüler hyalin ve kalsifiye çöküntülerin timpanik membran ve orta kulak submukozasına birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Bunlar timpanosklerotik plaklar şeklindedir. Otitis media veya travma sonucunda ortaya çıkar.
Chronic otitis media and mastoiditis are the result of infection by an organism of low virulence or of acute infection with incomplete resolution. Mastoid inflammation produces thickening of some trabeculae secondary to reactive new bone formation and at the same time mineralization of other trabeculae. A cholesteatoma is an epidermoid cyst that consists histologicaly of an iner layer of stratified squamous epithelium. The lumen of the cyst is filled with desquamated epithelial debris. As the cyst enlarges and comes into contact with contigious bony structures of the middle ear, mastoid and petrous pyramid, erosion of these structures occurs owing to pressure necrosis and enzymatic lysis of bone. Ossicular erosion is seen %70 ratio. Ossicular erosion is seen later and the long crus of incus is eroded the most frequently. But the bigger lesions may make erosion whole ossicles. Cholesteatomas may make tegmen erosion, mastoid cortex irregularity, fasial nevre contour irregularity and semisircular canal defect according to bigness and period. Tympanosclerosis develops in the result of collecting hyalin and calsific deposits in tympanic membran and the submucosa of middle ear. These are tympanosclerotic plugs. It appears in the result of otitis media or trauma.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Fizyoterapide Deney Hayvanlarının Kullanımı
Nadir Tayfun Özcan, Zeliha Başkurt
Derleme
Özeti
Fizyoterapide Deney Hayvanlarının Kullanımı
Use Of ExperImental AnImals In PhysIotherapy
Hastalığın canlı (insan ya da hayvan) bireyde doğal seyrini görüp, buna yönelik tedavinin geliştirilmesi açısından bilimsel deneylere gereksinim vardır. Bilimde ve sağlıkta ilerleme amacıyla insanoğlu yüzyıllardır insan benzeri organizmalar üzerinde çalışmalar yapmakta ve hayvanları deneylerde kullanmaktadır. Ana felsefesi, klinik ve deneysel araştırmalarla elde edilen deneyimlerin ışığı altında her hastaya uygun tedavi yöntemin bir ekip çalışması çerçevesinde programlanması ve uygulanması olan fizyoterapi alanında, hayvan deneylerine yönelik araştırmaların sonuçlarının etkin olarak değerlendirilebilmesi için araştırmacıların çalışmanın tasarım, yöntem, analiz ve yorumu hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Bu yazının amacı fizyoterapi alanında kullanılan deneysel hayvan çalışmalarının temel ilkelerinden ve uygun deney modeli seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken noktaları genel hatlarıyla tanıtmaktır.
Scientific experiments are needed to see the natural course of the disease in living (human or animal) individuals and to develop treatment for this. For centuries, human beings have been studying human-like organisms and have been using an animal experiments in order to advance in science and health. Researchers who work in in the field of physiotherapy that is the main philosophy of which is to plan and apply the appropriate program by the teamwork into each patient under the clinical and experimental knowledge, must have knowledge of the design, methodology, analysis and interpretation of the study in order to be able to effectively evaluate the results of research on animal experiments. This paper aims to introduce the basic principles of experimental animal studies used in the field of physiotherapy and to give the necessary information to choose the appropriate experimental model.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Annulate Lamella: Yapısı Ve Fonksiyonları
Burcu Gültekin, Aydan Canbilen
Derleme
Özeti
Annulate Lamella: Yapısı Ve Fonksiyonları
Annulate Lamellae: Structure And FunctIons RevIew
Annulate lamella (AL), sitoplazmada bulunur ve hem kromatin hem de laminadan yoksun çok sayıda yoğun biçimde paketlenmiş por kompleksleri ile delinmiş yassılaşmış membran sisterna yığınlarından oluşmuştur. AL, hızlı gelişen yada farklılaşan hücrelerde (örneğin; erkek ve kadın gametler, tümör hücreleri ve viral infekte hücreler) görülmektedir. Nuklear ve AL porları çeşitli elektron mikroskopi teknikleri ile çalışıldığında onları basit yapılarından morfolojik olarak ayırt etmenin zor olduğu ortaya çıktı. AL, üreme hücrelerinde daha kolay gözlemlenebildiğinden onun fonksiyonu hakkında bilgiler, üreme hücrelerinin olgunlaşmaları sırasında yapılan morfolojik çalışmalardan elde edilmektedir. Çoğu hücre AL oluşturabilmek için kalıtsal bir yeteneğe sahiptir. Hatta, AL tamamen farklılaşmış bir hücrede halihazırda bulunan bir organel değilken, hücrede AL ağının oluşumunu başlatmak mümkündür. Bu derleme ile, bu hücre içi membran sistemini tanıtmak, bazı bilgileri yenilemek ve oldukça ilgi çeken organelin oluşumu, görevleri ve akıbeti ile ilgili birçok temel sorunları ortaya koymak istiyoruz.
Annulate lamellae (AL) are found in the cytoplasm and consist of stacks of flattened membrane cisternae perforated by numerous and densely packed pore complexes lacking both chromatin and a lamina. AL are frequently observed in rapidly growing or differentiating cells, such as male and female gametes, tumor ceils, and virally infected cells. Nuclear and annulate lamellae pores appear morphologically indistinguishable in their basic structure when viewed by a number of different electron microscopy techniques. Since AL are relatively easier to observe in germ cells, most of our knowledge concerning this organelle and speculations as to the proposed function of these cytomembranes has arisen from morphological studies of annulate lamellae during the course of germ cell maturations. Most cells have an inherent propensity towards AL formation . Even though annulate lamellae are not a ubiquitous feature of terminally differentiated cells, it is possible to induce the formation of the AL network in cells. The purpose of this review is to acquaint or reacquaint the reader with this inracellular membrane network and to adres a number of basic questions concerning the orgin, function, and fate this rather intriguing cellular organelle.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Klavuzlar Işığında Anafilaksi
Recep Evcen, Şevket Arslan
Derleme
Özeti
Klavuzlar Işığında Anafilaksi
In The LIght Of The GuIdelInes: AnaphylaxIs
Anafilaksi, mast hücre mediyatörlerinin sistemik dolaşıma aniden salınmasına bağlı gelişen, yaşamı tehdit edebilen multisistemik bir hastalıktır. Çoğunlukla gıdalarla, ilaçlarla ve böcek sokmalarına karşı immunoglobulin E (IgE) aracılı reaksiyonlardan kaynaklanır ancak mast hücrelerinin degranülasyonuna neden olan bir ajanda neden olabilir. Eşlik eden ağır ve kontrolsüz astım, mastositozis, kardiyovasküler hastalıklar, bazal serum triptaz yüksekliği, beta bloker veya ACE inhibitör kullanımı, egzersiz, akut enfeksiyonlar ve duygusal stres anafilaksi riskini artıran nedenlerden birkaçıdır. Anafilaksi sırasında kalp ve solunum durması dakikalar içinde gelişebileceği için tanı konulduktan hemen sonra hızla tedavi edilmelidir. Tedavide verilmesi gereken en önemli ve ilk ilaç adrenalindir. Bu derlemede anafilaksinin tanı ve tedavisi güncel literatüre göre özetlenmiştir.
Anaphylaxis is a multi-systemic disease, which develops associated with the sudden expression of mast cell mediators into the systemic circulation, and can be life-threatening. The majority of cases are reactions to food, drugs, or insect stings, mediated by immunoglobulin E (IgE), and may cause a process resulting in degranulation of mast cells. Severe asthma, mastocytosis, cardiovascular disease, elevated basal serum triptase, the use of beta blockers or ACE inhibitors, exercise, acute infections and emotional stress are some of the reasons increasing the risk of anaphylaxis. As cardiac functions and respiration can halt within minutes during an anaphylaxis attack, treatment must be applied rapidly immediately after diagnosis. Adrenalin is the first and most important drug which should be given in treatment. In this review, the diagnosis and treatment of anaphylaxis are summarised in the light of current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
Kazım Gezginç, Tuba Korkmaz
Derleme
Özeti
Gebelik Döneminde Gebelikle İlişkili Olmayan Akut Karın Nedenleri Ve Tedavileri
The Causes And Treatment Of NonobstetrIc Acute Abdomen
ın Pregnancy
Günümüzde gebelikte akut batın hala tanısı kolay olmayan bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebe bir kadında gebelikte
oluşan fizyolojik ve anatomik değişikliklere bağlı olarak tanı koymak
ve tedaviye karar vermek zorlaşabilir. Ayrıca tanı amaçlı yapılacak
işlemlerin fetus için riskli olması nedeniyle bazı tetiklerden kaçınılır.
Gecikmiş teşhis maternal morbitide, mortalite, fetal kayıp ve erken
doğum riskine sebep olabilir. Cerrahi müdahale gerektirebilir veya
bazı durumlarda cerrahi müdahale zararlı olabilir. Gebelikte akut
batın insidansı 500-635 olguda 1 olarak bildirilmiştir. Gebelikte
nonobstetrik akut batın nedenleri arasında akut apandisit, intestinal
obstrüksiyonlar, akut kolesistit, kolelitiazis, inflamatuar barsak
hastalıkları, peptik ülser, akut pankreatit, hepatik rüptür, intestinal
obstrüksiyon, gebeliğin akut yağlı karaciğeri ve ağır preeklampsi
sayılabilir. Tanı ve tedavide hem fetus hemde anne hayatı önem
taşır. Erken tanı ve tedavinin uygulanması hem anne hemde fetus
açısından oldukça önemlidir.
Diagnosis of acute abdomen in pregnancy is still a difficult
situation. Due to physiological and anatomical changes of a pregnant
woman during pregnancy, the diagnosis and treatment can be difficult
to decide. In addition, some of the procedures used for the diagnosis
are avoided because of risk to the fetus. Delay in the diagnosis may
cause maternal morbidity, mortality, risk of fetal loss and can cause
premature birth. Surgical intervention may be required or surgical
intervention may be harmful in some cases. The incidence of acute
abdomen in pregnancy has been reported as 1 in 500-635. Among
the causes of nonobstetric acute abdomen in pregnancy are: acute
appendicitis, intestinal obstruction, acute cholecystitis, cholelithiasis,
inflammatory bowel disease, peptic ulcer, acute pancreatitis, hepatic
rupture, intestinal obstruction, acute fatty liver of pregnancy and
severe preeclampsia. The life of the mother and fetus are important
in the diagnosis and treatment. Early diagnosis and treatment are
very important for the fetus and the mother.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yoğun Bakım Enfeksiyonlarında Tedavi Yaklaşımı
Kürşat Uzun, Mehmet Gök, Turgut Teke
Derleme
Özeti
Yoğun Bakım Enfeksiyonlarında Tedavi Yaklaşımı
The Approach Of InfectIon Treatment In IntensIve Care UnIt
Amaç: Hastane kökenli pnömoniler hastane kökenli enfeksiyonlar içinde en sık ikinci neden olmakla beraber enfeksiyon ölümlerinde birinci sırada yer almaktadır. Bu derlemenin amacı yoğun bakım enfeksiyonlarında tedavi yaklaşımlarını özetlemektir. Ana bulgular: Yoğun bakım ünitelerinde pnömoniler en sık enfeksiyon sebebidir. Bu oran hastanelerin diğer bölümlerinde yatan seçilmemiş hastalarda %0.4 iken YBÜ de %23 olarak meydana gelmektedir. Yoğun bakım hastalarında enfeksiyon geliştiğinde ölüm oranı enfekte olmayanlara göre 2.5 kez daha fazla görülmektedir. Yoğun bakımda pnömoniyi önlemek için yapılacak girişimler invaziv aletleri, mikroorganizmaları ve hastayı korumayı hedef alan kombine tedbirleri kapsamalıdır. Pnömoni geliştiğinde uygun antibiyotik seçimi sonuç için önemli bir faktördür. Sonuç: Antibiyotik tedavisi hemen başlanılmalı ve daha önce antibiyotik kullanılması sonrası gelişen direnç mekanizmalarını önleyecek şekilde olmalı. Bundan dolayı antibiyotik tercihi kuruma özgü olmalı ve hastaya göre değerlendirilmelidir.
Aim: Nosocomial pneumonia is the second most frequent nosocomial infection and represents the leading cause of death from infections that are acquired in the hospital. The aim of this review summarize to therapeutic approaches in infection of intensive care unit. Main findings: Pneumonia is the most common nosocomial infection in intensive care unit (ICU). Occurrence ranges from 0.4% in unselected hospitalized patients to 23% in the ICU. ICU patients with any nosocomial infection have 2.5 times the death rate of uninfected patients. Interventions to prevent pneumonia in the ICU should combine multiple measures targeting the invasive devices, microorganisms, and protection of the patient. Once pneumonia develops, the appropriateness of the initial antibiotic regimen is a vital determinant of outcome. Conclusion: Antibiotic therapy should be started immediately and must circumvent pathogen-resistance mechanisms developed after previous antibiotic exposure. Therefore, antibiotic choice should be institution specific and patient oriented.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kornea Endoteli Ve Fakoemülsifikasyon Cerrahisi
Ekrem Kadıoğlu, Şaban Gönül
Derleme
Özeti
Kornea Endoteli Ve Fakoemülsifikasyon Cerrahisi
Corneal EndothelIum And PhacoemulsIfIcatIon Surgery
Fakoemülsifikasyon (FAKO) cerrahisi göz hekimleri tarafından en sık uygulanan cerrahi girişimdir. Günümüzde tüm gelişmelere rağmen FAKO cerrahisinin kornea endotel tabakasında yaptığı hasar önemini korumaktadır. Endotel tabakasının speküler mikroskopik analizi kataraktlı olgularda cerrahiye karar verme aşamasında büyük bir değere sahiptir. Ayrıca endotel hücresinin FAKO cerrahisine verdiği cevap speküler mikroskopik analiz teknikleri ile değerlendirilebilir. Güncel FAKO cerrahisinde endotel koruyucu cerrahi tekniklerle endotel hasarı en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Bu sayede endotel hücre rezervi fizyolojik eşik değerin altına düşmemekte ve postoperatif kornea ödemi de geride kalan sağlıklı hücrelerin telafisi ile kısa sürede toparlanmaktadır. Ancak yaşlanma süreciyle devam eden endotel hücre kaybı, korneanın ileri yaşlarda dekompanse olmasına neden olabilir. Bu nedenle FAKO cerrahisinin her aşamasında endotel hücre kaybı asgari düzeyde tutulmalıdır. Bu yazı kornea endotel tabakası ve speküler mikroskopi analizini incelemek, FAKO cerrahisinin kornea endoteline etkisini değerlendirmek amacını taşımaktadır
Phacoemulsification (phaco) surgery is the most commonly surgical intervention performed by ophthalmologists. The injury of corneal endothelial layer with phaco surgery is still important despite recent developments. The specular microscopy analysis of endothelial layer is very important in the preoperative evaluation of the patients with cataract. In addition, the influence of endothelial cell to phaco surgery may be evaluated with specular microscopic analysis techniques. Current phaco surgery is aimed to minimize endothelial damage by endothelial protective surgical techniques. Thus, endothelial cell count does not decrease under the physiological threshold level, and postoperative corneal edema improves with the compensation of residual cells in a short time. However, endothelial cell loss during aging may cause corneal decompensation at advanced age. Therefore, endothelial cell loss should be minimized at each step of phaco surgery. This article aims to review the analysis of corneal endothelial layer and specular microscopy and to evaluate the effect of phaco surgery on corneal endothelium.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
Köksal Yuca, Mehmet Akif Eryılmaz, Kürşad Yasin Varsak, Hamdi Arbağ
Derleme
Özeti
Epistaksisli Hastaya Klinik Yaklaşım
ClInIcal EvaluatIon Of EpIstaxIs
İnsanların %60’ı hayatları süresince en az bir defa, spontan
olsun veya olmasın epistaksis ile karşı karşıya kalmakta ve bunların
%6’sı tedavi gerektirmektedir.(1) Epistaksis insidansı 10 yaş altı ve
50 yaş üstünde pik yapan bimodal dağılım göstermekte ve erkeklerde
bayanlara göre daha sık görülmektedir.(2,3) Endoskopik teknolojinin
gelişmesi ile birlikte değişen tedavi stratejilerini epistaksisli hastaya
yaklaşım algoritmaları ile kombine etmek komplikasyonları azaltarak
daha etkili tedavi olanakları sağlayabilmektedir.
Epistaxis, whether spontaneous or otherwise is experienced by
up to 60% of people in their lifetime, 6% requiring medical attention.
The condition has a bimodal distribution, with incidence peaks at ages
younger than 10 years and older than 50 years. Epistaxis appears
to occur more often in males than in females. With the evolution
of endoscopic technology new treatment strategies combined with
the use of stepwise epistaxis management plans can limit patient
complications and provide effective treatment possibilities.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Mehmet Muharrem Erol, Halil Çiftçi, İsa Döngel
Derleme
Özeti
Trakea Bronşiyal Yabancı Cisim Aspirasyonlarına Güncel Yaklaşım
Current Approach For Trachea BronchIal ForeIgn Body AspIratIons
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonu çocukluk ve erişkinlik döneminde rastlanan ve hayatı tehdit eden bir problemdir. Çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu hikâyesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu altta yatan gerçek neden olabilir. Çocuklar özellikle oyuncak, madeni para, nohut, fındık, fıstık, çekirdek, kuru baklagiller ve şekerleri aspire ederler. Erişkinlerde ise daha çok gıda, kılçık, türban iğnesi, metalik cisimler ve diş protezi aspirasyonları görülür. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle hava yolunda tam veya tama yakın tıkanma varsa, bu durum acilen düzetilmelidir. Çocuklarda ve erişkinlerde yabancı cismin çıkarılmasında fleksible bronkoskopinin kullanım alanı olsada, rijit bronkoskopi her zaman altın standart olarak yerini korumaktadır.
Tracheobronchial foreign body aspiration is a common and lifethreatening problem in childhood and adulthood and an important cause of childhood morbidity and mortality. Recurrent respiratory tract infections may be due to foreign body aspiration. Aspirates includes frequently; toys, coins, beans, nuts, peanut, kernel, dried legumes, and sugars in children and; food, awn, turban pins, metallic objects and dental prosthesis in the adults, respectively. If foreign body aspiration may caused to complete or nearly total occlusion, in this time the object have to be removed urgently. Although flexible bronchoscopy can be used to remove of foreign bodies in children and adults, rigid bronchoscopy remains the gold standard all the time.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Daptomisin; Siklik Lipopeptid Antibiyotiklerin İlk Ve Tek Üyesi
Şua Sümer
Derleme
Özeti
Daptomisin; Siklik Lipopeptid Antibiyotiklerin İlk Ve Tek Üyesi
DaptomycIn; FIrst And Only Member Of CyclIc LIpopeptIde AntIbIotIcs
Daptomisin, siklik lipopeptidler olarak adlandırılan yeni bir antibiyotik sınıfının ilk ve tek üyesidir. Etki spektrumu, gram pozitif aerop ve anaerop bakteriler ile sınırlıdır. Metisiline dirençli S.aureus (MRSA), vankomisin orta duyarlı S.aureus (VISA), vankomisin dirençli S.aureus (VRSA) dahil stafilokoklara, vankomisin direnci bulunan E.faecalis ve E.faecium dahil enterokoklara ve penisilin dirençli S.pneumoniae dahil streptokoklara karşı etkilidir. Dünyada 2003 yılında kullanıma giren daptomisin, ülkemizde 2009’da ruhsatlandırılmıştır. Ülkemizde daptomisinin klinik kullanım endikasyonları diğer ülkeler ile aynı olup, komplike deri ve yumuşak doku enfeksiyonları (KDYDE), S.aureus bakteriyemisi ve S.aureus’a bağlı sağ kalp endokarditinden oluşmaktadır.
Daptomycin, is currently the first and only member of a new age antibiotics class labeled as cyclic lipopeptides. The spectrum of its effectiveness is limited with gram positive aerobe and anaerobe bacteria. It is effective against; staphylococci including methicillin resistant S.aureus (MRSA), vancomycin intermediately sensitive S.aureus (VISA), vancomycin resistant S.aureus (VRSA), enterococci including E.faecalis and E.faecium, and penicillin resistance streptococci including S.pneumoniae. Daptomycin, first used in the world in 2003, was licensed in our country in 2009. The clinical indications for daptomycin use are the same with other countries; namely, complicated skin and soft tissues infections, and S.aureus bacteremia and S.aureus right sided endocarditis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Ahmet Önder Güney, Olcay Eser, Mehmet Erkan Üstün, Ertuğ Özkal
Derleme
Özeti
Ventrikülo-Peritoneal Şant Kateterinin Anal Migrasyonu
Anal MIgratIon Of VentrIculo-PerItoneal Shunt Catheter
Şant uygulaması sonrası intraabdominal komplikasyonlar seyrektir. (Abdominal kateterin skrotuma migrasyonu ve intestinal perforasyonu) Bizde ventrikülo-peritoneal (V-P) şantların intraabdominal komplikasyonlarından bir olgu sunduk.
Ventriculo-peritoneal shunt, hydrocephalus, anüs
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Ailesel Akdeniz Ateşi
İlhan Sezer, Hilal Kocabaş
Derleme
Özeti
Ailesel Akdeniz Ateşi
FamIlIal MedIterranean Fever
Amaç: Ailesel Akdeniz Ateşi, günümüzde bilinen herediter periyodik ateş sendromları arasında en yaygın ve en iyi tanınmış olanıdır. Biz bu derlemede, yurdumuzda sıkça görülen bu hastalığı ve yeni tedavi metotlarını özetledik. Ana bulgular: Ailesel Akdeniz ateşi literatürde ilk defa 1908 yılında bir Yahudi kızında tanımlanmıştır. Çoğunlukla Ermenilerde, Sefarad Yahudilerinde, Araplarda, Anadolu Türklerinde görülür. Hastalığın patogenezi tam olarak aydınlatılamamıştır. Tipik özelliği karın ağrısı, göğüs ağrısı veya eklem ağrısının eşlik ettiği akut ateş ataklarıdır. En önemli komplikasyonu ise AA tipi amiloidozdur. Spesifik bir laboratuvar veya radyolojik bulgusu yoktur. Tedavide en çok kullanılan kolşisin, akut atak sıklığını azalttığı gibi amiloidoz gelişimini önlemede de etkindir. Sonuç: Hastaların yaklaşık 1/4’ü kolşisin tedavisine dirençlidir. Bu hastalarda tedaviye eklenen interferon a, selektif seratonin reuptake inhibitörleri veya biyolojik ajanların etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır.
Aim: Familial Mediterranean fever, is the most common and well known disease in hereditary periodic fever syndromes at the present time. In this review we summarized the disease, which was seen frequently in our country, and newly treatment methods. Main findings: Familial Mediterranean fever was described in a Jewish girl in 1908. Generally it was seen in Armenians, Sefaradian Jew, Arabians and Anatolian Turks. Pathogenesis of the disease was not clear. Characteristic feature of the disease is acute fever attacks accompanied with abdominal pain, chest pain and joint pain. The most important complication is type AA amiloidosis. There is no specific laboratory or radiological finding. Colchicum which is used in the treatment, decreases frequency of attacks and prevents from development of amiloidosis. Result: Aproximately 1/4 patients are resistive to colchicum treatment. There are some studies which shows adding interferon a, selective seratonine reuptake inhibitors and biological agents to the treatment are effective in these patients.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Büşra Totan, Hilal Yıldıran, Feride Ayyıldız
Derleme
Özeti
Bağırsak Mikrobiyatası Vücut Ağırlığını Etkiler Mi?
Does Gut MIcrobIota Effect On Body WeIght?
Günümüzde prevalansı gittikçe artan ve en büyük sağlık problemlerinden biri olan obezite; diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, inme, kanser, astım, obstrüktif uyku apne sendromu gibi bir çok kronik hastalıkla ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle obezitenin tedavisi bir çok kronik hastalık riskinin önlenmesine katkı sağlamaktadır. Yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivitede artış ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra son dönemlerde obezite tedavisinde gastrointestinal sistem etkilerinin üzerinde durulmaya başlanmıştır. Özellikle bağırsak mikrobiyatasının obeziteyle ilişkilendirildiği görülmektedir. Bağırsak mikrobiyatasının beslenme alışkanlıkları ve obeziteyle birlikte değişebildiği bir çok çalışmada gösterilmiştir. Değişen mikrobiyatanın obezite ve obeziteyle ilişkili bir çok hastalıkla ilişkisi olabileceği tartışılmaktadır. Bu alanda uzun dönemde yapılacak kontrollü çalışmaların obezitenin tedavisinde yeni bir yaklaşım oluşturacağı ve obeziteyle mücadelede önem kazanacağı düşünülmektedir. Bu derlemede bağırsak mikrobiyatası ve obezite arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
\r\n
Today an increasing prevalence of obesity, which is one of major health problems is associated with many chronic diseases such as diabetes, cardiovascular disease, stroke, cancer, asthma obstructive sleep apnea syndrome. Therefore, treatment of obesity contribute to prevention of many chronic diseases risk. Recent years, it has started to consider on effects on the gastrointestinal system in treatment of obesity as well as adequate and balanced diet, increasing physical activity and lifestyle changes. Especially it was seen that gut microbiota has been associated with obesity. Many studies showed that gut microbiota may be vary with eating habits and obesity. It is discussed changed microbiota might be associated with obesity and many obesity-related diseases. It is thought that long term-controlled studies in this area will create a new approach to the treatment of obesity and come into prominence in the fight against obesity. In this review,it was aimed to evaluate the relationship between body weight and the gut microbiota.
\r\n amaçlanmıştır.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Serbest Radikaller Ve Deri
Şeniz Ergin, Vahide Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Serbest Radikaller Ve Deri
Free RadIcals And SkIn
Moleküler oksıjenden meydana gelen serbest ra-dikaller tıp alanında özel ilgi toplamaktadır. Oksijen radikallerinin üretildiği yerlerden biri olarak deri serbest radikallerin hasar yapıcı etkilerine karşı bir-hedef organ konumundadır. Bu derlemede radikal oksijen türleri ve derideki etkilerinin tanumna yer antioksidan savunma mekanizmaları ve olası yeni terapötik antioksidan ajanlara değinilmiştir.
Free radicals derived fi-om molecular oxygen are receiving particular attention irı medicine. Skin as a sit,• of ()Aygen radical production is a target organ for their &imaging properties. In this review the desen-prim'r of radical oxygen species and their ef-fects on skin is presented, antioxidant defence ince-hanisms and possible novel therapeutic antioxidant agents are mentioned.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Prematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni Açılımlar
Hürkan Kerimoğlu, Banu Turgut Öztürk, Rahmi Örs
Derleme
Özeti
Prematürite Retinopatisi: Güncel Yaklaşım Ve Yeni Açılımlar
RetInopathy Of PrematurIty: Current UnderstandIng And Future Prospects
Prematurite Retinopatisi kör edici potansiyele sahip bir hastalıktır. Dünyanın yenidoğan yoğun bakım hizmeti sunulan bölgelerinde çocuk körlüklerinin başta gelen sebebi olmaya devam etmektedir. Bu derlemedeki amacımız güncel bilgiler ışığında PR tarama ve tedavisindeki yenilikleri değerlendirmektir. Yenidoğan yoğun bakım unitelerinin yaygınlaşması daha fazla sayıda ve daha immatür bebeklerin yaşatılmasına olanak sağlamaktadır. Bu da taranması gereken prematür infant sayısını ve tedavi edilmesi gereken göz sayısını artırmaktadır. Bugüne kadar muayeneyi deneyimli bir göz hekiminin hasta başında binoküler indirekt oftalmoskop ile yapması gerekliliği savunulurken artık çekilen renkli dijital fotoğrafların belirli merkezlerde göz hekimleri tarafından değerlendirilebileceği tartışılmaktadır. Tedavi cephesinde ise daha destrüktif olan kriyoterapi ve laser tedavisi yerine göz içine bir defa enjekte edilecek anti-anjiyojenik ilaçların kullanıma girmesi mümkün görünmektedir. Yaşanan teknolojik ve medikal gelişmeler prematürite retinopatisinin tarama ve tadavi şemalarında yakın zamanda köklü değişiklikler yapabilir.
Retinopathy of prematurity (ROP) is a potentially blinding disease. ROP continues to be a leading cause of blindness of newborn in areas of the world that provide neonatal intensive care services to premature newborns. The aim of this review is to evaluate the new technical improvements and treatment modalities under current data. Increased number of Newborn Intensive Care Units leads to survive of incerased number of immature babies which in turn leads to increased number of premature infants to be screened and eyes to be treated. Although the current gold standart of screening method is examination by an experienced opthalmolog with binocular indirect ophthalmoscopy, a new debate arose that claims digital retinal photographs may be taken and evaluated in the remote reading centers by experienced ophthalmologists. On the other hand intravitreal injection of single dose of anti-VEGF may replace the more destructive cryotherapy and laser at the treatment aspect. Recent technical and medical improvements may induce major changes at the screening and treatment protocols of PR.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kardiyovasküler Yaşlanma
Mehmet Akif Düzenli, Kadriye Zengin
Derleme
Özeti
Kardiyovasküler Yaşlanma
CardIovascular AgIng
Amaç: Yaşlanma, sağlıklı yaşlılarda görülen kardiyovasküler yapı ve fonksiyon bozukluklarına neden olan önemli bir olaydır. Bu derlemede amacımız kardiyovasküler yapı ve fonksiyonlar üzerine yaşlanmanın etkisini özetlemektir. Ana bulgular: Arteriyal sertlikte artma sol ventrikül şeklini ve afterloadını artırır. Sol ventrikül yapı ve fonksiyonlarındaki yaşla ilişkili olumsuz değişiklikler, ejeksiyon rezervinde bozulma, diyastolik çapta artış ve diyastolik doluş paternindeki değişiklikleri içerir. Miyosit sayısında azalma ve subsellüler yapılarda bozulma ilerleyen yaşla belirginleşir. Yaşlılarda egzersiz sırasında kardiyovasküler fonksiyonlarda anlamlı değişikler olduğu da gösterilmiştir. Sonuç: Yaşlanma sonucu olduğu düşünülen kardiyovasküler sistemin yapı ve fonksiyonunda önemli değişiklikler gözlenmektedir. Bu değişiklikler ya adaptif yada erken preklinik hastalık sayılabilir, fakat klinik olarak açık disfonksiyon yokluğunda da oluşabilir.
Aim: Aging is a major process that results in changes in cardiovascular structure and function in elderly people. The aim of this review to summarize the effect of aging on some aspects of cardiovascular structure and function. Result: Increased arterial stiffness alters afterload and left ventricular shape. Age related deteriorations in left ventricular structure and functions are impaired ejection reserve, increase in diastolic volume and an altered diastolic filling pattern. Reduction in the number of myocytes and deterioration of subcellular structure are also remarkable with advanced age. Significant alterations in cardiovascular function during exercise are also demonstrated in elderly people. Conclusion: Significant changes have been noted in the structure and function of the cardiovascular system in older people that are considered to be the result of aging. These changes can be regarded as either adaptive or early preclinical disease, but they occur in the absence of clinically manifest dysfunction.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Kazım Gezginç, Halime Göktepe
Derleme
Özeti
Gebelikte Travmaya Yaklaşım
Approach To Trauma In Pregnancy
Gebelerde travma nonobstetrik maternal-fetal mortalite ve morbiditeden sorumludur. Gebelikte travmaya yaklaşım gebe olmayanlara benzemekle birlikte gebelikte olan fizyolojik değişiklikleri bilerek hastaya yaklaşılmalı ve gelişebilecek obstetrik komplikasyonlara zamanında önlem alınmalı ve bu komplikasyonların maternal mortalite ve morbiditeyi de etkileyebileceği unutulmamalıdır.
In pregnant women, trauma is responsible for nonobstetrik maternal-fetal mortality and morbidity. Approach to trauma in pregnancy is similar to non-pregnant women. Approach to patient with considering physiological changes during pregnancy and timely prevention of possible obstetrical complications is significant keeping in mind that these complications may affect maternal mortality and morbidity.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Neonatal Hemokromatozis
Ali Annagür, Hüseyin Altunhan, Rahmi Örs
Derleme
Özeti
Neonatal Hemokromatozis
Neonatal HemochromatosIs
Neonatal hemokromatozis, ekstrahepatik siderozis ile birlikte olan ve klinikte şiddetli neonatal karaciğer hastalığı olarak tanımlanan nadir bir hastalıktır. Neonatal hemokromatozisin etiyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak fetüsta karaciğer hasarına yol açan alloimmun bir bozukluğun neden olduğu kabul edilir. Neonatal hemokromatozisin sonraki gebeliklerde tekrarlama oranı yaklaşık olarak %80’dir. Neonatal hemokromatozis koagülopati, hipoglisemi, hipoalbuminemi, hipofibrinojenemi, trombositopeni, anemi, direkt ve indirekt hiperbilirubinemi ile yaşamın ilk gününde ortaya çıkan hepatosellüler yetmezlik ile karakterizedir. Pozitif aile öyküsü, yüksek serum ferritin düzeyi, yüksek alfa-fetoprotein düzeyleri ve histolojik veya manyetik rezonans görüntüleme ile siderozisin gösterilmesi neonatal hemokromatozis tanısını koymada göz önünde bulundurulan kriterlerdir. Etkili bir medikal tedavisi olmadığı için sıklıkla karaciğer transplantasyonu gerekmektedir. Prognozu genellikle kötüdür. Bu derlemede fetüs ya da yenidoğanda karaciğer yetmezliğine yol açan neonatal hemokromatozis tartışılacaktır.
Neonatal hemochromatosis is a rare disease clinically defined as severe neonatal liver disease in association with extrahepatic siderozis. The etiology of neonatal hemochromatosis is not understood exactly. However, according to a theory neonatal hemochromatosis is accepted to be an alloimmune disorder causing liver injury in fetus. After an effected one in the pregnancy the recurrence rate of neonatal hemochromatosis is ~80%. Hepatocellular failure which occurs in the first days of life with coagulopathy, hypoglycemia, hypoalbuminemia, hypofibrinogenemia, thrombocytopenia, anemia, and direct and indirect hyperbilirubinemia characterizes neonatal hemochromatosis. In order to diagnose neonatal hemochromatosis there are some certain criteria that sould be taken into account such as a positive family history, high serum ferritin levels, high serum alpha-fetoprotein levels and siderozis demonstrated with histology or with magnetic resonance. Since an affective medical treatment has not been found yet, liver transplantation is almost always required. The prognosis of neonatal hemochromatosis is generally poor. This review will discuss neonatal hemochromatosis that leads to liver failure in the fetus or newborn.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Diabetik Maküla Ödemi Tedavisinde Selektif Lazer
Sevim Yaman
Derleme
Özeti
Diabetik Maküla Ödemi Tedavisinde Selektif Lazer
SelectIve Laser In Treatment Of DIabetIc Macular Edema
Diabetes mellitus (DM), endojen insülinin mutlak veya göreceli eksikliği veya periferik etkisizliği sonucu ortaya çıkan kronik hiperglisemi, karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluk, kapiller membran değişiklikleri ve hızlanmış ateroskleroz ile seyreden kronik, progresif bir hastalıktır (1). Diabetik hastalardaki görme kaybının başlıca nedeni ise maküla ödemidir(4). Maküla ödemi tedavisinde Lazer fotokoagulasyon, VEGF inhibitörleri ve vitrektomi önerilmektedir. Koroid, nöroretina özellikle fotoreseptörlerin korunarak, RPE’in laser ile selektif hasarı uygun tedavi metodu gibi görünmektedir (24). Fundusun, µs pulse süreleri ile ardışık radyasyonu ile fotoreseptörlerin korunarak RPE’nin selektif hasarlandığı görülmüştür (26,27). RPE’ni selektif hasara uğratarak dibetik maküla ödemi tedavisini planladığımız çalışmada Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Retina Biriminde Ekim 2005-Şubat 2007 arasında DRP tanısı ile takip edilen, yapılan muayene ve tetkikler sonucunda maküla ödemi varlığı saptanan 18 yaşın üzerinde 84 hastanın 99 gözünü 2 gruba ayırarak SRL ve grid lazer tedavisi uyguladık ve 6 ay izledik. Çalşmamızın sonucunda SRL ve grid lazer DMÖ tedavisinde etkili bulunmuştur. SRL tedavisi uygulanan hastaların görme keskinliklerinde % 84.9 artış ve stabilizasyon tespit edildi. Grid lazer grubunda 6 aylık takip sonucunda görme keskinliğinde % 89.9 artış ve stabilizasyon saptandı.
Diabetes mellitus (DM) absolute or relative deficiency of endogenous insulin or resulting from peripheral ineffectiveness of chronic hyperglycemia, carbohydrate, protein and fat metabolism disorder, capillary membrane changes, and accelerated atherosclerosis associated with chronic, progressive disease (1). The main cause of vision loss in patients with diabetic macular edema(4). In the treatment of macula edema, laser photocoagulation, VEGF inhibitors and vitrectomy is recommended. Choroid, neuroretina, photoreceptors preserving particularly selective RPE laser damage seems to be the appropriate treatment method (24). It was seen that Fundus was preserved µs pulse duration and consecutive irradiation damage, selective RPE with photoreceptors (26,27). Suffered damage to the planned study of selective RPE treatment in diabetic macular edema, Afyon Kocatepe University School of Medicine, Department of Ophthalmology, Retina Unit, between October 2005 and February 2007 were followed up with a diagnosis of DRP, and triggers as a result of the examination detected the presence of macular edema over the age of 18, 99 eyes of 84 patients separated into 2 groups and administered SRL and grid laser treatment followed 6 months. As a result, SRL, and grid laser photocoagulation was effective in the treatment of DMÖ. 84.9 % increase in SRL-treated patients and stabilization of visual acuities were determined. It was confirmed that in Grid laser group and 6-month follow-up and stabilization as a result of an increase in visual acuity was 89.9%.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Özge Atay
Derleme
Özeti
Sars-Cov-2 İmmunopatogenezi Ve Olası Anti-İnflamatuvar Tedavi Seçenekleri
Sars-Cov-2 ImmunopathogenesIs And PossIble AntI-Inflammatory Treatment OptIons
2019'un sonlarına doğru, Çin'in Wuhan Eyaletinde hastalarda akut solunum sıkıntısı sendromuna neden olan yeni koronavirüs tespit edildi. Bu virüse, Uluslararası Virüs Taksonomi Komitesi tarafından ciddi akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) adı verildi. Bu yeni koronavirüsün neden olduğu hastalığa ise Dünya Sağlık Örgütü tarafından koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) adı verildi. Bu virüsün yarasalardan kaynaklanan Betakoronavirus alt sınıfında olduğu belirlenmiştir. Viral enfektiviteden sorumlu zarf, membran, nükleokapsid ve spike proteinleri gibi viral proteinlerin immünopatogenezdeki rolü çalışmalarda araştırılmaktadır. Özellikle hastalığın ileri evrelerinde sitokin fırtınası gelişimine bağlı çoklu organ yetmezliklerinin geliştiği çalışmalarda vurgulanmıştır. SARS-CoV-2'ye karşı doğal ve adaptif bağışıklık da dahil olmak üzere etkin konakçı bağışıklık yanıtı viral enfeksiyonu kontrol etmek ve tedavi için çok önemlidir. Günümüzde hastalıkta etkili bir tedavi bulunamamakla beraber çalışmalarda çeşitli immünsupresif ve immunmodülatör özelliği olan bazı ilaçların faydası gösterilmiştir. Bu yazıda SARS-CoV-2’nin immunopatogezi ve bunun üzerinden etkili olabilecek tedavi modelleri, güncel literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Towards the end of 2019, new coronavirus causing acute respiratory distress syndrome in patients was detected in Wuhan Province, China . This virus was called serious acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2) by the International Virus Taxonomy Committee. The disease caused by this new coronavirus was called coronavirus disease-2019 (COVID-19) by the World Health Organization. This virus was found to be in the subclass of Betakoronavirus caused by bats. The role of viral proteins such as envelopes, membranes, nucleocapsids and spike proteins responsible for viral infectivity in immunopathogenesis is being investigated in studies. It has been emphasized in studies in which multiple organ failure develops due to the development of cytokine storm, especially in the advanced stages of the disease. An effective host immune response, including natural and adaptive immunity to SARS-Cov-2, is essential for controlling and treating viral infection. Although there is no effective treatment for the disease today, the benefits of various immunosuppressive and immunomodulatory drugs have been shown in studies. In this article, the immunopathogenesis of SARS-CoV-2 and the treatment models that can be effective on immunopathogenesis are reviewed in the light of current literature.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Çocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli Psikodermatozlar
Ayhan Bilgiç, Özlem Bilgiç
Derleme
Özeti
Çocuk Ve Ergenlerde Psikofizyolojik Kökenli Psikodermatozlar
PsychophysIologIc Based PsychodermatosIs In ChIldren And Adolescents
Psikiyatrik bozuklukların ve stresin cilt hastalıklarının ortaya çıkması ve alevlenmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Öte yandan, cilt hastalıklarının sıklıkla anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesinde bozulma ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu nedenle psikiyatrik durum ile cilt hastalıkları arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu varsayılabilir. Buna karşın, olguların önemli bir bölümünde cilt hastalıkları yetişkinlikten önce başlasa da çocuk ve ergenlerde cilt hastalıkları ile psikiyatrik morbidite arasındaki ilişki hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Bu makalede, psikofizyolojik kökenli çocukluk çağı psikodermatozları ve bu hastalıklar hakkındaki güncel bilimsel bakış açısı tartışılacaktır.
Psychiatric disorders and psychological stress has been implicated as a potential trigger in onset and exacerbation of dermatological diseases. Additionally, skin diseases have often been found to be associated with anxiety, depression and impaired quality of life. Therefore, it may be considered that there are a reciprocal influence between psychiatric status and skin diseases. Although significant majority of the cases begin before adulthood, limited data are available about relationship between skin disease and psychiatric morbidity in childhood and adolescence. In this article, psychodermatologic disorders in these age groups and our current scientific knowledge on these disorders will be discussed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Astım Patogenezi
İsmail Reisli, Yavuz Köksal
Derleme
Özeti
Astım Patogenezi
PathogenesIs Of Asthma
Astım dünyanın pek çok ülkesinde gerek çocukların gerekse erişkinlerin en sık görülen hastalıklarından birisidir. Astımın; genetik yatkınlık, vira! enfeksiyonlar, inhaler allerjenler, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi birçok faktörün neden olduğu hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalık olduğu anlaşılmıştır. Bu inflamasyonun temelinde Th2 tip lenfositlerin ve eozinofillerin önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak astımın patogenezi konusundaki bil gilerimizin artması, astım prevelansındaki artışı engelleyememiştir. Bu nedenle 21. yüzyılın başlarında bulun duğumuz şu yıllarda astım, önemli bir sağlık sorunu olma özelliğini hala korumaktadır.
Asthma is one ofthe commonest diseases in children and adults İn many countries. The prevalence of asthma has dramatically increased in recent years. The development of asthma depend on an interaction between genetic factors, environmental exposure to allergens, and nonspesific adjuvant factors such as tobacco smoke, air pollu- tion, and vira! infections. These factors initiates a series of immunological changes, resulting in airvvay inflamma- tion. The airvvay inflammatory process is characterized by chronic eosinophilic and Th2 type lymphocytic infiltra- tion. Although the knovvledge about asthma pathogenesis has increased, the prevalence of asthma has not decreased. Therefore, the asthma stili is a threat for the society’s health at the beginning of the 21 st century.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Dermatolojide Plateletten Zengin Plazma Tedavisi
Selami Aykut Temiz, Recep Dursun
Derleme
Özeti
Dermatolojide Plateletten Zengin Plazma Tedavisi
Platelet RIch Plasma Treatment In Dermatology
Plateletten zengin plazma tedavisi, son zamanlarda kullanımı giderek artan, kanın santrifüj edilmesiyle elde edilen ve yüksek konsantrasyonda platelet içeren plazma bileşenidir. İlk olarak 1987’de açık kalp ameliyatlarını takiben homolog kan ürünlerinin transfüzyonunu azaltmak için kullanılmıştır. Günümüzde dermatolojinin yanısıra ortopedi, fizik tedavi, plastik cerrahi, kalp damar cerrahi, maksillofasiyal cerrahi, üroloji ve oftalmoloji gibi birçok alanda kullanımı giderek artmaktadır. Dermatolojide de giderek artan sıklıkta birçok farklı endikasyonda kullanılmaktadır. Çalışmalardan elde edilen sonuçlar umut vermekte ve her geçen gün yeni bir endikasyona işaret etmektedir. Fakat çalışmalarda genellikle uygulama standardizasyonu ve hasta sayısının azlığı sınırlayıcı etkileri oluşturmaktadır. Plateletten zengin plazmanın kesin endikasyonlarını belirlemeden önce, uygulamaların standardizasyonu ve geniş hasta popülasyonları üzerinde yapılmış kontrollü çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Platelet-rich plasma has become increasingly popular in recent years, and it is a plasma component that contains a high concentration of platelets, which is obtained by centrifugation of blood. It was first used in 1987 to reduce the transfusion of homologous blood products following open heart surgery. In recent years, in addition to dermatology, the use of Platelet-rich plasma has been increasing in many medical branches such as orthopedics, physical therapy, plastic surgery, cardiovascular surgery, maxillofacial surgery, urology and ophthalmology. Dermatology are still increasingly being used in many different indications. The results obtained in the studies give hope and indicate a new indication every day. However, in studies, the lack of application stand and the low number of patients are seen as limiting effects. Before determining the exact indications of the Platelet-rich plasma, standardization of applications and controlled studies on large patient populations are needed.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
Semih Erden, Kevser Nalbant
Derleme
Özeti
Otizm Spektrum Bozukluğu Ve Prenatal Risk Faktörleri
AutIsm Spectrum DIsorder And Prenatal RIsk Factors
\r\n Otizm spektrum bozukluğu, sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğu ile kısıtlı ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterize nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Otizm yaklaşık 68 çocukta 1 görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda görülme sıklığının arttığı bildirilmekte olup bu artışın bilgi ve farkındalığın artması ve tanı ölçütlerinin değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmekle birlikte yapılan çalışmalarda çevresel faktörler ve bunların henüz bilinmeyen genetik bir takım etkenlerle ilişkisinin de bu artışa katkı sağladığı düşünülmektedir. Nörogelişimsel olarak önemli ve kırılgan bir dönem olan prenatal dönemde çocuğun maruz kaldığı çevresel faktörlerin otizm spektrum bozukluğu gelişmesi açısından risk etkeni olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Gebelik döneminde özellikle valproik asit, terbutalin, selektif serotonin geri alım inhibitörleri gibi ilaçlarla otizm spektrum bozukluğu arasında bir ilişki olduğu, bu dönemde ağır metal ve pestisite maruz kalmanın otizm spektrum bozukluğu riskini arttırdığı, yoğun sigara, alkol ve madde kullanımının nörogelişimsel süreci sekteye uğrattığı, gebelik döneminde geçirilen gestasyonel diyabet, otoimmun hastalıklar, enfeksiyonlar ve uzamış ateşin inflamatuar süreçler aracılığıyla otizm spektrum bozukluğu riskini artırabileceği bildirilmektedir. Göç, mevsimler ve gebelik döneminde maruz kalınan hava kirliliğininde risk artışına etkisi olduğu bildirilmiş ve daha fazla epidemiyolojik çalışmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. otizm spektrum bozukluğu ile ilişkili çevresel etkenlerin tanınması, anne adaylarının bu risk etkenleri ile ilgili bilgilendirilmesinin sağlanarak bu etkenlerden uzak durmaları veya bu etkenlerin elimine edilmesi ile otizm spektrum bozukluğu riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceğinden bu alanda yapılan çalışmaların derlenmesi ve risklerin ortaya konulması özellikle önemlidir. Bu gözden geçirmede son dönemde sayısı artan prenatal etkenler ile ilgili yapılan çalışmaların derlenerek bütüncül olarak ele almasının kolaylaştırılması hedeflemektedir.
\r\n
\r\n Autism spectrum disorder is a neuro-developmental disorder characterized by social interaction and communication, and restricted and repetitive behaviors. Autism is seen in nearly one of 68 children. The incidence is reported to increase, and the increase is suggested to arise from increased information, awareness and alterations in diagnostic criteria. However, environmental factors and their relationships to several unknown genetic factors are also considered to contribute to the increase. The assessment of whether environmental factors lead to risks for autism spectrum disorder in perinatal period, especially when children are exposed to these factors in a neurodevelopmentally important and fragile stage, is so important. It is reported that in pregnancy, there is an association between autism spectrum disorder, and exposure to such drugs as valporic acid, terbutaline and Selective Seratonin Reuptake Inhibitors.Exposure to heavy metals and pesticides increases the risk of autism spectrum disorder.Intense smoking, and alcohol consumption and drugsdisrupt neurodevelopmental process, Also, gestational diabetes may elavate the risk of autism spectrum disorder due to autoimmunal disorders, infections and inflammatory pocesse of prolonged fever. Migration, seasons and air pollution exposed in pregnancy are also reported to affect autism spectrum disorder risk. The awareness level between environmental factors and autism spectrum disorder should be increased among prospective mothers, and these mothers should be trained as to the risk factors. Because prospective mothers avoid these factors, or the elimination of these factors should be beneficial for reducing autism spectrum disorder risk, analyzing related studies and enlightening risk factors are especially important. Here, we aimed at revising recent studies related to prenatal factors from a holistic perspective.
\r\n
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Toplum Beslenmesinde Sürdürülebilirlik Ve Çevre
Gülsena Akay, Lütfi Saltuk Demir
Derleme
Özeti
Toplum Beslenmesinde Sürdürülebilirlik Ve Çevre
SustaInabIlIty In PublIc NutrItIon And EnvIronment
Sürdürülebilirlik, gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini koruyarak mevcut nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Sürdürülebilir bir beslenme sistemi, şimdiki ve gelecek nesillerde sağlıklı bir yaşam için besin ve beslenme güvencesine katkıda bulunan düşük çevresel etkilere sahip bir diyeti ifade eder. Artan küresel nüfus, gelişen teknoloji, kentleşme ve sanayileşme sonucu beslenme sistemleri değişmiştir. Bu durum başta artan kronik hastalık insidansı olmak üzere pek çok sağlık sorununa ek olarak sera gazı salınımlarının artışı, su kaynaklarının ve arazilerin tahripleri gibi çevresel sorunlarla sonuçlanmaktadır. Çevresel değişimler ile beslenme sistemleri birbirleriyle ilişkilidir. Hayvansal besinleri yeterli miktarda içeren, bitkisel besin temelli olan bir beslenme modeli sağlık ve çevrenin sürdürülebilirliğini destekleyebilir.
Sustainability is satisfying the needs of present generation by pro tecting presence and quality of resources that future generations will need. A sustainable nutrition system refers to a diet with low environmental impacts which contribute to food and nutrition security for healthy life for present and future generations. Nutrition systems has changed as a result of growing global population, developing the technology, urbanization and industrialization. This situation result in environmental problems as water resources and land uses and increasing greenhouse gases emissions in addition to several health problems notably increasing cronic diseases incidence. Environmental changes and nutrition systems are interrelated. A nutrition model which is containing animal based food enough and plant based can supply sustainability of health and environment.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Optogenetik Ve Beslenme
Esra Fidan, Işık Solak Görmüş
Derleme
Özeti
Optogenetik Ve Beslenme
OptogenetIcs And NutrItIon
Optogenetik, beyindeki belirli nöron gruplarını açmak veya kapatmak için ışığı kullanan biyolojik bir tekniktir.
Optogenetiğin avantajı, hücre özgüllüğünün olmasıdır. Bu şekilde belirli nöron grupları hedeflenebilir ve tüm
fonksiyonları incelenebilir. Optogenetikte ışık bir nöronun fonksiyonunu oluşturan elektirik potansiyellerine
dönüştürülerek, opsin adı verilen proteinlere sahip spesifik nöronlara yüklenir. Beynin belirlenen bölgesine
ışık tutulduğu zaman, sadece opsin yüklü nöronları aktive olur ve bu şekilde istenen potansiyel oluşturulur.
Optogenetiğin ilk çalışmaları, beyne optik fiberler aracılığıyla ışık gönderilmesi, bu şekilde deneklerin fiziksel
olarak bir kontrol istasyonuna bağlı olması şeklindedir. Sonraki zamanlarda araştırmacılar, kablosuz elektroniği
kullanarak pilsiz bir teknikle deneklerin serbestçe hareket edebilmesini sağlamış. Ancak bu cihazlar büyük hacimli
ve sıklıkla kafatasının dışına görünür bir şekilde tutturulmaları, ışığın frekansının veya yoğunluğunun hassas bir
şekilde kontrol edilmesine izin vermeyişleri ve bir seferde beynin sadece bir bölgesini uyarabilmeleri nedeniyle
kullanılmaları zor olmuştur. Işığın beynin hangi alanını seçeceği, ışığın yoğunluğunun kontrolü, ışık kaynakları
tarafından üretilen ısı ile harekete geçen nöronların yanlışlıkla aktifleştirilmesinin önlenmesi çalışmalar açısından
önem arz etmektedir. Optogenetik yöntemlerin gelişimi birçok hastalığın tanı ve tedavi yöntemlerinin fotonlarla
sağlanabilmesini kolaylaştıracaktır. Optogenetik yöntemle beslenme ile ilgili beyin bölgelerinde yapılan çalışmalar
beslenme bozukluklarının (hiperfaji, anoreksi vb.) tedavisi açı sından da oldukça önemlidir.
Optogenetics is a biological technique that uses light to turn on or turn off certain groups of neurons in the
brain. The advantage of optogenetics is that it has cell specificity. In this way, certain groups of neurons
can be targeted and all their functions can be examined. In optogenetics, light is transformed into electrical
potentials that form the function of a neuron and loaded onto specific neurons with proteins called opsin.
When light is shined on the designated area of the brain, only opsin-loaded neurons are activated, and in this
way the desired potential is created. The first studies of optogenetics were sending light to the brain through
optical fibers, so that the subjects were physically connected to a control station. Later, researchers used
wireless electronics to allow subjects to move freely with a battery-free technique. However, these devices
have proved difficult to use because they are large in volume and often attached to the outside of the skull
visibly, do not allow precise control of the frequency or intensity of light, and can only stimulate one area of
the brain at a time. Which area of the brain the light will select, the control of the intensity of the light, and
the prevention of accidental activation of the neurons that are activated by the heat produced by the light
sources are important for studies. The development of optogenetic methods will make it easier to provide
diagnosis and treatment methods of many diseases with photons. Studies in brain regions related to nutrition
by optogenetic method are also very important in terms of treatment of nutritional disorders (hyperphagia,
anorexia, etc.).
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Antibiyotiklerin Etkisinin Ultrasonla Güçlendırılmesı
Fuat Yöndemli, Bülent Baysal
Araştırma makalesi
Özeti
Antibiyotiklerin Etkisinin Ultrasonla Güçlendırılmesı
PotentIatIon Of AntIbIotIc Effect By Ultrasound
Kontamine yaralarda antibiyoliklerle kombine edilen ultrason uygulaması sonucu, antibakieryal etkinin çeşitli yayınlara göre 1.7-10.8 misli arttığı rapor edilmektedir. Ultrasonun, kernoterapöıik ajanın mikroorganizrna duvarıyla daha çok temasa gelmesini sağlayarak etkili olduğu düşünülmektedir. 1 14 derlemede konuyla ilgili olarak Doğu Blokunda yapılan çalışmalar hakkında bilgi verilmiştir.
Some authors reporied that antibacterial effect increases 1.7 to 10.8 times, when antibiotics are used logether with ultrasound in the contaıninated injuries. It has been suggesıed that the ultrasound may increase the antibacierial effect, when the antibacterial drug gets in iade rnore with the microbial cell membrane I'n this review, investigations vere carried out about this subject in the Lastern Mack Countries.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Akut Pankreatit
Ayşegül Bükülmez
Derleme
Özeti
Akut Pankreatit
Acute PancreatItIs
Akut pankreatit, çocuklarda akut karın ağrısının önemli bir nedenidir ve acil tedavi gerektirir çünkü hayatı tehdit edici olabilir. Akut pediatrik pankreatit insidansı artmaktadır. Her ne kadar akut pankreatit epidemiyolojisi, çocuklarda klinik bulgular ve akut pankreatit seyri genellikle yetişkinlerden farklı olsa da, yetişkin çalışmaları temelinde etiyoloji, tedavi ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir. Çoğu durumda, inflamasyon kendini sınırlayabilir, ancak bazı durumlarda akut pankreatit, akut tekrarlayan pankreatit veya kronik pankreatit ilerleyebilir. Sekonder komplikasyonları önleyebileceğinden, çocuklarda akut pankreatit döneminde en uygun tedaviyi sağlamak gereklidir. Bu derlemede akut pankreatit epidemiyolojisi, akut pankreatit tanısında görüntüleme ve görüntüleme bulgularının rolü, tedavi yöntemleri ve tedavisi ve akut pankreatit komplikasyonları özetlenmiştir.
Acute pancreatitis is an important cause of acute abdominal pain in children and requires prompt treatment because it may become life-threatening. The incidence of acute pediatric pancreatitis is increasing. Although epidemiology of acute pancreatitis, clinical manifestations and acute pancreatitis course in children are generally different than in adults, information about etiology, management and results are obtained on the basis of adult studies. In most cases, inflammation may limit itself, but in some cases acute pancreatitis, acute recurrent pancreatitis or chronic pancreatitis may progress. It is necessary to provide optimal management in the acute period of pancreatitis in children, as this may prevent secondary conplications. In this review we summarise the epidemiology of acute pancreatitis, role of imaging and imaging findings in the diagnosis of acute pancreatitis, treatment methods and management and complications of acute pancreatitis.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Spor Hekimliğinde Etik Yaklaşımlar Ve Malpraktis
Sabriye Ercan, Hüseyin Tolga Acar, Berke Aksöz
Derleme
Özeti
Spor Hekimliğinde Etik Yaklaşımlar Ve Malpraktis
EthIcal Approaches And MalpractIce In Sports MedIcIne
Spor, dünya çapında birçok insan tarafından benimsenmiş ve bir yaşam şekli olarak kabul edilmiştir. Barındırdığı kardeşlik, kenetlenme ve adalet gibi ilkeler sayesinde sağlıklı yaşam için gerekli olan egzersiz bilincine katkısının yanı sıra insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları birçok sorunun çözümüne de katkı sağlamaktadır. Spor hekimliği pratiği, diğer hekimlik uygulamaları ile karşılaştırıldığında etik çatışmalar açısından bazı farklılıklar barındırmaktadır. Bu farklılıkların temelini, klasik hekim-hasta ilişkisine ek olarak spor hekimlerinin özellikle de profesyonel takım doktorlarının, hekim-hasta-takım ilişkisini yönetmesi oluşturmaktadır. Bu ilişkinin yönetilmesi sırasında spor hekimleri bazı etik çatışmalar ile karşı karşıya gelebilmektedir. Hekimin, sporcuya yaklaşımında ve vereceği kararlarda, dürüst ve vicdana uygun hareket etmesi gerekmektedir. Bununla beraber, hekimin sporcuya yeterli bilgi vermesi, sporcunun kendi bedeni üzerinde karar vermesini ve özgürce hareket etmesini sağlaması önemli diğer bir etik davranıştır. Takımlar ve sporcular üzerindeki özellikle finansal baskılar ve bununla birlikte sporun temelinde var olan rekabet ve başarı hırsı, spor hekimlerinin karar verme süreçlerini etkileyebilecek ikilemler yaratabilmektedir. Fakat spor hekimleri profesyonelliklerini kaybetmeden, etik ilkelere uyması beklenen kişilerdir. Bu etik ilkelere uyulmadığı takdirde, ortaya malpraktis durumları çıkabilmekte ve hekimler adli süreçlerle karşılaşabilmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte her alanda olduğu gibi spor hekimliği alanında da birçok yenilik pratik kullanıma girmektedir. Bu yeniliklerin, spor hekimliği uygulamalarının gelişmesindeki rolü oldukça önemlidir. Bununla birlikte, bu gelişmelerin yaratabileceği olası etik problemler ve optimal karar verme sürecinde, mesleki bilgilerin güncel tutulması önemlidir. Özellikle doping kullanımı gibi etik ve yasal olarak uygun olmayan durumlarla mücadelede spor hekimlerine büyük görevler düşmektedir. Bu derlemeyle, spor hekimlerinin karşılaşabileceği olası etik sorunlar ve malpraktis durumları gözden geçirilecektir.
Sport has been adopted by many people around the world and has been accepted as a way of life. It not only contributes to the consciousness of exercise required for healthy life, but also contributes to the solution of many problems that people face in their daily lives thanks to the principles such as brotherhood, interlocking and justice. The practice of sports medicine has some differences in terms of ethical conflicts compared to other medicine practices. In addition to the classical physician-patient relationship, managing the physician-patient-team relationship, especially sports team physicians, forms the basis of these differences. During the management of this relationship, sports physicians may face some ethical conflicts. The physician must act in an honest and conscientious manner in his approach to the athlete and in his decisions. However, it is another important ethical behavior that the physician provides sufficient information to the athlete and enables the athlete to decide on his own body and act freely. Particularly financial pressures on teams and athletes, as well as the competition and ambition of success that are at the core of sports, can create dilemmas that can affect sports physicians' decision making processes. However, sports physicians are people who are expected to comply with ethical principles without losing their professionalism. If these ethical principles are not followed, malpractice situations may arise and physicians may encounter judicial processes. With the development of technology, many innovations in the field of sports medicine, as in every field, come into practical use. The role of these innovations in the development of sports medicine practices is very important. However, it is important to keep professional information up-to-date in the process of possible ethical problems and optimal decision making that these developments can create. Sports physicians have a great role in dealing with ethical and legally inappropriate situations, especially the use of doping. This review will review possible ethical problems and malpractice situations that sports physicians may encounter.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Yetişkin Yoğun Bakım Ünitelerinde Santral Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonlarının Önlenmesi: Sistematik Derleme
Aysun Acun, Nurcan Çalışkan
Derleme
Özeti
Yetişkin Yoğun Bakım Ünitelerinde Santral Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonlarının Önlenmesi: Sistematik Derleme
PreventIon Of Central LIne-AssocIated Bloodstream InfectIon In Adult IntensIve Care UnIts: A SystematIc RevIew
Bu derlemenin amacı, santral kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonlarını önlemeye yönelik yapılan ve yayınlanan
müdahale çalışmalarının sistematik olarak incelenmesidir. Bu çalışmada anahtar kelime olarak “Preventing
CLABSI infections” (Central Line-associated Bloodstream Infection=CLABSI) kullanılarak MEDLINE, CINAHL
COCHRANE Library ve PUBMED veri tabanları taranmıştır. 1 Ocak 2016-10 Kasım 2020 tarihleri arasında
uluslararası dergilerde yayınlanan çalışmalar değerlendirilmiş olup, yapılan tarama sonucunda 99 yayına
ulaşılmıştır. Dahil edilme/çıkarılma kriterleri doğrultusunda yedi çalışma derleme kapsamına alınmıştır. İncelenen
çalışmaların sonucunda, el hijyeni, kateter yerleştirilmesi sırasında maksimum bariyer önlemlerine uyulması,
%2’lik klorheksidin ile cilt antisepsisi, uygun pansuman uygulaması, femoral venden kaçınma ve günlük kateter
gerekliliğinin sorgulanması gibi kanıta dayalı enfeksiyon kontrol önlemlerinin uygun yöntemler aracılığıyla
uygulanmasının santral kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonlarını önlemede etkin olduğu saptanmıştır. Bu
sistematik derlemenin sonucunda, santral kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu insidansının düşürülmesi için
kanıta dayalı enfeksiyon kontrol önlemlerinin özellikle yetişkin yoğun bakım ünitelerinde uygun yöntemler eşliğinde
uygulanmaya devam edilmesinin gerekliliği saptanmıştır.
The purpose of this review is to systematically review the intervention studies conducted and published to
prevent central catheter-related bloodstream infections. In this study, MEDLINE, CINAHL COCHRANE Library
and PUBMED databases were searched using “Preventing CLABSI infections” (Central Line-associated
Bloodstream Infection = CLABSI) as a keyword. Studies published in international journals between January
1, 2016 and November 10, 2020 were evaluated, and 99 publications were reached as a result of the search.
Seven studies were included in the scope of the review in line with the inclusion / exclusion criteria. As a
result of the investigated studies, the application of evidence-based infection control measures such as
hand hygiene, adherence to maximum barrier precautions during catheter insertion, skin antisepsis with 2%
chlorhexidine, appropriate dressing, avoiding the femoral vein and questioning the need for daily catheters
through appropriate methods It has been found to be effective in preventing associated bloodstream infections.
As a result of this systematic review, it was determined that evidence-based infection control measures
should be continued to be applied in adult intensive care units, especially in adult intensive care units, in order
to reduce the incidence of central catheter-associated bloodstr eam infections.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Kanserin Ayırt Edici Özelliklerine Güncel Bakış
Esra Bozgeyik
Derleme
Özeti
Kanserin Ayırt Edici Özelliklerine Güncel Bakış
A Current Perspectıve To The Hallmarks Of Cancer
Kanser, genomda meydana gelen bir seri bozukluklar sonucu ortaya çıkan ciddi bir genetik hastalıktır. Yüksek verimli yeni nesil dizileme teknolojilerinin geliştirilmesi ve büyük ölçekli projelerin verilerinin yayınlanması farklı kanser türlerinde değişik ifade profili gösteren birçok kodlanmayan RNA (ncRNA) molekülünün tespit edilmesine olanak sağlamıştır. Uzun kodlanmayan RNA (lncRNA) ve mikroRNA (miRNA) gibi ncRNA transkriptlerinin kanserin oluşumunda ve ilerlemesinde kritik rollerinin olduğu ve kanser tanısında/tedavisinde kullanılabilir olduğu bildirilmiştir. Özellikle, miRNA’lar gen ifadesini post-transkripsiyonel seviyede kontrol eden ve kanserin önemli ayırt edici özellikleri olan metastaz, invazyon, hücre çoğalması, farklılaşması, anjiyogenez gibi önemli süreçlerde kritik rolleri olduğu bilinen küçük RNA molekülleridir. Benzer şekilde, lncRNA’lar da kanserin moleküler mekanizmasının aydınlatılmasında önemli yeri olan RNA transkriptleri olarak tanımlanmışlardır. Dolayısıyla, bu kapsamlı derlemede miRNA, lncRNA, T-UCR gibi protein kodlama kapasitesi olmayan ancak işlevsel olan ncRNA’lar ile kanserin ayırt edici özellikleri güncel bir bakış açısı ile ele alınmıştır.
Cancer is a serious genetic disease caused by a series of disorders in the genome. Development of hightroughput sequencing approaches as well as the publication of large-scale projects have enabled the identification of several non-coding RNA molecules that are differentially expressed in various types of cancer. It has been reported that ncRNA transcripts such as long non-coding RNAs (lncRNAs) and microRNAs (miRNAs) have critical roles in the development and progression of cancer and can be used in the diagnosis/treatment of cancer. In particular, miRNAs are small RNA molecules which control gene expression at the post-transcriptional level and play critical roles in the important hallmark capabilities of cancers such as metastasis, invasion, cell proliferation, differentiation, and angiogenesis. Similarly, lncRNAs have also been identified as RNA transcripts that have important roles in the understanding of the molecular mechanism of cancer. Accordingly, in this comprehensive review, functional ncRNA molecules without protein coding capacity such as miRNAs, lncRNAs, and T-UCRs and the hallmarks of cancer were discussed together with a current perspective.
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
Araştırma makalesi
Özeti
Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
ArterIavenous FIstula Between ArIerIa BrachIalIs And Venae BrachIalIs For HemodIalysIs
DERLEME HEMODİYALİZ İÇİN ARTERİA BRAKİALİS VE VENA BRAKİALİS ARASİNDA ARTERİO-VENÖZ FİSTÜL
In order tü prepare the patients who had developed chronic renal failure to hemodilaysis, latero-lateral arteriovenous fistula application was applied among the localized arteria. In 4 cases in which superficial venis weren't sujficient (arteria brachialis-venae brachialis) was reconstructed among the deep vessels in fossa an-tecubiti. It was observed that there were some en-largements which made the hemodialysis possible on the superficial veins by means of the venous connection between deep and superficial veins in 30 clays
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta
Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
Ali Acar, Recai Gürbüz, Esat M. Arslan, Ercüment Y. Acarer, Şenol Ergüney, Şükrü Çelik
Araştırma makalesi
Özeti
Derleme Hemodiyaliz İçin Arteria Brakialis Ve Vena Brakialis Arasinda Arterio-Venöz Fistül
ArterIavenous FIstula Between ArIerIa BrachIalIs And Venae BrachIalIs For HemodIalysIs
DERLEME HEMODİYALİZ İÇİN ARTERİA BRAKİALİS VE VENA BRAKİALİS ARASİNDA ARTERİO-VENÖZ FİSTÜL
In order tü prepare the patients who had developed chronic renal failure to hemodilaysis, latero-lateral arteriovenous fistula application was applied among the localized arteria. In 4 cases in which superficial venis weren't sujficient (arteria brachialis-venae brachialis) was reconstructed among the deep vessels in fossa an-tecubiti. It was observed that there were some en-largements which made the hemodialysis possible on the superficial veins by means of the venous connection between deep and superficial veins in 30 clays
PDF
Benzer Makaleler
Editöre Eposta